Arşiv

 Terlemedik, Terletildik

HAVALARIN ILIK bahar günlerine elveda, sıcak yaz günlerine merhaba dediği sıralarda, hemen herkesin sık sık tekrarladığı iki cümlecik vardır: “Öff, amma sıcak. Leş gibi terledim.”

Sık sık duyduğumuz, bazan bizatihî dile getirdiğimiz bu cümleler, nedense, yıllar önce yaşadığımız susuz yazı hatırlatır bana.

O yaz, “Bu şehirde artık yaşanmaz” dedirtecek günler yaşıyorduk. Yıllar yılı bizim evde su sıkıntısı çekilmez, depoya ise hiç ihtiyaç hissedilmezken, artık bir litrelik pet şişeleri dahi doldurup balkonu depoluyordum. Çünkü sular iki gün akıyor, iki gün akmıyordu. Zahiren ortalık temiz gözükse dahi, kendimi pis, evin her köşesini de pislik içinde hissediyordum. Her ihtiyaç duyduğum an musluğu açıp elimi yüzümü yıkayamamanın sıkıntısı, ne olduğunu bildiğim o ferahlama duygusunu hissedememe, beni bir yönüyle öldürüyordu. Yalnızca beni mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü, gazeteler sürekli barajlarda su durumundan bahsediyor, barajlarda kalan su metreküp cinsinden değerlerle sunuluyor, ev kadınları ise her misafirlikte şikayetlerini yineliyorlardı.

Hep yapılan, yine yapıldı. Yine, bildik sözler tekrarlandı: Sular kaç gün akar? Depoların durumu nedir? Belediye nerede? Nüfus artışını ve göçleri azaltmak zorundayız. Vesaire, vesaire...

Anlık tedbirler ve suyun dedikodusu dışında, sorular ve cevaplar yoktu ortada. Acaba yaptığımız su israfı tokat olarak yüzümüzde mi patlamıştı? Suyun nimet olduğunu hatıra getirmemiş, Verene şükretmemiştik de, O, anlatmak için suyu elimizden mi almıştı? Yağmuru yağdırmamakla ya da az yağdırmakla, kader-i ilahî bize ne söylüyordu?

Bu soruları sormuyor, sadece sövüyorduk. Bundan nasibi de, en ziyade, belediyeler alıyordu.

Bu sorular arasında ben neredeydim bilmiyorum, ama sıcak yaz günlerinde terler içinde eve döndüğümde duşta değildim. Olamıyordum çünkü. İstesem de olmuyor; sular gürül gürül akmıyor, üç maşraba su da yetmiyordu. Bu yüzdendir ki, zaten rahatsız olduğum “terlemek ve yapış yapış olmak” hali, sinirlerimi daha bir bozuyordu.

Sıcak günleri bitmez tükenmez şikayetlerle yaşıyor, ama bu arada devam ettiğim dersleri ihmal etmemeye çalışıyordum. O gün, işte o gün anlatılan hakikatli bir olay, şikayet ettiğim birçok şeyin altını eşelemem için ipucu verdi bana. Bir arkadaşım, bir arkadaşından bahsediyordu. Ter bezleri çalışmıyormuş bu insanın; hiçbir şart ve şekilde, hiçbir yer ve zamanda terleyemiyormuş. Bütün vücudu, kurumuş toprak gibi, parça parça ayrılmış. Avrupa’dan getirtilen değişik kremleri her sabah ve her akşam düzenli olarak vücuduna sürüyormuş. Anlatılanlara göre, en büyük üzüntü sebebi ise, sevdiği insanlara sarılamaması imiş.

O insanın yaşadığı bunca üzüntü ve sıkıntının altında benim ve hepimizin durmadan şikayet ettiği terlemenin değil, tam aksine terlemenin olmayışının yattığını duymak, beni bir hayli şaşırttı. Konuşmalara şahit olan başka arkadaşları da şaşırtmış olmalı ki, haliyle, bir hayli konuşuldu. Hatta ben hızımı alamadım, bu durumu anlatmak için her vesileyi kullandım. Ve, bütün hafta aile fertleri tekrar tekrar aynı konuyla ilgili cümleleri dinledi. Çünkü, bir şekilde anlatılmalı; insanlar farketmeli ve öğrenmeliydi.

Sığ aklımız, dar çerçevemiz ve yüzeysel yorumlarımız altında, hikmeti hikmetsizlik zanneden kullardık. O an hoşumuza gitmeyen birşeyi yargılayıp kötü diye tanımlıyorduk. “İyi” ve “kötü”lerimizi yaratılışa, yaratılışın hikmet ölçülerine bakarak değil de, nefsimizin anlık rahatlama hesabına göre oluşturuyorduk.

Oysa, kâinat baştan başa hikmetler ağıyla örülmüştü. Güneşten gelen ışınlar inanılmaz yollarla temizlenerek, zararları ortadan kaldırılarak bir bitkiye ulaşıyordu. 1.70’lik bir insan gövdesine yedi-sekiz metre barsak sığıyordu. Önemsemediğimiz bir sinek, tek kanadında zehir, diğer kanadında panzehirle çöplüklerin üstünde gezerken, pis olduğumuzu haber veriyordu. En iyi jetlere taş çıkartırcasına, mükemmel bir vücutla donatılmıştı üstelik.

Her hikmetli şey, yahut şeyler—mahluklar, olaylar—bana hikmetle yapan Rabbi, Hakîm bir Rabbi gösterirken, ben sadece nefsimin hoşuna giden o ana bakıyordum. Ve, yaratılıştaki hikmet ölçülerini farketmek istemesem; sular akmıyor, dersler var, işe yetişmem lâzım.. koşturmacasına kendimi kaptırsam dahi, Biri bana bazan zorla da olsa farkettiriyordu. Kâinatı ve içinde yaşanan olayları kusursuz yarattığını yaşatarak gösterirken, kitabî vahiyle de, “Sizin hayır zannettiğiniz şeylerde şer, şer zannettiğiniz şeylerde hayır vardır” diyordu. Yahut, “Rahman’ın yarattığında bir kusur göremezsin. Çevir gözünü, bak: Bir kusur görecek misin? Sonra, tekrar tekrar bak! Göz, yorgun ve bitkin olarak sana dönecektir” mealindeki Kur’ân âyetleriyle, nefsinin anlık lezzetine uygun karar almaya meyilli insanları tekrar uyarıyordu.

Ve o, bu Kur’ân-kâinat denkliği içinde, her an fırsat yaratmaya devam ediyordu. İşte, yaz aylarında milyon kere milyon insan terledikleri için şikâyet eder, hatta küfrederken, O, “Sizi rahmetimden dolayı terletiyorum” mesajı yolluyordu. Bu haberin ulaştığı insanlara, şikayetlerini şükre çevirme fırsatı veriyordu. Her nimete şükürle mukabele etmek kulluğun gereğiydi ve hesabı vardı. Bütün yaz ayları boyunca ve yazı içine alan bütün yıllar boyunca, terlediğimiz için ettiğimiz şikayetler tevbeyle temizlenmeli; bundan sonra şikayetler yerini şükre bırakmalıydı.

Doğru cevabı bulmak için ziyadesiyle ipucu verilen bir imtihandaydık. Cevap kağıtları da, doldurulmak üzere elimize veriliyordu. Her mevsim bir yenisi geliyor; elimizden bahar sayfası alınırken, yaz sayfası veriliyordu.

Günler geçecek, yazlar gelecek, yaz aylarında havalar elbette sıcak olacak, insanlar terleyecekti.

Lâkin, Rabbimizin bize gönderdiği o ‘tersiz’ mektuptan alacağımız ders uyarınca, küçük bir harf değişikliğine gitmemiz gerekiyordu. “Terlemiyoruz, terletiliyoruz!” diye bilmek gerekiyordu.



Bir arkadaşım, bir arkadaşından bahsediyordu. Ter bezleri çalışmıyor; hiçbir şart ve şekilde, hiçbir yer ve zamanda terleyemiyormuş. Bütün vücudu, kurumuş toprak gibi, parça parça ayrılmış. Avrupa’dan getirtilen değişik kremleri, her sabah ve her akşam, düzenli olarak vücuduna sürüyormuş. Anlatılanlara göre, en büyük üzüntü sebebi ise, sevdiği insanlara sarılamaması imiş. Bunca üzüntü ve sıkıntının altında benim ve hepimizin durmadan şikayet ettiği terlemenin “olmayışının” yattığını duymak, beni bir hayli şaşırttı.

Bu haber, ulaştığı insanlara, şikayetlerini şükre çevirme fırsatı veriyordu. Her nimete şükürle mukabele etmek kulluğun gereğiydi ve hesabı vardı. Bütün yaz ayları boyunca ve yazı içine alan bütün yıllar boyunca, terlediğimiz için ettiğimiz şikayetler tevbeyle temizlenmeli; bundan sonra şikayetler yerini şükre bırakmalıydı.

Sığ aklımız, dar çerçevemiz ve yüzeysel yorumlarımız altında, hikmeti hikmetsizlik zanneden kullardık. O an hoşumuza gitmeyen birşeyi yargılayıp kötü diye tanımlıyorduk. “İyi” ve “kötü”lerimizi yaratılışa, yaratılışın hikmet ölçülerine bakarak değil de, nefsimizin anlık rahatlama hesabına göre oluşturuyorduk.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Sevde Sevan Uşak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut