Arşiv

 Zevksiz Değillermiş

Sevmek vardı. Sevdiğini söyleyen bendim. Peki elimde değilse, sevdiren kimdi? Neden yeşil bir muz ve onu sevenler, bir de benim sevdiğimi sevenler vardı ortada? Sormadan edemedim…


CADDEDE YÜRÜRKEN beni neredeyse vitrine özdeş yapacak o rengin karşısında donup kalmıştım. Pembenin inanılmaz masumiyetini heyecanlı heyecanlı yanımdaki arkadaşıma anlatırken birden gözlerindeki donuk ifadede takıldım. “Güzel” diyordu, ama… Ama şu siyahın asaleti de bir başka. Siyah… Bense hissettiklerimi ifade edememenin yanında, bu güzelliği onunla da paylaşmak istemiştim. Zevksiz demeye dilim varmadı; yine de “Zevkler ve renkler tartışılmaz, herhalde!” diye düşündüm ve sustum.

Bir gün müziğin insan üzerindeki tesirinden konuşurken, keman dedim, mükemmel… İnsanın içine işleyen o sesler ve âhenk… Düşündüğümde bile beni ürpertti. Hafifçe daldım uzaklara… Bu birkaç saniyelik ayrılışın ardından, konuşulanları duymaya başladığımda gitar hakkında birşeyler söyleniyordu. Hiç oralı olmadım. Zevksizler diyemedim; “Zevkler ve renkler tartışılmaz, herhalde!” deyip sustum.

Telaşlı bir günün ardından ailece Migros’taydık. Bir kısım yemeklik erzak alınmış, sıra meyvelerdeydi Yengemin muzların arasında ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. Bütün önündeki muzları yan tarafa yığmış ve hâlâ altlarını karıştırıyordu. Gülümseyerek yaklaştım ve “Hayrola” dedim. “Hiç” dedi. “Yeşil kabuklularından arıyorum.” “Anlamadım” dedim. “Kabuğu yeşil olan bir muz mu?” Bunu ancak bir muz ağacında bulabileceğini söyleyerek, yüzüne baktım. Oysa büyük bir iştahla aramaya devam ediyordu. Söylediklerimin şaka olup olmamasının onu ilgilendirmediği belliydi. Neyse aradığını buldu da, bir muz ağacına gerek kalmadı. Bulduklarını tartması için satıcıya verip, diğer muzları yerine koyarken “Ben” dedi. “Ben sadece bu muzları seviyorum. Yeşil kabuklu muzlar…”

Eve geldiğimde ilk işim tadına bakmak oldu. Elbette, yeşil kabuklu muzların. Size dişlerimde ve dilimde olan kamaşmayı anlatmam mümkün değil. Hani, yemeden anlaşılmaz! Deterjanlı suyun bile daha lezzetli olabileceğini düşünmedim değil. Sonra gözümün önüne koyu kahverengi, neredeyse siyaha çalan muzlar geldi. Kabuğu hafifçe patlamış, ezilen kısımları bal gibi yanlarından akıyor. Damağımda değişik bir lezzet hissettim. Yengeme zevksiz demeye dilim varmadı “Zevkler ve renkler tartışılmaz herhalde” dedim. Dedim… Ama bu kez… Neden demek geldi içimden. Belki de tartışılmalıydı. Ben sevdiğim güzellikleri anlatıp, anlamalarını sağlamalıydım! Önce neden sevdiğimi düşünüp, ardından nedenlerini bir bir anlatmalıydım.

“Neden pembe” dedim?

Çünkü… Çünkü… Çünkü… Yeşilden, siyahtan, sarıdan daha mı faydalıydı bana? Aklımla cevap bulamadım. İçimden başka bir ses “masumiyeti” diyordu. Rengin masumiyeti nedir diye düşündüm; ne faydası vardı bana? Kalbimden gelen sesi yine aklım cevapladı… Ve çünküler cevapsız kaldı.

Ardarda perdeler açıldığında… Sadece seviyorum dedim. Sebepsiz seviyorum. Çünkü… Seviyorum. Onları sevme iradesine sahip değildim. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. “Bu inanılmaz” dedim, “inanılmaz.” Ben, herşeyi bildiğini iddia eden ben, duygularıma bile sahip değildim…

Bir anda gözümün önünden sevdiklerim geçti. Tüm sevdiklerim… Çölün uçsuz bucaksız kumlarında koşan bir at, yeleleri savrulurken. Güzelim fulyalar neredeyse tüm mahalleyi o esrarengiz kokulara boğmuşken. Ateş böcekleri küçük bir çadırın tahtasında dizilmiş serenatta… Ağaçlar yeşilden kızıla kadar her biri ayrı selamda. Saatlerimi paylaştığım can dostlarım. Sadece seviyorum; çünkü seviyorum, dediklerim vardı. Sevmek vardı. Sevdiğini söyleyen bendim. Peki elimde değilse, sevdiren kimdi?

Neden yeşil bir muz ve onu sevenler, bir de benim sevdiğimi sevenler vardı ortada? Sormadan edemedim… Yeşilden kahverengiye, hatta siyaha kadar renk renk muzlar vardı yeryüzünde. Yeşilin ve sarının değişik tonlarını da hatırlatmalıyım. Bir kısmı başınıza atılsa taş gibi acıtır; bir kısmını ise elinize alamazsınız, tuttuğunuz an ezilir. Ayrıca boyutları…

Gözümün önüne, benim gibi sevenleri olan, bazılarınınsa çöpe attığı bir çürük muzla; yengemin sevdiği muz geldiğinde beni çarpan şey orada gördüğüm zıtlık oldu. Çürük ve sağlam… Hepimizin sevdiği, her gün yediğimiz sonsuz çeşit muzsa bu iki durumun birbirine girişimi oranında kıvam lezzete sahip. Muzlarda gördüğüm çeşitlilik gibi, insanların zevklerinde gördüğüm çeşitlilik beni nereye götürür diye düşünürken, muzda görülenlerin onun kendi eseri olamayacağını farkettim. Eğer muzu yapan kendi olsaydı, zıddının müdahale etmesine izin vermezdi. Sağlamlığını muhafaza eder, çürümeye “evet” demezdi. Oysa bir muzun bunu yapacak gücü yoktu. Müdahaleye müdahale edemediğinden anlıyordum; kendi kendini var edemezdi.

Aklımın bir yerinden, kısık seslerin “peki ya tesadüf” diye fısıldaştıklarını işittim. Bu fısıltıların dolaştığı tüm zihinler —ben dahil— küçük bir davetiyeyle büyük bir fabrikaya çağrıldılar. Bir muz ben kâinatta nasıl üretilirim gelin seyredin, diyordu… Perdeyi kaldırıp sahneye davet edildik…

Bir yandan güneşe verilmiş çekim kuvveti, öte yandan dolanan gezegenlere verilmiş merkezkaç kuvveti… Ve bunlar birbirlerine denk… Dokuz gezegenin kütlesi, hızları, güneşten uzaklıkları ve güneşin kütlesi arasındaki mükemmel âhenk… Ne güneş, ne gezegenler birbirine kafa tutmuyor. Yerlerini değiştirip yörüngeden çıkma iddiasında değiller. Matematik ve geometri bilmeyen şuursuz atomlarca makro alanda böyle hassas bir denge kurmak pek mümkün gözükmüyor. Ama böyle bir düzen, varolmasıyla, galiba bana bilerek yapan, herşeye kudreti yeten Birinin varlığını haber veriyor.

Atmosferin üst kısmında binlerce kimyevî reaksiyonla, güneşten gelen çok kısa dalga boyu olan ışınlar, X ışınları, gama ışınları, ultraviyole ışınları süzüle süzüle temizlenip saf hale getiriliyor. Bir damla suyu okyanuslarda buharlaştırmak için güneşte yirmi milyon derecelik bir sıcaklık yaratılıyor. O alev topundan bu enerjinin iki milyonda biri dünyaya ulaşıyor. Ama bu ışınların muz ağacına nasıl zarar vermem diye düşündüklerini hiç sanmıyorum… Tüm katmanlardan geçerek kendilerini temizlediklerini de… Kimyevî formüllere göre dengeler kurup gerekli ısının ne olduğuna karar vermeleri de hiç mümkün gözükmüyor. Ama kavrulmadan veya donmadan yaşamını sürdüren muz ağaçları varlıklarıyla, beni, herşeyi bilerek yapan bir kudret Sahibine götürüyor.

Okyanusların gezegenlerdeki dağılış şekli ve nisbeti, sınırlar açısından oldukça ilgi çekici… Suyun topraktaki dağılımı, toprağın geçirgenliği, suyu tutabilme potansiyeli, bu bulmacanın toprakla ilgili kareleri… Bunların herhangi birinin eksikliğinde ya da gereken yoğunluğa, dereceye gelinememesi sonucunda kâinatta bir damla su buharlaşamıyor. Buharlaşma için gerekli unsur olarak gözüken toprak, hava, su, güneş, rüzgâr, basınç, ısı ve yoğunlaşmanın —ve kol kola giren akılsız atomların— birbirlerini kardeşten daha yakın tanıdıklarına ve fizik ilminin en ince ayrıntılarına vakıf olduklarına inanmak, akıllı olduğunu düşünen insana, pek akıllıca gelmiyor.

Bir muz ağacında milyonlarca atom var. Atom içindeki partiküllerse kendileri ve sahaları etrafında hiçbirine çarpmadan gayet muntazam hareket ediyorlar. Elektronların çekirdek etrafındaki dönüş hızları saniyede ellibin km’yi buluyor. Benim hesaplayamadığım hız denklemlerini bu atomların hesapladığını düşünmek biraz gülünç geliyor. Ama inanılmaz bir düzen içerisinde bunlar olup bitiyor ve bana ancak nizamla yapan bir kudret var demek kalıyor. Bir mikronluk sahada koskoca kâinat bilgisini toplayan bir DNA yine “Kudret” diyor. “Beni kudretle vareden Biri var” diyor. Ve görüyorum ki, herşeyin herşeyle alâkalı olduğu bir kâinat var. Ve burada mikrodan makroya bir ağacın yetişmesi için gerekli tüm unsurlar galaksiler, güneş, ısı, buhar, rüzgar, hava, toprak, su, atom, DNA, bir emir tahtında hareket ediyorlar.

Bir ağacın büyümesi için gerekli şartları her an her yerde yaratmaya kudreti yeten ancak, kâinatı yaratabilir. Herşeyin herşeyle alâkalı olduğu bu kâinatta “kudret elinde bir muz ağacı ile kâinat birdir” diyorum. Bir muz yaratılması, kıtaların var edilmesinden kolay değil. Galaksilerin yaratılması da, bir karıncanın yaratılmasından daha zor değil. Onun kudret elinde hepsi bir. Onun kudreti haricinde ise, hepsi imkânsız.

Yengeme sevdirilen yeşil kabuklu muzla bana sevdirilen siyah kabuklu muz ve bu iki nokta arasındaki uzaklık “sonsuz kudret Sahibine” delil olmak için var. Bana sevdirilen pembeyle, bir arkadaşıma sevdirilen siyah da öyle. Keman dinlediğimde hissettiğim o âhenkle, gitar dinleyen birinin benim hissetmediğim hissettikleri de. Sonra sevdiğim özgür atlar, parlak ateş böcekleri, mis gibi fulyalar, can dostlarım… hepsi; elimde olmadan sevdiklerim, aklen neden sevdiğime cevap veremediklerim. Sadece çünkü.. seviyorum dediklerim. Hepsi ama hepsi ve hepimizinkiler, sonsuz kudrete delil olmak için var.

İlk defa güzellik adına kurulan ve “bence” diye başlayan cümleleri sevebileceğimi anlıyorum. Sonsuz kudretin delili onlar. Ve ilk defa benim sevdiklerimi sevmedikleri için kızamıyorum insanlara. “Sevdirilmişler ve sonsuzun aynası onlar.”

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Sevde Sevan Uşak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut