Arşiv

 Zorunlu bir hasbıhal

Bugün birçok derginin ısrarla söylediği şeyleri söylemeyeceğiz.

“Ekonomik kriz belimizi büktü” demeyeceğiz.

“Şu şu olmazsa kapanırız; lütfen tirajımızı arttırın” demeyeceğiz.

Lütfen, Karakalem’i size anlamlı şeyler söylüyorsa okuyun.

Ve ancak onu anlamlı bulanları abone yapın.

“Okumam ya, destek olsun” diyenleri dergimize abone kaydetmeyin.

Yüreğinizi de ferah tutun.



YİRMİDOKUZUNCU MEKTUB”UN “şeytanın desiseleri”ni açığa çıkaran altıncı kısmında, insana “desise” gibi gözükmeyen bir husus da zikredilir: “vazifedarlık.”

Birşeyleri üstüne vazife edinmenin ve o “vazife” uğruna oraya–buraya koşuşturmanın “şeytanî” bir tarafını uzunca zaman bulabilmiş değildim. Bilâkis, vazife edinme, görevini görev bilme çabasında “mükemmel”e talip olma, yardımlaşma, dayanışma, şefkat gibi insanî ve imanî özellikler tecelli ediyordu. Yardıma ihtiyacı olan bir insana yardım etmeli değil miydik? Bir noktada zora düşen, ve zora düştüğü noktada kendisine el uzatmamızı isteyen birine “hayır” demek ne kadar insanî idi? Keza, yaptığımız işi başkası o denli yapamıyorsa, bizim ise bu yüzden fazlaca zaman harcamamız icap ediyorsa, işin iyi olması için, katlanmalı değil miydik?

Bu sorular, hayatın o her zamanki akışı süresince, aklımızın bir köşesinde bekledi durdu. Zaman zaman bazı şeylere “hayır” diyebilmeyi istedik; “hayır” dediklerimiz de oldu, ama diyemediklerimiz bizi ziyadesiyle meşgul etmeye yetip de artıyordu.

Sonuçta, belki gün 48 saat olsa bile bitmeyecek onca “vazife” arasında, itiraf edelim, en ziyade ihmal ettiğimiz “asıl vazife” oldu. Ne denli yaptığımızı her daim sorgulamamız gerekiyor olsa bile, hiç olmazsa teoride, biliyorduk ki, asıl vazife kulluğumuzdur —ve dolayısıyla, bizi kulluk noktasında eğiten çabalardır. Söz buraya dayandığında, “Risale, yazı ve yayın” geliyordu gündemimize. Bize kâinatın kapılarını açan Kur’ân’la, Resul–i Ekrem’le (asm) tanışmamız; Rabbimizin küllî ve mutlak rububiyetine karşı küllî bir ubudiyet lüzumunu anlamamız Risale’yle olmuştu. Öte yandan, zaman içinde “yazma” diye bir kabiliyetin farkına varmış; yanı sıra, verilmiş bir kabiliyeti hiç kullanmamanın, tıpkı yanlış yerde kullanmak gibi, kulluğa sığmadığını öğrenmiştik. Risale’yle dünyamıza taşınan Kur’ânî güzellikleri yazma durumundaydık. “Yazı” olunca, paylaşmak için, “neşir” de gerekiyordu. Neredeyse on küsur yıldan beri, zihnimiz bu eksende dönüyordu. Bunu “vazife” bellemiştik.

Ne ki, yine Risale ile, birtakım ölçüler taşınmıştı dünyamıza. Sözgelimi, “ilim vasıta–i cer edilmemeli” idi. Yani, meselâ “Biz bunları yazıyoruz. Siz de geçimimizi temin edin” diyemezdik. O kadar ki, meşrû bir durum olan zekât alma tavrına dahi, Risale “bu zamanda” izin vermiyordu. Çünkü “sırr–ı ihlâs” zedelenebilirdi; zira “zekât”ın dahi tam bir teslimiyetle yalnız Ondan bilerek ve Onun adına alınıp verildiği günler gerilerde kalmıştı.

Bu noktada, Risale çizgisi içinde, şöyle bir yol beliriyordu: Hem Risale’ye olan muhatabiyeti devam ettirmek, hem de geçimini temin için çalışmak. Lâhikalardan anlaşıldığı üzere, Risale–i Nur’un ilk talebelerinin yaptığı buydu. Ve, sonrasında gelen tokatlarda, belki bu hususu ihmalin de payı vardı.

Bir şefkat tokadı daha yemek istemiyorduk. Risale’den, yazıdan ve yayından ayrı kalmak da istemiyorduk.

Ve herşey burada düğümleniyordu.

“Maişet” noktasında önümüze açılan kapılardan üstümüze yığılan o kadar “vazife” var ki… “Başkası yapsa” diyemediğimiz; çünkü alınmış bir “görev”i sonuna dek ifa etmek gerektiğini bildiğimiz için o kadar zamanımız gidiyor ki…

Sonuçta, “vazifedarlık”ın nasıl bir “desise” olduğunu olabildiğince tecrübe etmiş durumdayız.

Sözgelimi, aylık çıkma sözü verdiğimiz halde, aylardır yokuz. Çünkü “yan tarafta”yız! Bu, derginin kendilerinde düğümlendiği iki insan, yani bu satırların yazarı ile gayretli grafiker arkadaşımız için özellikle geçerli. Sözün kısası, bu kadar gecikmenin asıl sebebini açıklıkla ortaya serelim dedik. Hal bu olunca, “bundan sonra gecikmeme” sözü de veremiyoruz. Tek istediğimiz, dua. Yazı noktasında bize sürekli ve programlı bir destek veren iki yeni arkadaşımızın daha bir inkişaf kazanması için dua. Yeni “yeni”lerin aramızda olması için dua. Bizimle aynı dertten muzdarip “eski”lerimizin biraz daha gayrete gelmesi için dua. Teknik konularda yeni gönüldaşlar için dua.

Ve hepsinden önemlisi, birer ubûdiyet ölçüsü olarak bellediğimiz yayın ilkelerimizde sebat etmemiz için; gereksiz “vazifedarlık”lardan kurtulmamız için; sadece ubûdiyet için bir “araç” olan yazma ve yayınlamayı “amaç” haline getirmememiz için; ne tenbel, ne de şımarık olmamamız için dua.

Yakın bir dönem için, “gecikme”ler hususunda pek söz veremiyoruz. Dileğimiz, Temmuz ortasına kadar üç sayı çıkarabilmek. Sonra, sırada şu satırların yazarını ilgilendiren “askerlik” var. Eylül’den sonrası için ise, bir “düzene girme” umudu gözüküyor. Dileriz gerçekleşir.

Bu arada, zam furyasına, istemesek de, biz de dahil olduk. Dileğimiz gemiyi mevcut haliyle yürütebilmek. İnşaallah böyle yürür ve daha inkişaf eder. Etmezse…

O noktada, bugün birçok derginin ısrarla söylediği şeyleri söylemeyeceğiz. “Ekonomik kriz belimizi büktü” demeyeceğiz. “Şu şu olmazsa kapanırız; lütfen tirajımızı arttırın” demeyeceğiz. Lütfen, Karakalem’i size anlamlı şeyler söylüyorsa okuyun. Ve ancak onu anlamlı bulanları abone yapın. “Okumam ya, destek olsun” diyenleri dergimize abone kaydetmeyin. Yüreğinizi de ferah tutun. Unutmayın, Risale–i Nur, matbaaların, hatta teksir makinelerinin Risale basmasının engellendiği bir dönemde, yıllarca elle tek tek yazılarak çoğaltıldı. Yine unutmayın ki, biz 20 adet çoğaltılan bir fotokopi dergi olarak doğduk. Allah izin verdiği sürece, kapanmayacağız. Olsa olsa, başka bir “mertebe–i hayat”a geçeceğiz. Fotokopi dahil! Elle yazmak ve elden ele okunmak dahil!

Bütün kapıların kapandığı hiçbir an yoktur. Bir kapı kapanacak olsa, başka kapılar açılıyor demektir.

Mevlâ görelim neyler; neylerse güzel eyler.

Yine Haziran içinde, bir sonraki sayıda görüşme dileğiyle…



Belki gün 48 saat olsa bile bitmeyecek onca “vazife” arasında, itiraf edelim, en ziyade ihmal ettiğimiz “asıl vazife” oldu. Ne denli yaptığımızı her daim sorgulamamız gerekiyor olsa bile, hiç olmazsa teoride, biliyorduk ki, asıl vazife kulluğumuzdur —ve dolayısıyla, bizi kulluk noktasında eğiten çabalardır.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, karakalem




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut