Arşiv

Yanlış bu dergide yazılmış olsa da yanlıştır, ve doğru Çin’de bile olsa doğrudur. Fena ve fani bir adam, “güzel ve bâki bir söz” söyleyebildiği gibi, zıddı da mümkündür. Her doğru adamın her hali ve her sözü doğru olmayabilir. Bu noktada, bize göre, aslolan hakka taraftar olmaktır —şahıs ya da zümrelere değil. Yine aslolan haksızlığa karşı olmaktır —şahıs ya da zümrelere değil.


YAŞADIĞIMIZ DÜNYA, içinde yaşayan her bir şeyle, bize her an yeni birşeyler fısıldar durur. O fısıldamalar sayesinde biliriz ki, her bir şeyin kendine göre bir yeri, kendine has bir işi vardır. Bülbüller öter, gül fidanı güller açar. Kiraz ağacı meyve verir, ay dünyayı dolanır. Ne ay’ı hareketsiz bir halde, ne bülbülü susarken düşünürüz. Zira, her bir şeyin var edilişi bir sonuca bakar; ve her bir şey, o sonuca erişme kabiliyeti itibarıyla bir anlam taşır. Bir bülbül, şakıyorsa bülbüldür. Şakımayan bir bülbül, olsa olsa “bülbül görünümünde bir kuş” olabilir. Dallarında hiç mi hiç elmalar kızarmayan bir elma ağacı, gerçekte, sadece bir ağaçtır. Ona elma ağacı diyemeyiz. Çünkü bir ağaca “elma ağacı” dedirten, elma’dır, yani meyvesidir; yani, o ağacın o meyveyi verecek kabiliyette yaratılmış olmasıdır.

İnsanların dünyasında da aynı durum yaşanır. Göz gördüğü, akıl düşündüğü, kulak duyduğu, kalb sevdiği sürece bir anlam ifade eder. Gözünü kapamayı, sadece “görmemek” diye tarif edemeyiz. Gözünü kapamak, görmemekten öte, gözün görme kabiliyetini yok saymak, bu kabiliyeti boşa atmak, onu israf etmek mânâsına da gelir. Düşünmek akla verilmiş bir kabiliyet ise, düşünmemek aklı israf etmektir. Çünkü, yaşadığımız dünya, her bir şeyin yapılış amacına göre işlediği sürece; kendisine verilmiş kabiliyetleri yansıttığı sürece bir anlam taşıdığını bildiriyor.

Son zamanlarda en ziyade muhasebesini yaşadığımız şey, işte bu gerçek idi. Bu süre içinde ne görme kabiliyetini kaybetmiş, ne de düşünmekten istifa etmiş idik gerçi, ama daha önce yapageldiğimiz birşey vardı ve artık onu yapmıyorduk. Eli kalem tutan insanlardık, ama artık yazmıyorduk. Üstelik, verilmiş bir kabiliyeti kullanmamanın o kabiliyeti israf etmek, yani o noktada kulluğu yaşamamak olduğunu bildiğimiz halde yazmıyorduk.

Bu çelişkili halin davet ettiği nice sorgulamadan, nice iç-muhasebeden sonra, işte yine kalem ve kağıtla başbaşayız. Ve biliyoruz ki, yazıp-yazmama imtihanının ardından, şimdi de bizi yeni bir imtihan bekliyor: Ne için ve kim adına yazıyoruz? Bize gözümüzü, kalbimizi, aklımızı ve de kalem tutan ellerimizi veren Rabbimiz adına mı? Yoksa, sair insanlara karşı kendimizi öne çıkarmak; insanlara “ne de güzel yazmış! Ne güzel düşünmüş!” dedirtip, benliğimizi kabartmak için mi?

Bu soruyu, elimiz her kalem tuttuğunda, bir daha soracağız. Çünkü, böylesi bir imtihan, yazdığımız sürece, asla bitmeyecek.

Bu imtihanı yanılgılar içinde değil, doğruların izini sürerek yaşamak istiyoruz. Yazmayı ya da yayın faaliyetine katılmayı, gaflete değil kulluğa vesile kılmak istiyoruz. Bunun için de, doğruluğuna inandığımız yayın ilkeleri ile yola çıkmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyacın meyvesi olan aşağıdaki hususları, bu noktada daimî bir sorgulama yaşamak için, size de iletmek istiyoruz.

Öncelikle, “insan” ve “kâinat” gerçeğinden hareketle yazmayı amaçladık. İnsanın “küçük kâinat” tanımına lâyık, küllî, son derece çok ve çeşitli özelliklerle donanmış bir mahlûk olduğunu biliyoruz. Onu sadece akıldan ibaret görmenin de, sadece duygulardan ibaret görmenin de, aynı derecede yanlış olduğu kanaatini taşıyoruz. İnsan ancak ona verilmiş tüm kabiliyetler sayesinde “insan” oluyorsa, bu dergi, insanı tüm özellikleriyle birden muhatap almalı diyoruz. Bu dergi, ne bir akademik derginin kuru akılcılığını, ne bir sanat dergisinin süslü ifade tarzını, ne de bir haftalık derginin düşünmeye bile fırsat tanımayan yoğun haber bombardımanını hedefliyor. Ama sanat da, haber de, başka herhangi birşey de insanı insan yapan bir hakikatı taşıyorsa, o hakikatı yansıtmak, bu derginin hedefi olacaktır.

Bu vesileyle, yerleşik bazı kalıpların bizi çok fazla ilgilendirmediğini belirtelim. “Dergilerde biraz dünya haberleri var, bizim de olsun; ekonomi sayfası var, biz de koyalım; başkaları spordan bahsediyor, biz de edelim…” şeklindeki bir yayın anlayışına asla itibar etmiyoruz. Derginin herhangi bir sayfası, herhangi bir konunun ipoteği altında değildir. Herhangi bir ilgi alanı —ister bilim olsun, ister spor, ister siyaset…— bizim için, şu dünyada bulunuş amacımıza ilişkin bir anlam taşıyorsa anlamlıdır, ve ancak o açıdan yazı konusu olmaya değerdir.

Hedefimiz, belli bir yaş, eğitim ya da kültür düzeyi değil. Ne elitçiyiz, ne de halkçı. Ne “halkın anlayamadığı dil”den konuşur olmayı tasvip ediyoruz; ne de “halk bu dilden anlar” deme ucuzluğunu. Hedefimiz, yaşı, mekânı, öğretim düzeyi ne olursa olsun insandır; arayan, soran, sorgulayan, her türlü taassuptan uzak, hür, hakperest insanlardır. Ve, dergideki yazılar vasıtasıyla öylesi nice insanla konuşurken, kendimizi “kuş” değil, “koyun” olma lüzumunda biliyoruz. Yani, hazmedilmemiş öte-beri kabilinden yazılarla değil, kendi dünyamızda sindirilmiş, süt misali yazılarla konuşmayı hedefliyoruz. Bu çerçevede, şimdiden belirtelim: Bir fikir, hazmedilmeden yazılmışsa, yanlış yapmışızdır. Bir fikir daha sade bir dille ifade edileceği yerde, yapmacık bir süslemeye kaçılmışsa, yanlışımızdır. Bir fikir daha kısa ifade edilecek yerde, dolambaçlı izahlara sapılmışsa, yine yanlışımızdır.

Bu dergi, başkalarına karşı çıkıyor olmayı hedeflemiyor. Başkaları için çıkmayı da. Bu dergi, aslında, bizzat hazırlayanları için çıkıyor. Bir “karşı-dergi” olma hedefi gütmediğimiz gibi, bir “başkalarına yol gösterme” dergisi olmayı da düşünmüyoruz. Bilakis, dergiyi, düşünen ve konuşup tartışmak istediği birşeyleri olan insanlar olarak, bir “müzakere ortamı” şeklinde anlıyoruz. Bu dergideki her bir yazı, olsa olsa, “Biz şu hususu şöyle şöyle düşündük; siz ne dersiniz?” daveti olacaktır —bir fikrin empoze edilmesi değil.

Yanlış bu dergide yazılmış olsa da yanlıştır, ve doğru Çin’de bile olsa doğrudur. Fena ve fani bir adam, “güzel ve bâki bir söz” söyleyebildiği gibi, zıddı da mümkündür. Her doğru adamın her hali ve her sözü doğru olmayabilir. Bu noktada, bize göre, aslolan hakka taraftar olmaktır —şahıs ya da zümrelere değil. Yine aslolan haksızlığa karşı olmaktır —şahıs ya da zümrelere değil. Haklı bir davranış ve hakikatlı bir söz kimden ve nereden gelirse gelsin, makbulümüzdür. Keza, kimden ve nereden olursa olsun, haksızlığın ve hakikatsizliğin karşısında olma azmindeyiz.

Ve hepsinden öte, biliyoruz ki, yazmak, inanıp yaşamanın garantisi değildir. Doğruyu bilmek, her zaman o doğruya inanıyor ve o inanç ekseninde yaşıyor olmak anlamına gelmeyebilir. Dolayısıyla, bu dergide doğruları söylüyor olmak, mutlaka “Biz hiç yanlış yapmıyoruz” demek değildir. Hata etme ihtimalini ve hatadan dönme azmini hatırlatmakla birlikte, şu kanaatimizi de söyleyelim: “Ancak yaşadığımız doğrulardır ki, bizim için bir değer taşır.”

Doğruyu yazmanın —ve de, okumanın— doğruyu yaşamaya vesile olması dileğiyle…


* Bundan üç yıl kadar önce, bir "fotokopi dergi" olarak doğarken, yayın ilkelerimizi de açıklayalım istemiştik. Aylık olarak yayına başlarken, o gün çok daha sınırlı bir okuyucu kitlesine iletebildiğimiz bu ilkelerin yer aldığı "başyazı"yı virgülüne dahi dokunmadan, tekrar yayınlıyoruz.

  15.05.2004

© 2021 karakalem.net, karakalem




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut