Arşiv

 Yalandan Uzak mıyız?

ÇOCUKLARIN BENİM dünyamda farklı bir yeri var. Gerçi çoğu insan için de öyle olduğunu sanıyorum. Safça ama oturaklı soruları her zaman ilgimi çekmiş ve hoşuma gitmiştir.

Geçenlerde, sekiz–dokuz yaşlarında bir tanesiyle sohbet etme bahtiyarlığına eriştim. Bizim evde ve yalnızdık. Konu konuyu açtı; o noktaya nasıl gelindi bilmiyorum, bana “Sevan abla ben bazen yalan söylüyorum ve çok üzülüyorum” dedi. Hüzünlü bir çift göz bana bakarken, bir yandan da bu hatalarından dolayı Allah onu sevmezse durumunun ne olacağını anlamak istediğini belirtiyordu. Sonra o soru geldi. Belki de günlerce beni düşündüren soru. “Sen yalan söyler misin Sevan abla?” Cevabım hazırdı. “Hayır” dedim hiç düşünmeden. Ailem beni öyle tanırdı, okul arkadaşlarım da, komşular falan da belki... Yalan söylemezdim. Annem gittiğim yerleri bilir, doğru söylediğime güvenirdi. Onu şüpheye düşürecek hiçbir durumla karşılaşmamıştı. Babam dobralığımdan yakınır ama “Bu çocuk hep doğruyu söyler”i ekler ve kırılmazdı. Arkadaşlarımla da öyle. Farklı düşündüğümde sorulmazsa konuşmaz, sorulursa inandığımı —kendimce doğruyu— söylerdim. Başım sıkıştığında olası sonuçları pek düşünmez, kendimi kurtarmak için durumu farklı şekilde izah etmezdim. Tüm bunlar benim yalan söylemez olduğumu göstermek için yeterli diye düşünürdüm hep...

Ama nedense o gün o küçük kız çocuğuyla konuştuktan sonra içime gelen sıkıntıyla biraz düşünmek istedim. Hep böyle olurdu. Kalbimin daraldığını hissettiğimde, eğer üstüne gidersem birşeyler farkettirilirdi. Pek uzun sürmedi. Bir hafta önceki ders ve söylenenler kulaklarımda çınladı. Eliyle karşıda duran saksıyı işaret eden biri, “Sahabe buna sarmaşık demezdi” demişti. Ben gözümde şaşkınlıkla cümlenin devamını bekliyordum. Ve devam etti; “Bu gördüğünüz hazine–i rahmet’ten gelendir. Sâni’nin isimlerinin aynasıdır. Böyle düşünür, düşündüğü gibi konuşur sahabe. Yalan söylemez... Akşam Ahmet’lerde yemekteydik demez sahabe. Ahmet’lerde Rezzak–ı Hakiki onları doyurmuştur diyebilir; öyle konuşur. Ben falancayı seviyorum demez sahabe. Bilir ki elinden birşey gelmez, sevdirilir. Çarşıda, sokakta birbiriyle karşılaştıklarında Asr sûresini okur gider sahabe. Yalan olmayanı, Hakkı söyler. Derken onların günlük konuşmaları bize, bana ulaşır. Ve o konuşmalar dua olarak bazen namazların ardından, bazen Kandil gecelerinde okunur. Yalan olmayanın yeri, o kadara iner hayatımızda...”

Ancak gördüğü, tanıdığı, bildiği herşeyin varlık değil, —var edilmiş olduğunu— mevcudat olduğunu bilerek yaşayanlar yalan söyleyemez. Üzerlerinde gözüken herşeyin, maddî, manevî bütün kabiliyetlerin sahibi olmadığını, kendisine verildiğini bilen ancak yalan söyleyemez.

Kendi hayatımızda da cümlelerimizin ne kadarının yalan içerdiği bu hakikatlerin ne kadar farkına varıldığıyla orantılı galiba... Gerçi “Allah yardımcın olsun”un yerini “iyi şanslar”ın, Allah’ın selamı yerine bye’ın gezdiği, kavramların ve iman esaslarının böylesine altüst olduğu bir toplumda bu tarz cümleler kullanmanın Allah’ın Hakîm ismine ters düşeceği ortada. Tüm bunlarla, beraber bence önemli olan, cümleleri kullanırken düşündüklerimiz ve hissettiklerimiz. Yanımızda biri sınava girerken iyi şanslar dediğinde, şans ne demek, rastgele olan şey, tesadüf hiç yardım edebilir mi sorgulamasını yaşamamız. Bir bankanın reklamında söylenen, yazılan “... her zor anımda yanımdaydı. Şimdi de yanımda” cümlesinin ardından; bir bankanın aile ilişkilerime ne yardımı olur, kafama takılan hangi soruların cevabını verebilir, ölümü öldürebilir mi sorgulamasını yaşamamız. En azından söylenen ve söylediğim cümlelerdeki çelişkileri farketmemiz. Rastgele davranmamak gibi, rastgele konuşmamak hakikatini farketmemiz.

Şöyle bir, günlük konuşmalarıma bakıyorum da, söylediklerim bir yana, söylerken düşündüklerim bile kasıtlı olmaktan çok uzak. Cümlelerin çoğu rastgele, düşünmeden, sorgulamadan söylenmiş. En kötüsü ise duyduğum ve söylediğim yalanlara farkında olmadan da olsa inanıyor olmam. Rahatsızlık hissetmemem bunun en açık delili.

Çözüm ise, bütün cümleleri edilgen kullanmak değil galiba. Kendim de dahil herkese ve herşeye sorarak bakmak. İman–ı tahkiki ile yol almak. Nasıl olsa hads haline gelen düşünce ve hissiyat “balın kabına sızdığı gibi” gizli kalmaz. Konuşma ve cümlelerimize sızar. Fıtrî olduğu için de, bu ifadeler batmaz ve rahatsız etmez.

Düşünüyorum da, şimdi o küçük kız tekrar aynı soruyu sorsa ne derdim acaba? Yalan söylemiyorum demekle en büyük yalanı söylememiş miydim?

  15.05.2004

© 2021 karakalem.net, Sevde Sevan Uşak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut