"TÜRKİYE’DE İLK ZİNCİRLEME kaza: 25 araç birbirine girdi."
"Somali açlıkla pençeleşiyor."
"Yugoslavya kan gölü: iki günde 48 ölü."
"Azerbaycan’da iki başlı yılan."
"Esenler’de cinnet günü!"
‘İletişim çağı’nın insanları olarak, hemen her gün, böylesi haberler içinde yaşıyoruz. O kadar ki, hiç gazete almayan, televizyon da seyretmeyen bir insan olsak bile, sonuç değişmiyor. Ya yolda beride, işte, vapurda gazeteler gözümüze ilişiyor; yahut sağdan soldan mutlaka bu gibi şeyler duyuyoruz.
Çünkü, tüm bunlar birer ‘haber.’ Haberin tanımı ise belli: ‘bilinen şeylerin dışındaki olay ve gelişmeler.’ O ünlü örneği hatırlarsak: "Köpek insanı ısırırsa haber olmaz, çünkü bu olağan birşeydir; ama insan köpeği ısırınca..."
İşte o anlayışın ürünü olan gazeteler, dergiler ya da TV kanalları sayesinde, günlerimiz ‘insan köpeği ısırdı’ türünden haberler ile dolu. Aynı sırada, belki binlerce insanı da köpekler ısırıyor, ama duyanımız olmuyor. Daha doğrusu, her gün ‘olağandışı’ olayları haber diye öğrenirken, nice olayı ‘olağan’ yaftasıyla es geçiyoruz.
Oysa ‘olağan’ sayılan olaylar gerçekten olağan olaylar mı diye hangimiz düşünmüştür? İstanbul TEM yolunda sisli bir günde 25 araba çarpışınca ‘haber’ oluyor; üstelik en çok satan gazete bu haberi manşetten veriyor. Peki, aynı yolda her gün 125.000 arabanın çarpışmadan gidip gelişine ne demeli? İstanbul’un sair yollarının trafiği de hesaba katılırsa, neredeyse bir milyon aracın çarpışmadan gidip gelmesine ne buyurulur?
Üstelik hava şartları, yol şartları; araçların lastiğinden frenine kadar, her an bir tehlikeye kapı açması muhtemel hassas yapısı dikkate alınırsa... Hele hele, o arabaları kullanan insanların, cüz’î irade verilmiş mahlûklar olarak, her an bir yanlış yapabilme durumunda oldukları da düşünülürse...
Tüm bunlardan sonra, hangi olay daha ‘olağandışı" dersiniz: 25 aracın çarpışması mı, 125.000 aracın çarpışmaması mı?
Ama, ‘çağdaş habercilik anlayışı’ içerisinde yazılmış haberleri okurken, işte bu bomba gibi haberi kaçırıyor, üstelik bir imkândan da mahrum kalıyoruz. Hadisenin özünde kendini açıkça hissettiren ilahî rahmeti ve de ‘hıfz-ı ilahî’yi farketme imkânından!
Yahut, Somali’de yaşanan açlığı okuyoruz diyelim. Bizim o haberi okuduğumuz esnada, 5 milyar insanın neredeyse tamamına yakını ise, rızıklarına kavuşmuş halde bulunuyorlar. Fakat, ‘çağdaş habercilik’ bizi çağdaş medeniyetin sorumlu olduğu bir açlık vak’asıyla oyalarken, yeryüzünde yaşayan beş milyar insanın rızkını veren; sair milyarlarca, hatta trilyonlarca mevcudun da rızkını veren bir Rezzak’ı tanımaktan alıkoyuyor. Dahası, beşerin kendi hatasının sonucu olan sözkonusu hadise ile, aklınca, kâinatı çevreleyen rızık verme gerçeğini, rezzâkiyet hakikatını perdeliyor, yalanlıyor.*
Örnekleri uzatmak mümkün.
Sözün kısası, biz haberleri okurken ya da izlerken, aslında bir dünya görüşünü okuyoruz; bir hayat anlayışını izliyoruz. Ki o görüş, bizim bakışımızı yer yer gölgeliyor, engelliyor, yanıltıyor, hatta karartıyor.
Öyle olmadan, herşeyi olduğu gibi sunan; hiçbir şeyi çarpıtmadan veren ve asıl ‘haber değeri’ taşıyan şeylerin haberini veren bir ‘haber kaynağı’ mı arıyorsunuz? Var. İsmi mi? İsmi bizde mahfuz.
Sadece bir ipucu: Diğer gazeteler yokken o vardı. En büyük yorumcusuna ise, ‘Muhbir-i Sâdık’ diyorlardı.
* Kaldı ki, yeryüzünde, meselâ Afrika’da yaşanan açlığın gerisinde, zamanında orayı sağmal bir inek gibi kullanıp posasını Afrikalıya bırakan ve bugün “komşusu aç iken tok yatan” çağdaş medeniyetin kirli elleri var. Bir de, bu medeniyetin Somali temsilcisi durumundaki halihazır iktidar kavgacıları…
© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu