-RISALE okuma metodu olarak bizlere neler tavsiye edersiniz?
-Risale-i Nur ile alakalı bu bana çok sorulan bir sorudur. “Nasıl okumamız lazım” diye. Risaleden beslendiğimizi hiçbir zaman red etmedik, red etmemiz de zaten kadirnâşinaslık olur. Şöyle sorularla karşılaşıyorum; “Filan yazınızda şu bahisten, şu bahislerdeki kavramlaştırmalar-dan aldığınız dersi, çıkardığınız manaları yazıyorsunuz. Ama biz aynı yeri okumuş olmakla birlikte aynı nüansı fark edemedik. Okumanızda ne fark var? Risalelerde derinleşmek için tavsiyeleriniz neler?”Genellikle şunu söylüyorum;
Birincisi; Risale-i Nur’un tamamına nüfuz etmeniz öncelikle gerekir. En başta risalenin tamamını bir kere okuyun. Bir kerenin yeterli olduğunu düşünmüyorum ama en az bir kere okumuş olmanız gerekiyor. Tâ ki, bir mesele, bir kavram veya bir sorunun izini sürmeye başladığınızda Risale ülkesi içerisinde rahatlıkla dolaşabilesiniz.
Adeta, bir kuş bakışı nazara sahip olmanıza sağlayacak şekilde ana hatları ile nerede ne var, hangi bahiste nelerden bahsediyor, bunu bilebilecek kadar tamamını okumanız gerekir diye düşünüyorum.
İkincisi; Bir kere tamamını okudukta sonra, bu okumaları sürdürmeniz gerekir. Bir taraftan da belli bir periyot dahilinde, belli bir bahis üzerine yoğunlaşmanız gerekir. Bir dönem için, artık o günkü ihtiyacınıza, arayışınıza, halet-i ruhiyenize uygun bir eseri temel ittihaz edeceksiniz.
Bu noktada Abdülkadir Badıllı ağabeyin bir yazısındaki güzel bir ifadesini nakletmek isterim; “Kök Risaleler.” Bir anlamda, risale tefekkürü ağacının beslendiği en temel risaleler. Bunlar da büyük itibarıyla Sözler, Lem’alar, Mektubat ve Şualar’da vardır.
Sözler’in aşağı yukarı tamamı, ama özellikle de, 10, 12, 20, 23, 24, 25, 26, 27, 29,30, 31, 32. Sözler...
Lem’alar’da; 17, 19, 20, 21, 30. Lem’a gibi...
Mektubat’ta; 19, 24, 26, 28, 29. Mektuplar...
Şualar’da; 2, 4, 7, 11, 15. Şua gibi...
Bunlara mümasil, ihtiyacınıza uygun gördüğünüz bir kök risaleyi merkeze alın, “bunu özellikle okumak istiyorum, buna ihtiyacım var” deyin.
O Risalenin mümkünse baştan sona müzakeresini başka arkadaşlarla birlikte ve yoğunlaşarak her bir bahiste metnin tamamını okumanın verdiği bir şey ile “bu bahis tüm olarak ne söylüyor, temel olarak ne mesaj veriliyor” bunu kavrayacak şekilde risale üzerine bir yoğunlaşma öneriyorum ki, benim anlama serüvenim böyle olmuştur.
Elbette, başka okuma, anlama biçimleri vardır. Ben böyle okudum, böyle anlama imkânına sahip oldum. Mesela benim için hayatın bir döneminde, daha genç olduğum bir dönemde 32. Söz büyük bir anlam ifade etmişti, hâlâ da eder..Benim için merkezi risale o olmuştu. Belki bir yıl, bir buçuk yıl, başka bir yeri okuyor olsam bile “32. sözde geçtiği gibi diyerek” ona atıflarla geçmiştir.
Sonrasında uzunca bir dönem 24. Söz üzerine yoğunlaştım. Belki 2 veya 3 yıl 24. Söz üzerine müzakeremizden söz edebilirim. Daha sonra aynı şekilde 25. Söz, 30. Lem’a, 4. Şua, 2.Şua ila ahir.
Şahsen bunlardan muazzam bir fayda gördüm. Bu yoğunlaşma esnasında da dikkat edilmesini tavsiye edebileceğim hususlar var:
(1) Okunan her bir bahisin içerisindeki bir anahtar kelime veya kelimeler, veya bir kavram aramak.. O metnin özeti diyebileceğimiz, o metnin asıl mesajını taşıyan bir cümle muhakkak vardır, onun peşine düşmek.. Bunu özellikle belirtiyorum. Çünkü o anahtar kelime metnin odalarını tamamen açıyor.
Anahtar kelimeyi fark etmek, o metnin zihnimizde bir yere sahip olmasını sağlıyor. O zaman adeta bir toz zerresinin üzerine midyenin inci husule getirmesine benzer şekilde o anahtar cümle sizin zihninizin bir yerlerinde duruyor ama yıllar geçtikçe, farklı açılardan bakınca görüyoruz ki, o cümlenin üzerinde bir anlam hazinesi mi diyeyim, çekirdeği mi diyeyim sizin için örülmüştür. Bunu ben özellikle tavsiye ediyorum.
(2) Sonrasında da, okunan o bahis içerisinde baştan sona nasıl gelinmiş, cümleler arasında irtibat ve nüanslara dikkat gibi hususlar geliyor. Özellikle de birbirine yakın anlamlardaki kelimelerdeki nüanslara dikkat.
Mesela, Rahmaniyet ve Rahimiyyet… İkisini de Allah’ın Rahmet sıfatı diye geçiştirme yerine, nadir nüansları bunu düşünmek.
Yine mesela, inam, ihsan ve ikram..Üçü de birbirine yakın anlamdaki kelimeler..Ama bunlar aynı anlama geliyor demek yerine nüansları nedir? vs..
(3) Bazen cümleyi tersinden kurmak. “Cümle şöyle değil, böyle kurulsa doğru olur mu, tam olur mu, niye yanlış olur, niye eksik olurdu” diye bir beyin jimnastiği yapmak. Ve bu tür jimnastiklerle, tabiri yerindeyse şu noktaya gelebilmek; adeta Bediüzzaman, Risale-i Nur’u yeni te’lif ediyor, cümleleri kuruyor, kelimeleri seçiyor, cümleleri sıralıyor gibi, sanki Bediüzzaman’ın yanındayız ve Bediüzzaman sesli düşünüyor gibi bir halet-i ruhiye yaşamak, o yoğunlaşmalar ve müzakereler esnasında.. Ben bunun muazzam bir katkı sağladığı düşüncesindeyim.
Ama elbette bunu yapabilmek için öncelikle Bediüzzaman ve eserine karşı bir hüsnüniyete sahip olmamız gerekiyor. Orada bir kusur arama, karalama veya burun kıvırma ruh haleti ile yaklaştığımızda Risale-i Nur’un bu nüktelerini, bu manalarını, bu derinliğini size ifşa etmesi mümkün değil.
Burada, Bediüzzaman’ın Allah’ın izniyle doğru şeyler yazdığını, doğru yaşadığını ve doğru sözler yaşamaya azmetmiş bir insan olduğuna dair bir itimatla eserlere muhatap olduğumuzda ancak böyle bir anlama biçimini geliştirebiliyoruz ve ancak bu takdirde derin anlamlar ve nüanslar hazinesi kendisini ifşa ediyor. Sonrasında da artık, Risaleler karşısında daha derin bir vukufiyet imkânı oluyor. Özetle böyle bir cevap verebiliriz.
-Risalelerden başka bir kitap okunmamalı şeklinde bir anlayışı nasıl buluyorsunuz? Bunun sadakat ile bir alakası var mı?
-Ben bunun çok yanlış anlaşılan ve bazen nerdeyse bazı nur talebelerini güya sadakat namına “cehalet taraftarlığı” diyebileceğimiz bir noktaya kadar sürükleyebilecek bir husus olduğunu düşünüyorum.Şimdi, bu iddiaları dile getiren insanlar, risale metinleri üzerine bir akıl yürütme, bir muhakeme, bir yorum getirme fikrini elbette kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onlara risalenin içerisinden yazılı bir metin göstermek gerekiyor ki, ikna olsunlar.
Şimdi, bir kere Risale’nin kendisinde bu manada başka eserlere atıflar görebiliyoruz. En basitinden, hemen bir misal verelim. Kitab-ı Mukaddes’te bu kadar tahrifata rağmen Hz. Peygambere(SAV) atıflar olduğunu, işaretler bulunduğunu Mucizat-ı Ahmediyye risalesinde anlatırken, “Hattâ Şeyh Rahmetullah-i Hindî (allâme-i meşhur) kütüb-ü sâbıkanın binler yerde tahrifatını, keşişlerine ve Yahudi ve Nasara ülemasına isbat ederek, iskât etmiş. İşte bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi meşhur Hüseyin-i Cisrî (Rahmetullahi Aleyh) o kitablardan yüz ondört delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. "Risale-i Hamîdiye"de yazmış. O risaleyi de, Manastırlı Merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse, ona müracaat eder, görür” der.
Bunun gibi atıflar var. Veya mezheplerin birbirini bir adalet terazisi gibi dengelemesi için konmuş, bir rahmet manası içeren o farklılıkların ümmete rahmet olan yerlerini ifade ederken İmam-ı Şarani’nin El Mizan’ına, mezheplerin muvafakatine adanmış o eserine atıfta bulunur; “Mizan-ı Şaranî mizanıyla, şeriat mizanlarını bu suretle müvazene edebilirsen et” der.
Bu gibi, doğrudan atıflar görünür veya sünnet-i seniyyenin özü, esası, ruhu, bu zamanda sünnete ittibanın, sünnete temessekün, bid’alara aldanıp sünnete karşı ukalalık etmemenin önemi gibi temel meselelerini anlattığı Sünnet-i Seniyye risalesinin sonunda Bu hakikatin tafsilâtına dair binler cild kitab te'lif edilmiştir. “Arife bir işaret yeter” sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz” der.
Sünnet-i Seniyye risalesinde biz sünnetin esası öğreniyoruz. Ama hangi konuda sünnetler nedir, bunu Sünnet-i Seniyye Risalesi anlatmıyor. Anlatması da zaten gereksiz olurdu. Çünkü bu konuda zaten yazılmış eserler var.
Bediüzzaman, sünnet-i seniyye risalesini, bu zamanda sünnet-i seniyyeye ittiba noktasında ümmete bir gevşeme ve bid’aların savleti..Buna karşı tekrar sünnetin manasını müminlere hatırlatmak ihtiyacıyla kaleme almıştır. Ama hakkında birçok eser yazılmış ve halledilmiş kısmında yeni bir telifata girmemiştir.
Dolayısıyla, bu tarz bahisleri terazinin bir kefesine koyduktan sonra diğer kefeye risaleden başka kitap okunmamalı görüşünü koyduğumuzda hangisinin ağır basacağı açıkça ortaya çıkacaktır.
-Yalnız, bunu savunanlar üstadın bir kısmı halen de yaşayan hizmetkarlarını nazara veriyor, Üstad onların başka eserlerle iştigaline izin vermemiş diyorlar..
-Ben bu bahislerden anladığım gibi düşünmüşümdür ve böyle düşünmeye de devam ediyorum. Bediüzzaman’ın “Risale size yeter” manasındaki ifadelerini de şöyle anlıyorum; “Kur’an’ı anlamada, sünneti anlamada, İslam’ı anlamada usul olarak Risale-i Nur yeterlidir. Usul açısından Risale-i Nur, bu zamanda bir mümini tek başına pek ala besleyebilir bir durumdadır.”Ben bunu böyle anlıyorum ve dolayısıyla usul noktasında ikinci bir esere ihtiyaç olduğunu şahsen de düşünmüyorum ve ikinci bir esere ihtiyaç duymuyorum.
Bilakis usul noktasında Risale-i Nur’u gözardı edip, hele ki Risale-i Nur ile muaraza eden bir müminin ben gerek ontolojik düzlemde, gerek sosyal, siyasal düzlemde sağlam, muvazeneli bir duruşa sahip olma ihtimalini düşük görüyorum. Muarız ise imkânsız görüyorum.
Bediüzzaman’ın bu sözünü bu şekilde anlıyorum. Dediğim gibi risale dışında hiçbir esere ihtiyaç yoktur şeklinde olsaydı, risalede bu atıflar olmazdı.
Söylediğin konu vesilesi ile şu hususa da değinmek isterim; Benim için asıl olan Risale’nin metnidir. Bediüzzaman’a atfedilen hatıralar aslolan değildir. Onlar ikinci derecede anlamlıdır, değerdedir ve Risale metnine uyum sağladıkları oranda değerlidir.
Çünkü “söz uçar, yazı kalır.” Yani, metnin Bediüzzaman’dan olduğu gibi intikal ettiği ve genel durumlara işaret ettiği apaçık ortada.. Ama aktarılan hatıranın yaşandığı günün safiyetiyle aktarıldığından, cümlelerin olduğu gibi aktarıldığından emin olamıyoruz. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” bir kere bundan kaynaklanan bir aşınma söz konusu..
Birebir diyaloglar hususi şahıslara ve hususi durumlara işaret eder. Bunu bir metne taşımışsanız şayet artık genele hitap eden bir şeyden söz edersiniz.
Risale’de yazılı olan durum genele hitap ederken, güya onunla çelişen, onunla çatışan, hatta onu nakzeden durumdaki, bir sözlü rivayet veya hatıra yoluyla aktarılan durum özel bir hale işaret eder ve Risale metnini nakzedemez. Risale metni genel hükmü temsil etmeyi sürdürür ve bu özel hatıranın genelleştirilmesine müsaade etmez.
Ben bu şekilde bakıyorum. Dolayısıyla, risaledeki bu manada başka eserlere atıflar söz konusu iken, risaleden başka eser okunmaz, okunması da doğru değildir, zarardır şeklindeki bir anlayışı en başta risalenin kendi atıflarına, dolayısıyla da risalenin özüne muhalif bir tutum olarak görüyorum ve bunu asla doğru bulmuyorum.
Kaldı ki, kendi namıma, kendi hayat serüvenim itibarıyla, risale dışındaki okumalarımın Risale-i Nur’u anlama noktasında muazzam faydalar gördüğünü söyleyebilirim.
Bu okumalarım, usul noktasında, meselenin ruhunu, özünü temsil etme, tespit etme noktasında Risale-i Nur’un eşsizliğini anlama, dolayısıyla da Risale-i Nur’a olan muhabbetimi ve sadakatimi ziyadeleştirmesi noktasında da bana muazzam faydası olduğunu söyleyebilirim.
Bundan dolayı “başka eser okunmaz şeklindeki, okumayı adeta Risale-i Nur’a bir muhalefet ve sadakatsizlik ve Risaleye ihanet gibi algılayan tutumları anlamam mümkün değil.
Buna karşılık, bu topraklarda nur talebeleri eğer kritik meselelerde sözü geçer akçe değilse—ki bunu bir vakıa olarak kabul etmek gerekir—Risale-i Nur’un mesajını toplumun geneline, özellikle de entelektüel kapasitesi daha yüksek kişilere aktarma noktasında bir zaafiyet yaşanıyorsa, bunda Risalenin özüne muhalif, adeta cehalete taraftarlık anlamına gelen bu mutaasıbane sadakatin kesin bir etki olduğuna inanıyor ve böyle bir anlayışı asla doğru bulmuyorum.