Asabiyetler ve çelişkiler

Abdullah Taha Orhan

Henüz Hz. Ömer döneminde, 639 yılında, hem de Halid b. Velid radiyallahuanh komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedilmiş olmasına rağmen, İslam’ın Anadolu’ya girişini 432 yıl sonrasına, Malazgirt’e bağlayan bir resmi tarihimiz yok mu bizim de?


OKUDUĞUM METİNLERDE, tanıştığım insanlarda ve gördüğüm yerlerde ilk gözüme batan şeylerden biri çelişkiler olmuştur hep. Belki de insanoğlunun genel karakteridir bu. Genel düzene uymayan noktalar çeker dikkatimizi.

Örneğin Kongo’da telli telefon teknolojisi ve daha pek çok teknolojik gelişme ülkeye gelmeden, internetin ve cep telefonu teknolojisinin ülkeye gelmiş olması ve insanların çok zor şartlarda, teknolojik olarak belki de iki yüzyıl öncesini yaşıyor olmalarına rağmen cep telefonundan taviz vermiyor oluşları bir çelişki olarak epey dikkatimi çekmişti.

Topyekûn bir kabul: Zerdüşt, Safevî ve Kajar dönemi

İran’da da dikkatimi en çok çeken çelişkilerden biri, yoğun İslâmî söyleme, İslâm cumhuriyeti olmaya yapılan vurguya rağmen İran tarihini topyekûn kabul ve güzelleme eğilimi oldu.

Gezdiğimiz çoğu tarihi eser, İran tarihinin Batılılaşma süreci olarak yorumlayabileceğimiz Kajar dönemine aitti. Daha geriye gidersek, İslam’dan önceki Zerdüşt geleneğinin dahi bir toplumsal kabulü olduğunu gördük.

Zerdüşt gelenek, Safevî dönemi ve Kajar dönemi gibi birbirinden çok farklı ve daha da önemlisi birbiriyle çelişen ve çatışan dönemler aynı anda olumlanıyor ve güzelleniyordu.

Bu belki de tüm milliyetçi tarih yazımlarının ve milliyetçi tarih okumalarının kaçınılmaz olarak yakalanacağı bir çelişki. Türkiye için de bunu söylemek pekâlâ mümkün. İslam’dan önceki Türk tarihinden de sitayişle bahsetmiyor mu resmi tarih?

Anadolu’ya İslam’ın girişi mi, Türklerin girişi mi?

Ya da henüz Hz. Ömer döneminde, 639 yılında, hem de Halid b. Velid radiyallahuanh komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedilmiş olmasına rağmen, İslam’ın Anadolu’ya girişini 432 yıl sonrasına, Malazgirt’e bağlayan bir resmi tarihimiz yok mu bizim de? (*1)

Buna bir diğer çarpıcı örnek de Mısır’dan. Orada da firavunlardan, piramitlerden dolayı gururlanan insanlar mevcut bildiğim kadarıyla. Hakikaten insanın İslam’ıyla çelişen oldukça tehlikeli çelişkiler bunlar.

İşte İran’da da maalesef Fars ve İran milliyetçiliğinin getirdiği bu ve benzeri çelişkiler mevcut. Bu milliyetçi yaklaşımın getirdiği bir diğer çelişki de özgüven çelişkisi. Görebildiğim kadarıyla halk ciddi anlamda İran’ın dünya lideri ve bir süper güç olduğu konusunda pompalanmış. Birçok telkin unsuruyla da bunun altı desteklenmiş.

Fakat bu büyük özgüvene rağmen halkın refah seviyesinin çok düşük olması, gelir seviyesinde zengin ile fakir arasında çok ciddi uçurumlar olması ve dünya lideri söylemine rağmen İran parasının küresel arenada oldukça değersiz oluşu ciddi çelişkiler olarak göze batıyor doğrusu.

Süper gücüz, paramız değersiz olsa da…

Son olarak İran’ın Suriye krizinde düştüğü çelişkiyi de eklemeden edemeyeceğim. Öyle bir çelişki ki İran’ın kadim düşmanı olarak lanse edilen ve İran hükümetinin, pasaportunda mührü olanları ülkesine dahi almadığı İsrail’le neredeyse işbirliği yapar hâle gelip Esed ve İsrail’le aynı safta yer alması.. Düşülen bu çelişkinin altında da yine bir diğer milliyetçilik, asabiyet biçimi olan mezhepçilik yatıyor ne yazık ki.

İnsanoğlunun kadim çelişkileri... Asabiyetler insanı, iddiasının tam zıddını kabul eder hâle getiriyor işte…


1. Her fırsatta hatırla(t)maya çalıştığım bu noktanın farkına varmamı sağlayan sevgili Metin Karabaşoğlu ağabeye teşekkürlerle…

  18.10.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut