Ânı yaşayamamak

Abdullah Taha Orhan

İnsanı geçmişte ve gelecekte yaşatan bir ideoloji, meşruiyetini bu ideolojiden alarak inşa edilmiş bir devlet sistemi ve dünün acılarıyla yarının emelleri arasında sıkışmış insanlar... Bugünün İran’ını biraz da böyle gördüm ben.


İRAN’A DAİR genel bir izlenim yazısının ardından İranname’mize kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk yazımızda genel hatlarıyla son tahlilde ümitvar olduğumuzu yazmıştık. Bundan sonraki yazılarda ise biraz daha ayrıntıya inecek, iyisiyle kötüsüyle izlenimlerimizi paylaşmaya çalışacağız.

İran denince elbette ki akla ilk Şia inancı geliyor. Bazı açılardan Şia ile mevcut Hıristiyanlık inanışları arasında paralellikler olduğunu söylemek mümkün. Örneğin Hıristiyanlıktaki kurban İsa (aleyhisselam) figürüne yakın bir kurban İmam Ali (radiyallahuanh) figürü karşımızda Şia inanışında. Daha da önemlisi Hıristiyanlıktaki ruhban-din adamı sınıfına benzer bir molla sınıfı var günümüz Şiiliğinde. Bu da beraberinde teokratik bir devlet sistemini getiriyor, aynı Orta Çağ Hıristiyan Avrupa’sında olduğu gibi.

Bu anlamda günümüz İran’ının, teokratik bir devlet olarak İsrail ve Vatikan’la da, devlet mekanizması ve devletin dayandığı meşruiyet zeminleri açısından ortak paydaları olduğunu söyleyebiliriz. İran devlet rejiminin velayet-i fakîh yetkisine sahip olan ‘masum’ “rehber”i ile Vatikan’ın ve Katolik Hıristiyanların ruhani lideri olan ‘masum’ papa arasında, masumiyet ve bu masumiyetin devletin meşruiyetinin en temel zemini olması bakımından benzerlikler kurulabilir hâlde.

‘Trajik geçmiş’ ve ‘mükemmel gelecek’

Görebildiğimiz kadarıyla, Şiiler geçmişin trajedileri ve geleceğin idealleri arasında sıkışmış durumdalar. Ânı yaşayamıyorlar çoğunlukla. Bugüne, dün ve yarına olan bağlantısından dolayı önem veriyorlar ancak. Bu da bugünü geçiştirmeyi netice veriyor maalesef. Bunun toplumsal tezahürlerini gündelik hayatlarda görmek mümkün. Kuralsız trafikte, sosyal bir riya müesssesi olan “taarruf”ta, hoyratça kotarılan insan ilişkilerinde ve toplumsal güvensizlikte ânı ıskalamanın ve bugünü geçiştirmenin izdüşümlerini görebiliyor insan.

Öyle bir algı ki bu, Mehdi’yi, gâib imamı beklemeyi, Allah’ı bilmekten sonra en faziletli amel olarak sayıyor. “Trajik geçmiş” ve “mükemmel gelecek” söylemleri arasında bugünü değersizleştiren ve es geçen bir paradigma.

İran’ın Şiiliği devletin kurucu ideolojisi haline getiren söyleminin, insanları bir ideolojide, bir idealde yaşamaya ittiğini söyleyebiliriz pekâlâ. İnsanları bu ideolojiye bağlayabilmek için de pek tabi baskının kullanıldığını da. Adım başı karşınıza çıkan Hamaney ve Humeyni posterlerinin psikolojik bir telkin unsuru olarak kullanılmadığını söylemek mümkün mü? Sanki Orwell’ın 1984’ündeki gibi, Büyük Birader’in sizi her an izlediği zehabına kapılabilirsiniz İran sokaklarında dolaşırken.

Orwell’ın 1984 romanı hâlâ güncelliğini koruyor

Bir diğer toplumsal baskı unsuru da Mısır’daki Baltacılara, Suriye’deki Şebbiha’ya benzer bir yapılanma olan Besic. Rejimin toplumun damarlarına sirayet etmesi ve muhtemel her türlü riski daha oluşmadan engellemek amacıyla kurulmuş, sosyal bir kolluk kuvveti. Yine 1984 romanını hatırlayacak olursak, çocukları dahi komşularını Büyük Birader’e ispiyonlayan birer ispiyoncu konumuna getirebilen mekanizma aklına geliyor insanın bu yapıyı görünce.

İnsanı geçmişte ve gelecekte yaşatan bir ideoloji, meşruiyetini bu ideolojiden alarak inşa edilmiş bir devlet sistemi ve dünün acılarıyla yarının emelleri arasında sıkışmış insanlar... Bugünün İran’ını biraz da böyle gördüm ben.

Oysa mü’minin hayatı ânıdır, geçmiş bugün bize yol gösterici olduğu, ilham ve tecrübe verdiği ölçüde değerlidir mü’min için. Yarın, dün ve bugün yapılan hataların telafisine imkân tanıdığı için değerlidir en çok da. Zaten dünyevi anlamda gelecek henüz yoktur, geleceğinin garantisi de yoktur nitekim. O yüzden aslında mü’minin elinde olan ancak ânı değil midir?

  09.10.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut