DAHA ÖNCE Seyyid Kutub’un Al-i İmran Sûresi tefsirinden yansıyanlarla ilgili bir yazı kaleme almıştım. Şimdi sıra Nisa sûresinde. Nisa sûresine dair tefsir okumaları için faydalandığım eserlerden biri de, Fahreddin Razi’nin 23 ciltlik Tefsir-i Kebir’i. Razi’nin bu tefsiri, şimdiye değin okuduğum tefsirler içinde tarz olarak en çok hoşuma gidenlerden; zira uzun olmasına karşın, her sûre kapsamında soru-inceleme-cevap şeklinde derinlikli tartışmalara giriliyor. Aşağıda, bu eserin Nisa sûresi kısmından bazı alıntılar ve bunlara dair kişisel görüşlerimi paylaşacağım.
Her şeyden önce sûrenin özetini şöyle yapıyor Razi:
“Bil ki Allah Teâlâ, sûrenin sonu başına uygun düşsün diye, bu sûrenin evvelinde mallarla ilgili hükümlerden bahsetmiş ve sonunu aynı mevzu ile bitirmiştir. Sûrenin ortası ise, hak dine ters düşmüş olan fırkalarla tartışmayı ihtiva etmektedir.”
Sûrenin hemen girişindeki ilk ayete binaen Razi diyor ki:
“Bil ki Allah Teâlâ bize ittikâ etmemizi (çekinmemizi) emretmiş, bunun peşinden de bizi tek bir kişiden yarattığını zikretmiştir ki bu, ittikâ ediniz emrinin, O’nun bizi tek bir nefisten yaratmış olmasına bağlandığını hissettirmektedir. Çünkü bütün insan tiplerini tek bir insandan yaratmak, kudretin ne kadar mükemmel olduğuna en ileri derecede bir delildir.”
İnce ayarın takdirine dair harika bir açıklama.
Sûre bunun ardından hukuki hükümlerle devam ediyor, özellikle de yetimlerin hakları, miras hukuku ve evliliğe dair olan hükümlerle. Birbirini takip eden bu hükümlere aniden ara verilişine ve bambaşka bir konuya geçilişine dair Kuran’ın üslubunun inceliklerini yansıtan güzel bir tespit dile getiriyor Razi:
“Cenâb-ı Hak, bu sûrenin başından buraya kadar pek çok çeşitli mükellefiyetler ve şer’î hükümlerden bahsedince, burada, bu hükümlerin izahını keserek, din düşmanlarının hallerini ve daha önceki ümmetlerin kıssalarını anlatmaya geçmiştir. Çünkü ilmin bir çeşidini sürdürmek, insanın ruhuna yorgunluk ve usanç veren, zihni bulandıran hususlardandır.”
Benzer bir yöntem, kalem erbâbı olan herkese bir örnek sunabilir diye düşünüyorum. Bu sûredeki üslupla ilgili bir başka tespiti de 127. ayet nezdinde şöyle yapıyor:
“Allah Kuran’da herhangi bir hüküm zikrettikten sonra, bunun peşinden vaad -vaîd, tergib- terhib hususunda birçok âyet zikreder ve bunları, Allah’ın azametine, kudretinin celaline, azametine ve uluhiyyetinin yüceliğine delalet eden âyetlerle karıştırır. Daha sonra da, tekrar hükümleri beyan etmeye döner. Bu, tertip çeşitlerinin en güzeli ve kalblerde tesir uyandırmaya en elverişli olanıdır. Çünkü meşakkatli şeyleri yapmayı teklif etmek ancak, vaad ve vaîd ile birlikte bulunduğu zaman kabul edilebilir, kabul mevkiinde bulunur.”
Bu gerçekten örnek alınası bir yöntem.
49. ve 50. ayetleri ise şöyle değerlendiriyor müellif; aslolan insanın kendi kendini tezkiye etmesi (temize çıkarmasına) değil, ancak Allah’ın onu tezkiye etmesidir. Kişilerin, hatta kurumların belki de bir nevi reaksiyon olarak sıklıkla başvurduğu kendini temize çekmeye çalışma ve bu uğurda köşe bucak delil aramanın karşısına şu dikilmeli hep: Allah seni temize çıkarır mı idi iyice bir tart bakalım! İşte bu tartma işini hakkıyla yerine getirebilmek için de çeşitli araçlar mevcut.
Nedir bunlar? Her şeyden önce saf bir niyet. Sonra vicdan. En sonda ise vahiy.