Arşiv

 İslam, İktidar ve İhtiyar

Saf ihlasın zedelenmemesi, mü’minin tüm eylemlerinin tek hareket noktasıdır. Bu bakımdan dinin siyasal görünürlüğünü, hem de tarih dışı bir bakışla mutlak bir gereklilik olarak önceleyenler, dinin imtihan olduğu gerçeğini ortadan kaldırmakta ve onu konformizmi önceleyen dünyevi bir ideolojiye dönüştürmektedirler.



1980’Lİ YILLAR İran ‘İslam’ Devriminin meydana getirdiği ivmeyle, İslam adına iktidar talep eden grupların yükselişine sahne oldu. Kimi yerlerde silahlı mücadele (Taliban), kimi yerlerde demokratik yollar (FIS, RP) denenerek İslam’ın iktidara taşınması çabaları, küresel kapitalizmin adaletsizlikleri karşısında önemli bir çıkışı temsil etmekte ve ezilen kitleler adına sosyalizmin yapamadığı öncülüğü gerçekleştirmekteydi. Cezayir’de bugünkü kokuşmuş yönetim sınıfının kitleler karşısındaki imtiyazlı ve tepeden bakan konumuna yakından bakmak, Müslüman dünyada siyasal İslam’ın gücünün kaynağını keşfetmek için yeterlidir. Aynı şey ‘Adil Düzen’ söylemiyle halkın taleplerinin reel sözcüsü olmayı başararak büyük iktidar ortağı olan Refah partisi için de sözkonusudur.

Bu iki ülkede de yönetici elitin kokuşmuş vesayetinin kitlesel ölçekte taşınamaz hale gelmesi, siyasallaşan İslam’ın iktidar talebinde somut yansımasını bulmuştur.Peki siyasallaşan İslam’ın dini iltizamı bir tercih konusu (ihtiyar) olmaktan çıkararak bir kabul konusuna dönüştürmesi, bir din olarak İslam’la ne kadar bağdaştırılabilir? Ya da, İslam’ın siyasal alana bakan yüzüyle birlikte toplumsal olana bakan yüzünü de kategorik olarak reddeden militan laikliğin ceberut karakterinin hem İslam’la, hem de insan hakları söylemiyle uyuşmaması gibi, siyasal İslam’ın İran’daki zorunlu başörtüsü pratiğinde somutlaşan uygulamalarında olduğu gibi, dini pratikleri dini gereklilik temelinde zora dayalı olarak teşmili de yaratılış esprisine ve ilahi tasarrufa bir karşıtlık olarak görülemez mi?

Tüm insanların O’nun dilemesi halinde tek bir topluluk halinde yaratılmasının mümkün olduğu, O’nun izni olmadan varlığına tanıklık etmeyi reddedenlerin bir nefeslik varlığa bile sahip olamayacaklarının belirtilmesi, dinin bir ‘imtihan’ olduğunun, dolayısıyla ‘doğru’ olduğu düşünülen cevapların dayatılmasının mümkün olmadığının anlaşılması, nübüvveti doğrulama araçları olan mucizelerin bile akla sadece kapı açan fakat ‘ihtiyarı’ elden almayan bir nitelik taşıması, dahası bugün bulunduğumuz noktada, toplumsal gelişme açısından insanların ‘taklit’ yerine ‘tahkiki’ tercih etmelerinin mümkün olması, ulaşım ve iletişimde gerçekleşen ve dünyayı bir bilgisayar ortamına sığdıran devrimci gelişmelerin ortaya koyduğu vakıa şudur: İslam’ın yaşanması tarihsel şartlardan etkilenmez; iktidar asla bu yaşanabilirliğin bir parçası değildir, olmamıştır, çünkü olamaz. İlk insandan bu güne müminler İslam’ı her hal ve şart altında, hiçbir iktidar odağının himayesine ihtiyaç duymadan, sadece O’na kulluk edip, sadece O’ndan yardım isteyerek yaşayagelmişlerdir. Amelde İlahi rızanın esas olması, zahiri statü olarak Müslüman olarak muamele görseler de münafıkları mümin olma erdeminden yoksun kılan hassadır. Saf ihlasın zedelenmemesi, mü’minin tüm eylemlerinin tek hareket noktasıdır. Bu bakımdan dinin siyasal görünürlüğünü, hem de tarih dışı bir bakışla mutlak bir gereklilik olarak önceleyenler, dinin imtihan olduğu gerçeğini ortadan kaldırmakta ve onu konformizmi önceleyen dünyevi bir ideolojiye dönüştürmektedirler.

Siyasal İslam’ın kısa süreli iktidar tecrübeleri bunun açık örnekleriyle doludur. Halen devam ettiğim Farsça kursunu veren bayan Hoca, ders sırasında saçlarını yarı örten bir başörtüsü kullanıyor, ancak ders mahalli dışında, gündelik hayatında ‘başı açık’ bir insan. Ayrıca, kesinlikle İslam karşıtı olmadığı gibi, güçlü bir Fars milliyetçisi ve elbette kendisini Şii olarak görüyor. Bunun bizdeki simetriği, çalıştığı okulda tesettürden değil ama başörtüsünden vazgeçmek zorunda kalan fakat gündelik hayatında başörtülü olan Müslüman kadınlardır. İran’ın resmi ideolojisi ve bu ideolojinin kendini idame ettirme amaçlı kurumları ile Kemalizm ve bunu ibka amaçlı kurumlar arasındaki benzerlik gerçekten dudak uçuklatıcıdır.

Müslüman olduktan sonra bir vakit namaz kılmaya bile vakit bulamadan katıldığı muharebede şehit olan ‘sahabe’ örneği ile, bir ömür boyu Müslüman gibi yaşar görünüp mahremiyetinde küfür barındıran, bu yüzden de mü’minler sınıfına dahil olamayanlar karşılaştırıldığında, insanın Allah’la ilişkisinin ‘ihsan’la kaim olduğu, başında İslam sıfatı taşıyan kişi, grup, kurum ya da devletin belirleyiciliğine ihtiyaç göstermediğini ortaya koymaktadır.

İslam, daha doğrusu Müslüman topluluklar tarihinin İslam ve iktidar ilişkileri açısından gözden geçirilmesi, hak-kuvvet ekseninde ibrenin kuvvetten yana ağır bastığını ortaya koymaktadır. İslam’ın fert, grup, kurum, kuruluş ve devlet gibi amiller tarafından temsilinin imkansızlığı, siyasal alana ilişkin yansımalarının bireysel ve toplumsal ölçekteki yaşanabilirlik ve canlılığına paralel olarak ortaya çıkabilecek interaktif ve dinamik nüfuzun bir sonucu olarak siyasal alanı da spontane bir sürecin sonucu olarak etkileyebilmesi, laikliğin demokratik yorumunun kamusal alan kavrayışının açık uçlu, dinamik ve sürekli etkilenebilir çoğulcu bir karaktere sahip kılınması İslam- iktidar ilişkilerinde sağlıklı bir açılımın doğmasına katkıda bulunabilir. Dar anlamda siyasal olanı bireysel ve toplumsal olana önceleyerek kurgulanan bir İslam anlayışı İslamı ideolojileştirirken, hak, ihlas ve ihsan temelinde kurgulanan bir İslam anlayışı Allah’ın rızasına ve insanın mutluluğuna dönük ulvi bir cehdin kurumsallaşmasına yol açabilir. Sözün sihri kuvvetin büyüsünden üstündür.

  05.03.2004

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut