SİTEMİZİN ŞUBAT ayındaki güncellemeleri esnasında ilk olarak yayınlanan, Metin Karabaşoğlu'na ait 'İnsanlık Onuru' başlıklı yazı dolayısıyla Ahmet Nazlı'dan gelen bir kavramsal eleştiriyle sitemizde 'müzakere/münazara' faslını açmış oluyoruz. www.karakalem.net, sitenin umumuna veya herhangi bir yazısına dair böylesi bir eleştirel katkıya, ve ayrıca 'eleştirinin eleştirisi'ne açıktır.
-Editör
Sevgili Metin Karabaşoğlu'nun karakalem.net'teki 'insanlık onuru'na dair yazıda fasık-münafık-küfür-şirk kavramlarına dair olan yaklaşımda bir kavramlaştırma yanlışlığı olduğunu zannediyorum. O yazının ilgili bölümünü buraya aldım.
Ayetin ikinci cümlesi, işte bunun cevabını veriyordu: "Çünkü onlar, fâsık bir kavim idiler." Ayet, 'kâfir bir kavim' veya 'müşrik bir kavim' demiyordu dikkat edilirse. 'Fâsık bir kavim' diyordu.
Bu da manidardı. Zira, küfür veya şirk, insanın hakkı ararken başına düşen bir dalâl durumunda idi; yani, tahayyül, tasavvur ve taakkul merhalelerinde yaşanan bir dikkatsizliğin ve tenbelliğin yol açtığı bir sonuçtu. Ulaştığı bu sonucun yanlışlığı izah ve isbat edilirse, kâfirin veya müşrikin bu yanlıştan vazgeçme imkânı kesinlikle vardı. Nitekim, Mekke müşriklerinin küfürleri bir 'aklî yanılgı' mesabesinde olanlarının hepsi, başta Hz. Ömer olmak üzere, zaman içinde bir bir iman dairesine gelmişlerdi. 'Fısk'ta ise, şirk ve küfür halini katmerlendiren bir durum vardı. Bir ders müzakeresi esnasında dikkatli bir arkadaşımızın fıska dair âyet ve hadislere dair tetebbuatına binaen dikkatimizi çektiği üzere, bir 'fıtratı tahrip' veya 'fıtratını çürütme' durumuna işaret ediyordu fısk........
Yukarıdaki yazıdan yola çıkarak yapılacak bir kavramlaştırmada, fasıkın küfür veya şirk halinden sonra gelen ve onları katmerlendiren bir vasıf olduğu anlaşılır. Böyle bir ayırımda, fasıka, katmerli kafir muamelesi yapmamız gerekir. Bir de Emirdağ Lahikasında geçen ve küfür ve fıska dair olan yazıyı aşağıya alıyorum.
"Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz" mealindeki ayet, o zaman ihbar-ı İlahi ile bilinen kat'i münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şüphe ile münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem "La ilahe illallah" der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tevbe etse; namazı kılınabilir. O Ali köyde aleviler çok olduğunu ve bir kısmı rafiziliğe kadar gidebilmesi nazarıyla onların en fenası da münafık hakikatine dahil olmamak lazım gelir. Çünkü, münafık itikatsızdır, kalbsizdir. Ve vicdansızdır. Peygamber (asm) aleyhindedir.(Şimdi bazı zındıklar gibi)
Alevi ve şiilerin müfritleri ise, değil Peygamber (asm) aleyhinde, belki Al-i beytin muhabbetinden ifratkarane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Haddi şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil, ehl-i bid'a oluyorlar, fasık oluyorlar: zındıkaya girmiyorlar. (sh.1710)
Yukarıdaki ifadelerden, fasıkın islam dairesinde muamele görmesi gerektiği anlaşılır. Yani muamelatta fasıkın, müslüman sayılması gereği ortadadır. Burada vurgulanan kavramlar, zındıka, münafik ve ehl-i bid'a'dır. Burada bir kavramlaştırma yaparsak, münafık fasıktan eşeddir. Zındıka da fasıktan eşeddir. Fasık, ehl-i bid'adandır. Ehl-i bid'a ise müslüman muamelesi görmesi gereken kimsedir.
Başka bir deyişle vasatı temsil eden şeriata mukabil, münafıklık (veya nifak) tefrit, fasık (veya fısk) ise ifratı temsil ediyor. Ancak buradaki münafıklık ve fasıklık ayırımını genelleştirebilir miyiz? Yani genel olarak birine ifrat, diğerine tefrit diyebilir miyiz?
Bu soruyu araştırırken işarat-ül i'cazdaki münafıklar bahsindeki fasıka dair bahis imdada yetişti.
Fısk, hakdan udul, ayrılmak, hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terk etmektir. Fıskın menşei, kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder.
Evet, ifrat ve tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i alemde yaratılan delail, uhud-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hakla fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.