Arşiv

‘Küçük’ Bir Ayrıntı

YAKIN ZAMAN ÖNCE, İRTİCA VEHMİYLE Kur’ân öğrenimine de zincir vurmaya yeltenen kişi ve zümreleri protesto bâbında yapılan gösterilerden birinde "Kur’ân’a uzanan eller kırılsın" yazılı bir pankart taşındığını ve bu şekilde slogan atıldığını gördüğümde müthiş bir hüzne kapılmıştım.

Bu slogan, öncelikle, taşıdığı şiddet boyutuyla kalbimi incitmişti. Şiddet yüklü bu ifade, bir kere, kendisini taşlayan Taifliler için dahi helâket (bed)duası etmeyen Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) hayatı boyunca ders verdiği re’fet, şefkat ve itidal ölçülerinin dışındaydı. Keza, yine bu slogan, benzer bir ifadeyi içeriyor gözüken bir Kur’ân âyetiyle beraberce düşünüldüğünde karşımıza çıkan ‘küçük’ ayrıntı da yürek yandırıcıydı.

Çünkü, sözkonusu âyet, Ebu Leheb’in ve ‘cehennem oduncusu’ hanımının zemmedildiği Leheb sûresinin ilk âyeti olarak, bedduanın da güzelini öğretiyor: "Ebu Leheb’in iki eli kurusun; ki, kurudu da."

Evet, Kahhâr-ı Zülcelâl, küfür ve şirkin en alçak mümessili Ebu Leheb’i bu âyetle ‘elleri kurusun’ diye lânetliyor. Lâkin, küçük bir dikkat: ‘Elleri kırılsın’ diye değil!

‘Elleri kırılsın’ ile ‘elleri kurusun’ arasındaki fark ise, zannımca, bugünün ehl-i dini olan bizlerin Kur’ânî bir tefekkür ve yaşayıştan uzaklığını ele veriyor.

Zira, ‘elleri kırma,’ insana fıtraten ters gelen bir kin ve öfke halet-i ruhiyesi barındırdığı gibi, doğrudan dünyaya bakıyor. Sebepler dairesinde yüzyüze bir çatışma ve gerilimi ihsas ediyor. ‘Ellerin kuruması’ ise, insana melekûtu hatırlattığı gibi, dünyadan ziyade ahirete bakıyor. Zira, insan bir ağacın dalını kırabilir; ama o dalı ‘kurutmak’ pek de elinde değildir. Kırılan bir dal, kalan kısmından yeni bir filiz verebilir. Ama kuruyan bir dalı yeniden yeşertmek mümkün değildir. Onun için, meselâ zakkum ağacını kırmak veya kesmek sizi belki tatmin edecektir; ama zakkum ağacı kökleri kurumadığı için yeniden boy verecektir. Dolayısıyla, etrafınızda zakkum görmek istemeyişiniz, sizin ömür boyu bir ‘dalkırıcı’ olmanız sonucunu getirecektir. Bu dalkırıcılığın muhtemel sonucu ise, dal kırmakla meşguliyetin imanî meyveler yüklü ağaçlar yetiştirmenize imkân vermemesidir.

Kadîr-i Zülcelâl "Ebu Leheb’in elleri kırılsın" diyemez miydi? Hem, onun ellerini kırmaya gücü yetmez miydi?

Yeterdi. Hem, diyebilirdi de. Ama demedi. "Ebu Leheb’in elleri kurusun" dedi; kurudu da. Nasıl kurudu derseniz, iman nurunu boğmak için giriştiği teşebbüsler sonuç vermedi. Yaptığı hiçbir iş ahirete hayır ve hasenat olarak intikal etmedi. Bütün yaptıkları, fani dünyanın fena yüklü tavırları olarak kaldı ve bu dünyada dahi bir sonuca ulaşmadı. Buna mukabil, kendisinin yârenleriyle bir olup ‘ebter’ diye hakaret ettiği yeğeni (a.s.m.) öte dünyada ‘Kevser’e mazhar olduğu gibi, bu dünyada dahi Rabbi ona kıyamete dek sürecek altın bir nesil ve bindörtyüz yıldır ışıyan bir ümmet nasip etti. Ebu Leheb’in payına düşen, Bedir’de müşriklerin yaşadığı bozgunun kahredici üzüntüsü içinde, pis ve müteaffin bir ölümle ölmesiydi.

Sahabiler, Kur’ân’a dil uzatan Ebu Leheb’in ellerini kırmadılar. Kadîr-i Zülcelâl de ‘Elleri kırılsın’ buyurmadı.

Kadîr-i Zülcelâl, "Ebu Leheb’in elleri kurusun!" buyurdu; ve o eller gerçekten de kurudu.

Öyle ki, o küfürle göçüp gitmişken, küfür yolunun mirasçısı olarak geride bıraktığı iki oğlu, imanla nurlananlar kervanına dahil oldu. Yıllar boyu onun çizgisinde duran ‘dava arkadaşları’ dahi Müslüman oldu. Meselâ Amr ibnu’l-s, meselâ Süheyl b. Amr, meselâ İkrime b. Ebu Cehil, meselâ Halid b. Velid o ‘kuru’ yolu terkedip hakikate teslim oldu. Bu insanlar, Ebu Leheb örneğinde, iman ve ahiret hesabına olmayan tüm çabaların ‘kuru’luğunu görüp tanıdılar. Öte yandan, mü’minler ellerini kırmadığı için de, düne kadar küfre adadıkları elleri ölünceye değin iman yolunda kullandılar. Aralarında, ‘Seyfullah’ ünvanıyla anılır hale gelenler bile oldu.

Bugünün ehl-i dini ise, dünyanın fani yüzünün fenalığını ‘ellerin kuruması’ örneğinde ders alacağıóve de vereceğióyerde, ‘elleri kırarak’ bir sonuca ulaşılacağını düşünüyor. Dal kırmanın da, el kırmanın da meseleyi ‘kökünden’ halletmediği gerçeğini görmediği gibi, kırılmayan bir elin hakikatle tanışan bir kalbin emrine tâbi olduğunda yarın iman yolunda istihdam olunabileceği sırrından da gafil bulunuyor.

En önemlisi, çok hikmetler yüklü Kur’ânî bir ifadeden ders alarak içimizdeki hissiyatı tercüme için "Kur’ân’a uzanan eller kurusun" gibi nezih bir ifadeyi tercih etmek varken, óbir hadis-i şerifi hatırlarsakó‘öfke anında öfkesini yenemeyen’ ikinci sınıf pehlivanlar gibi davranıyoruz.

Sonra da, Rabbimizden yardım ve lütuf bekliyoruz.

Bu kafayla, bu öfkeyle, bu yüzle mi?

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut