MAHŞER YÜRÜYÜŞÜ

Nuriye Çakmak

BULUNDUĞUMUZ NOKTADAN Taksim meydanına yaklaşık 20 kilometre mesafe olduğu söyleniyordu. Binlerce kişiydik, bir o kadar kişinin de direk Taksim’e geleceği, tüm stkların ve vicdan sahibi tüm diğer kuruluşların harekete geçtiği ve geniş katılımlı bir kitlesel basın açıklaması yapılacağı söylendi. İçimizde geceyi konsolosluk önünde geçirenler vardı, gemide yakınları olan ve saldırının şoku, onlardan haber alamamanın üzüntüsüyle perişan durumda olanlar vardı. Yaşı oldukça ileri teyzeler amcalar, bebek arabalarında veya kucaklarında bebekleriyle gelenler veya hamile bayanlar, küçük çocuklar ve sınavlarını bırakıp formalarıyla koşup gelen gençler vardı. Bence herkesin yürümemek için onlarca bahanesi vardı ve ben tüm yüreğimle hak verirdim, yürümeyecek olsalardı.

Ama onlar uyuyanlardan değildi. Onlar bencil ve tepkisiz değildi. Zaten diğerleri gibi bahane üretecek olsalar oraya hiç gelmezlerdi. Herkes yürümeyi seçti. Mesafe çok uzun, sayı çok kalabalıktı ve giderek artıyordu. Vururuz tehdidine rağmen önlem almayan, vuruluyoruz çağrısına rağmen harekete geçmeyen resmi makamlar bize jest yapıyordu. Yıllardır 1 Mayıs’ta Taksim’i vermeyenler, sabah aklımıza gelen miting için öğlen bize izin veriyordu. Ve yürüyüş de yapılacaktı.

Günlerden Pazartesi, mekanlardan iş dünyasının merkezi, saatlerden günün en işlek saatleriydi. Önce Levent’in gidiş yollarından bir şerit ne kadar kapatmamak için uğraşsak da trafiğe kapandı. En lüks rezidanslar, en ünlü alışveriş merkezleri, en işlek ve prestijli iş merkezlerinin önünde insan seli vardı. Her yer bayraklarla dalgalanıyor, tekbirlerden, sloganlardan yer gök inliyordu. Mecidiyeköy’e yaklaştığımızda yolda sayımızın inanılmaz şekilde arttığını gözlemledik. Sürekli durmak zorunda kalıyorduk, yollara sığmadığımızdan. Şerit gibi kavramlar artık zaten yoktu. Mecidiyeköy’de de yolların birinden arabalar, birinden insan akıyordu. Mesafe uzun ve hava dehşet sıcaktı, artık tam öğlen vaktine ulaşmıştık. Sebil gibi su dağıtılıyor, bizimle birlikte yürüyen onlarca basın mensubu şaşkınlığını gizleyemiyor ve oldukça yoruluyordu. Ama yürüyenlerden hiçbirinin pes ettiğine, vazgeçtiğine şahit olmadığım gibi oturup dinlendiğine, bir şeyler içmek veya yemek için ara verdiğine, bir taksiye atlayıp yola öyle devam ettiğine şahit olmadım. Bu bir mucizeydi gerçekten. İsteyen metroyla gelsin dendiği halde, kimse o yöne meyletmemişti bile.

GAZZE yine ölerek diriltiyordu bizi. Doğan grubunun bile 10 bin kişi olarak vermek durumunda kaldığı bu diriliş muştuları yılların sessizliğinin sesli isyanı olarak haykırıyorlardı. Taksim’de gerçekten bizi çok büyük bir kalabalık daha bekliyordu. İlk aldığımız haber şeyh Raid el Salah’ın şehadet haberi oluyor, hıçkırık sesleri sloganlara karışıyordu. (Sonradan aldığımız bilgiye göre, şeyhe çok benzeyen birini o zannederek kurşun yağdırmışlar ve sonra da onu öldürdüklerini sanmışlar, kendisi hayatta..)

Bu kalabalık, bu coşku ilk kez bir enerji vermiyordu bana. İlk olarak 10 milyon nüfuslu bir şehirde bu kadar kişiye şükrettiğime şaşıyordum. Daha ne olması gerekiyordu, akın akın meydanlara akmak için. Ümmetin kanayan yarasından ilk kez kendi canlarına, “milli can”larına kan bulaştı ama yine oralı olmayanlar vardı.. Demek kan kendi uzvundan da aksa, koparıp atacak ama başlarını yine kuma sokacaklardı. Bana dokunmayan yılan ne kadar yaşarsa yaşasın!

Bugün çok üzgünüz, bugün Taksim meydanında on binlerin dinlediği Kuran-ı Kerimler acımızın ahı gibi yükseliyor göğe, yapılan beddular, dualar, yankılanan amin sesleri gözlerimizden iniyor.. Herkes geceki olayı konuşuyor, herkes hala hayret ediyor, herkes kahr ediyor. Yarının derdinde, kritik yapıyor. Oysa ne dünle uğraşacak halimiz var, ne yarını konuşacak vaktimiz, ey insanlar kriz bitmedi; tüm yolcular ellerinde esir, yaralılarımız kanlı ellerinde kaldı onların..

Sorgulanan yetkililer ne halde bilmiyoruz, elleri kelepçeli yaralılarımız ne durumda bilmiyoruz, daha şehitlerimizin isimleri bile belli değil. Saatler ya geçmiyor, ya da aklını kaçırdı zaman beklemekten, hiçbir şey değişmiyor. Ya sabur çekiyoruz, meydan usulca boşalırken.

İlk gördüğüm otobüse atlıyorum, biran önce eve gidip ayrıntıları görmek istiyorum, gelişme olduğunu hala umut edebildiğimden sabırsızlanıyorum. Yanıma bir bayan oturuyor.. Günün en güzel sürprizlerinden biri oluyor bana. Koltuğa oturmuyor da, sanki yıkılıyor. Levent’e de geldiniz mi diyorum, eşit yorgunluktayız diye düşündüğümden. Tek bir cümle dökülüyor dilinden, mıhlanıyorum yerime; benim eşim gemideydi de.. Rahatsızlandım, gece katılamadım etkinliğe..

Gözleri kuru, yüreği yaslı, başı dimdik, dili suskun. Filistinli analardan almış dersini ve öyle dikkat ediyor ki konuşurken, bozulmasın diye ödevi. Gözlerimle öpüyorum alnından, sıkmaktan korkmasam boynuna sarılıp tüm kederini almak isterim üzerime, yerine ben ağlamak isterim..

Uzun uzun sohbet ediyoruz, yaralarımız çok taze, yüzlerce soru beynimizde, her konuda aynı düşünüyoruz, aynı üzülüyoruz sadece bir farkımız var.. Onun taa yüreğinden bir ses geliyor arada, hıçkırık sesine benzer bir nefes, ama asla gözlerinden yaş gelmiyor.. Başımı eğerek saygımdan, ayrılıyorum yanından.

Bu tarihi günün normal zamanda zor idare ettiğim zayıf bünyeme bir bomba gibi düştüğünü fark ediyorum sonra. Ve yorgunluktan değil, bunca hareketliliğin, bunca emeğin ve yaşanan her şeyin yangınımdan hiçbir şey götürmediğini hissettiğimden uyuyamıyorum. Esirleri düşünmekten, yemek yemek gelmiyor içimden. Hiçbir gelişme olmamasına duyduğun hayret ve hınçtan zonkluyor beynim..

Ve mahşeri yürüyüşü sürdürenlerin haber geliyor, saat 9’da Levent’te konsolosluk önünde.. Güzel haber. Şimdi diyorum sıra sizde, ah bir toparlayabilsem kendimi, yine koşacağım, yine haykıracağım. Sizi kendime vekil ve şahit tutuyorum. Ruhumu ruhunuza yaslıyorum. Zor bir geceye daha uyurken, oradasınız diye gözlerimi yumabiliyorum. Ve en sevmediğim şekilde yine bekliyorum. Koca bir günün geride kalması, ama acılarımızın taptaze kalmasına rağmen, bekliyorum..

Gemiye binerken sefer bize, destek size, zorluk bize dua size, mücadele bize takip size diyen güzel insanların ruhunun bizi hissettiğine inanmak istiyorum. Meydanları inleten duaların rahmetle sizi kuşattığına, acizliğimizin bir güç olup sizi kucaklayıp kurtaracağına inanmak istiyorum.

Rahat olan ek parçam vicdanım benim, biz mahşer yürüyüşünü size verdiğimiz söz üzere yürüdük, ribatımıza devam edeceğiz, kimimiz dinlenirken kimimiz gidecek ve vasiyetinizden asla el çekmeyeceğiz..

  03.06.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut