KENDİSİNE EN SEVİMSİZ GELEN mahlukun ne veya kim olduğu sorulsaydı, çoğu insan ne ‘şeytan’ derdi, ne de ‘nefis.’ Böyle bir anket, ‘Azrail’ cevabının çoğunlukta olduğu bir sonuçla biterdi. Duyarlı bir şair "Azrail, Azrail, Azrail/ Sen meleksin, zalim değil" diye haykırıyor olsa bile, böyle olurdu sonuç.
Zira, Azrail, ölümü son olarak bilenlerin korkulu rüyasıdır. Bir gün gelip, biricik sermayeleri olan ömürlerini ellerinden alacaktır o. Hatta, daha şimdiden, o anın korkusuyla, ‘yok olmanın dayanılmaz ağırlığı’nı yaşatmaktadır kendilerine.
Yine Azrail, ölümü son bilmeyen pek çok insanın da korkulu rüyasıdır. Zira, Allah’ı ve âhireti bildiği halde inşaatını dünya adlı uçurum dibine yapanların bütün yatırımlarını bir anda heba edecektir. Belki yok olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşatmaz onlara; ama mücrim ve Rabbine karşı sorumluluğunu unutmuş olarak Mahkeme-i Kübra’ya gidiş biletini kesecektir.
O yüzden, sen, ben, o, biz, siz, onlar.. hepimiz korkarız Azrail’den. Azrail demek, sonsuza dek sürecek bir ‘sorgu’nun ilk halkası demektir. Bizi, etle tırnak gibi ayrılmaz hale geldiğimiz, öylesine bağlandığımız fani dünyadan çekip alacak olan odur. Kabir karanlığı; şu dünyayı Rabbimizi tanıma vesilesi kılıp kılmadığımızı ölçecek olan Münker ve Nekir’in sorgusu; Mahkeme-i Kübra; ateşin azabı.. diye sıralanan ürkütücü bir seyahatnamenin önsözünü o yazmaktadır.
Oysa, bir melektir Azrail. Hiçbir melek zulmetmez; çünkü isimlerine tereddütsüz ayna oldukları Rableri dildir. Hiçbir melek, kötülük de etmez; çünkü Rableri ‘biyedihi’l-hayr’dır. Her hayr, O’nun elindedir.
Her bir melek, Kur’ân’ın onları her anışında ‘emr’i de hemencecik zikredişinin belgelediği üzere, itaatkâr bir kuldur. Her daim emr-i ilahîye amade, rabbanî bir hizmetkârdır.
O Rab ise, rahmetinin gazabını geçtiğine, her bir kulunun her ihtiyacını karşıladığına, kalblerden geçen en gizli arzuları dahi işitip cevap verdiğine tüm kâinatın şahit olduğu ikramı, ihsanı, rahmeti ve merhameti sonsuz bir Rabbdir.
Yine O, her bahar açan sayısız çiçeğin bir zaman sonra solarak ‘tohum’ veya ‘çekirdek’ denilen tahta tabutlara konularak solup gitmesi ve toprağa gömülmesi karşısında üzülen bizlere, ertesi bahar o tabutların açılışını ve o ölülerin dirilişini müjdeleyen bir Rab’dir de.
Her çiçek, çiçek olarak öldüğünde, tohum olarak yaşamaya başlamış demektir. Her tohum, tohum olarak öldüğünde, çiçek olarak yaşamaya başlamış durumdadır. Kısacası, her ölüm, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Ölüm ve hayat, sanıldığı gibi, birbirinin zıddı değildir, ikiz kardeşidir. Hayatın olduğu yerde ölüm bir yerlerde gizli durmakta; ölümün olduğu yerde ise, aslında yeni bir hayatın önsözü yazılmaktadır.
İşte bu bakımdan, ‘ölüm meleği’ Azrail, aynı zamanda ‘hayat meleği’dir. Rabbinin şefkat, hikmet, celâl ve cemal yüklü emrine uyarak ‘eskimiş’ bir hayatı alırken; iş arkadaşı İsrafil, yine O’nun emriyle ‘yeni hayat’ı sunmaktadır. Azrail, fani yüzüne kapılıp boğulduğumuz şu dünyadan bizi alırken, aslında İsrafil’in Sûr’a üfleyişine zemin hazırlamaktadır.
O, hayatımıza ölümü sunmakla, bizi yokluğa ve hiçliğe çağırmaz. İnanan ve inandığı gibi yaşayan insanları, perdesiz, gölgesiz, daimî ve ebedî bir âleme ve yepyeni bir vücut elbisesiyle yeni bir hayata çağırır. Bu dünyayla bağımızı keser, tâ ki İsrafil’in eşliğinde öte dünyalara açılalım.
Bir melektir Azrail. Şefkat ve rahmeti sonsuz bir Rabb-ı Rahîm’in memurudur. Celâli içinde bir cemal taşır. İsrafil’in ikiz kardeşi, inandığı gibi yaşayanların arkadaşıdır.
Azrail’i düşman görenler, içlerindeki asıl düşmanı görmeyenlerdir.