Sevgili nefis – 5

‘NEFSİNİZE ZULMETMEYİN’ ne demektir?

Nefis Allah’ın (c.c) düşmanı olduğuna göre,
Nefsimize zulmetmek gerekmez mi?

Nefis kendinden aşağıda olanları duyularla,
Kendinden yukarıda olanları delil / bürhan ile öğrenir.
Duyu ile duygunun buluştuğu merkez, nefistir.
Soyut ve somut arasında bir tür bağlantı noktasıdır.
Bedensiz bir nefis hesap veremez,
Nefissiz bir ruh da tekamül edemez.
Biz âleme nasıl bakarsak, âlem bize kendisini o şekilde gösterir.
Evren insanın bakışına göre şekillenir.
Nefiste öyle bir potansiyel var ki,
İyiye kullanılırsa varlığın tüm seviyelerine erişebilir.
Her türlü hayat mertebesini tadabilir.
İblis olmadan nefis kendisini ifade edemez.
Onu tahrik etmeden zaafları ortaya çıkmaz.
Nefsin iç yüzünü açığa çıkaran iblistir..
Nefsin iç yüzü ortaya çıkmadan da,
Gerçeğin sadece bir kısmı göründüğü için,
Nispi hakikatlerden oluşan bir evrende olup bitenler,
İçsel gerçekliğe dönüşemez. [1]
İnsan bu haliyle sanal gerçekliklerin ortasında bulunduğunu,
Hem anlayamaz hem de kavrayamaz..

Küçük bir örnek..

Ana rahminde büyümekte olan bir insan yavrusunun,
Bir çok organı özellikle altıncı gebelik ayından itibaren çalışabilir haldedir.
Fakat ortamın yetersizliği yüzünden,
Tam olarak kullanılamaz, iş göremez durumdadır.
O an için atıl bekleyen bu çok kıymetli organlarımıza bakarak,
Onları gereksiz ve abes zannetmek, ahmakçasına bir hükümdür.
Hele onları ‘nasıl olsa iş görmüyorlar’ diyerek tahrip etmek ve bozmak ise,
Çılgıncasına bir cinayettir.
Zira, mükemmel fonksiyonlarla donatılmış bu organlarımızın varlığı,
İleriki hayatımızda kullanmamız için verildiklerinin büyük bir delilidir..

Şu anda dünya hayatını yaşıyoruz.
Bu hayatımız esnasında da,
Kullanacak ideal bir ortam bulamadığımız için,
Çoğu zaman da tam kapasiteyle faydalanamadığımız,
Üstün nitelikli cihazlarımız bulunuyor.
‘Manevî ve latif organlarımız’ diyebileceğimiz,
İnsanoğluna has özelliklerimizin varlığını gördüğümüz halde,
Onları gereksiz ve anlamsız saymamız,
Tahrip ederek bozmaya çalışmamız da bir diğer çılgıncasına cinayettir.
Çünkü o manevî ve latif organlarımızın,
Yani, fıtrat, vicdan, akıl, idrak, kalb gözü, nefis gibi,
Sonsuzluğu arzulayan cihazlarımızın varlığı, [2]
Daha da mükemmel sonsuz bir âlemin,
Ve hayat seviyesinin bizleri beklediğinin delilleridir.

Dünya içi hayatımızın göbek kordonu hükmünde olan ömrümüzün,
Ecel neşteriyle kesilmesi anlamına gelen ölümümüz ile birlikte,
Bu hayat seviyesinden de ayrılarak sınırsız bir zamana,
Sonsuz ve geniş bir âleme doğduğumuz vakit,
Manevî ve latif organlarımızın değeri ve önemi,
Tam olarak o zaman anlaşılacak.
Gözün her şeyi kuşatan ışıkla o ilk tanışması gibi,
Ahiret atmosferine girdiğimiz gün,
Sonsuz hayatla buluştuğumuz an anlayacağız ki,
Hiçbiri boşuna verilmemişler, anlamsız değiller.. [3]

Bir diğer örnek..

Kömür altı karbondan oluşan organik bir maddedir.
Elmas da öyle..
Her ikisinin de temel taşları aynıdır.
Sadece kristalleşme şekilleri farklıdır.
Kömür, yüksek basınç altında,
Binlerce derece ısıya maruz kalacak olursa elmasa dönüşür.
Bir kamyon dolusu kömürü,
Yoğun basınca ve yüksek ısıya tabi tutsak,
Çay kaşığı kadar elmas elde ederdik.

Manen kömür;
Sıkıntı, meşakkat ve basınca dayanamaz ve tahammül etmezse,
Elmas haline dönüşemez.
Kömür ve elması birlikte güneşin altına bıraksak,
Kömür, kısa sürede kor olup yanarken,
Elmas, ne ısınır ne de yanar.
Üstelik güneşin yedi rengini cıvıl cıvıl yansıtır..
Zat-ı Zül Celâl (c.c) Hz.’lerinin bütün esma ve sıfatlarının,
Perdesiz tezahür edip cilvelendiği,
Ve celâl formuna büründüğü bir mahşer ortamına,
Tahammül edebilmenin yolu,
Bu meseleyi nefsimize iyice anlatmaktan,
Ve onu ikna etmekten geçmektedir..

Anlık (kelime-i Tevhid gibi),
Günlük (namaz gibi),
Aylık (oruç gibi),
Yıllık (zekat gibi),
Ömürlük (hac gibi) ibadetler,
Nispi / göreceli hakikatler dünyasında,
Nefse, daire daire içinde bir cendere gibi gelmektedir.
Bir tür baskı ve basınç hissi vermektedir.
Oysa bu talim ve terbiyelere nefsin ihtiyacı vardır.
Sonsuz olan tarafımız olan ruhumuz ile,
Sonlu olan tarafımız olan bedenimiz arasındaki,
Kalite farkını gidermemiz için şart koşulmuşlardır.
Olgun bir insan olmaya giden yoldaki,
Olmazsa olmazlar olarak belirlenmişlerdir.
İçsel gerçekliğin farkına varabilmemiz adına,
Dünya hayatında bu egzersizlere / alıştırmalara ihtiyacımız vardır.
Tıpkı anne karnındaki henüz görmeyen göze egzersiz yaptırmak gibi..
Kulağı doğumdan sonraki yeni hayatına alıştırmak gibi..
Fakat şu da unutulmamalıdır ki ibadetler amaç değil araçtırlar.
Ahiret hayatında namaz, oruç gibi ibadetler yoktur.
Çünkü bu egzersizlere artık ihtiyacımız kalmamıştır..

Anlamak mutluluktur.
Kömür misali nefsimize,
Elmas değerindeki hakikatleri anlatmanın,
Ve onu ikna etme ameliyesinin adıdır,
‘Nefsinize zulmetmeyin’ hitabı.. [4a], [4b]




Dip Notlar:

[1]. İçsel Gerçeklik / www.karakalem.net / Aykut Tanrıkulu

[2]. ‘O sarayların her birisi, birer insandır.
O saray ehli ise; insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi,
Letaif (duygular) ve nefs ve heva,
Ve kuvve-i şeheviye (isteme, talep etme arzusu),
Ve kuvve-i gazabiye (nefret etme potansiyeli) gibi şeylerdir.
Her bir insanda her bir latifenin (duygunun),
Ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri (kulluk vazifeleri) var.
Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var.
Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gazabiye,
Bir kapıcı ve it hükmündedirler.
İşte o yüksek letaifi (duyguları),
Nefis ve hevaya müsahhar etmek (onların emrine vermek),
Ve vazife-i asliyelerini (asıl görevlerini) unutturmak,
Elbette sukuttur (alçalmadır), terakki (ilerleme, yücelme) değildir..’
Sözler / 23. Söz / 2. Mebhas / syf: 289

[3]. Sonsuzluğa doğmak / www.karakalem.net / Aykut Tanrıkulu

[4a]. ‘Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye (dünya hayatına, günlük işlerine)
Sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder,
Ne kadar nefsine zulmeder,
Ne kadar hilâf-ı akıl (akla aykırı) hareket eder!.’
Sözler / 4. Söz / syf: 27

[4b]. ‘Emanete hıyanet cezasını çekeceksin.
Çünkü en kıymettar aletleri,
En kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin..’
Sözler / 6. Söz / 2. hasaret / syf: 33

  14.03.2010

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut