Arşiv

‘Düzen’ Önerenlere Öneriler

SON BİRKAÇ YILDAN BERİ, Müslüman çevrelerde kimi projeler konuşulur oldu. Bilhassa, ‘devlet’e ve ‘toplum’a dair projeler.

Türk-İslâm vurgusunun ağır bastığı kesimler, ‘yeni-Osmanlı’ projesini ortaya attılar. Eskiden beri İslâm’ın inkişafını bir siyasî partinin başarısına endeksleyen çevreler, ‘âdil düzen’den söz ediyorlar. Başka bazıları ise, ‘barış içinde birarada yaşama’ modeli geliştiriyorlar.

Konuşulanlara ve yazılanlara bakarsak, işin düğümünü bu ‘toplum modelleri’ çözecek. Diğer bir açıdan yorumlarsak, bugün ortada bir problem varsa, bu ya bir ‘model’in olmayışından veya mevcut ‘model’lerin yanlış yahut eksik oluşundan kaynaklanıyor.

Sözgelimi, âdil düzen gelince dertler bitecek, fakirlik azalacak, enflasyon durulacak, üretim ve iktisadî büyüme artış kaydedecek. Bir arada yaşama formülü yürürlüğe girince, toplumun değişik kesimleri arasındaki, değişik inanç ve ideolojilerin mensupları arasındaki, ucu şiddete varan gerilimler dizginlenecek; herkes kardeş kardeş yaşayıp, kardeş kardeş tartışacak.

Ama unutulan birşey var: Bu işi kim yapacak? Kim sürdürecek?

Söz bu noktaya gelince, kimi ön-kabuller, kimi ezbere hükümler karşımıza çıkıyor: "Müslüman âdildir," "Müslüman hoşgörülüdür" gibi. Hatta, bir arada yaşama teorisyenleri ehl-i küfre de fazlaca hoşgörüyle bakıyor olmalılar ki, ateiste de kendi hukukunu seçme imkânı veriyor; ama ateistin seçiminin ‘üstü istibdad-ı mutlak, altı sefahet-i mutlak’ olan bir hukuksuzluk olduğunu göremiyorlar. Onun imanı ve İslâm’ı reddindeki asıl sebebin, nefsin Kadîr-i Mutlak ve Hakîm-i Mutlak bir Zâtın emrine ve iznine tâbi olmama tercihi olduğu; kâinatın ve kendi vicdanının bir Hâlikın vücuduna dair hadsiz şahitliğini bu yüzden örttükleri gözden kaçıyor.

Oysa, her iki modelin sahiplerinin, modellerini uygulayacak olanlar insanlar olduğuna göre, modellerini anlatmadan önce, ‘insan’ı nasıl gördüklerini ve nasıl bir ‘insan’ı öngördüklerini iyice anlatmaları gerekiyor. Aslında, buna cevap da veriyorlar: ‘Müslüman insan.’ Ama bu da zevâhiri kurtarmıyor. Zira, ‘Müslüman’ olduğu halde zulme girişen, hilekârlık yapan, düşmanlıkla iştigal eden, hak yiyen, haksızlığına kılıf uyduran insanlar yaşıyor dünyamızda. Yani, unutulan birşey de, Müslümanların da ‘insan’ olduğu; o yüzden ‘Ben Müslümanım’ demekle herşeyin bitmediği... Ve insanın, kurulu bir makinenin dişlisi gibi olmadığı. Bir yanda kalbi ve ruhu imana açık iken, öte yanda nefsinin daima şeytanı dinlediği. Hatta, bazan kalb, ruh ve aklın rağmına kendi hükmünü icra ettiği.

Zaten bu hususlar atlandığı için olsa gerek, meselâ ‘adil düzen’ci bir işverenin işyerinde halihazırda pekâlâ adaletsiz bir düzen işleyebiliyor. Haklar ve sözler, ödeme tarih ve miktarları pekâlâ nisyan perdesine atılıp; sekretere "Benim burada olmadığımı söyle" türü tenbihlerde bulunulabiliyor. Veya, bir arada yaşama formülünü benimsediğini söyleyen, hatta bu formülü geliştiren bazı kardeşlerimiz, öte yandan, gerçek hayatta pekâlâ geçimsiz ve kavgacı bir tablo sergileyebiliyor.

Veya, bırakalım başka insanları, bir ‘Müslüman insan’ olarak kendimize bakalım: Biz, her zaman imanî bir tavır üzere olabiliyor muyuz? Kimi zaman, imanımıza hiç de sığışmadığı halde, şeytana uyup da işlediğimiz kusurlar, hatalar, kızgınlıklar, haksızlıklar olmuyor mu?

O yüzden, ne makine gibi tıkır tıkır işleyeceği umulan ‘model’ler kurmak, ne de bu modeli uygulayacak insan için şöyledir, böyledir diye tariflere girmek meseleyi çözmüyor. İş, her vakit kalbi ve aklı ihtizaza getiren bir imanî şuur halinde düğümleniyor.

O yüzden olsa gerek, İslâm dünyasının büyük dönüşümlerine imza atmış hakikat ehlinde, ‘toplum,’ ‘devlet’ veya ‘insan’ modelleri görmüyoruz. Meselâ, Said Nursî, bu yüzden, bütün mesaimizi iman üzerine teksif etmemiz gerektiğini söylüyor.

Bu bakımdan, ‘adil düzen’cilere ve bir arada yaşama formülünün sahiplerine bir önerimiz var: Gerçekten adil ve gerçekten bir arada dostâne yaşanan bir ortamı özlüyorlarsa, ‘model’lerini uygulayacak insanı yetiştirmek için, mesailerini ‘iman’ üzerine teksif etsinler. Önce, iç dünyaları imanın her daim hükmünü icra ettiği bir şuurla donatsınlar.

Yoksa, zihnin sırça saraylarında kurulmuş güzel teoriler, icraat safhasına geçmesinden az zaman sonra kırılıp dağılacaktır.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut