Arşiv

Fırat’ın Suyu Kimin?

FIRAT’I HAYATIMDA BİR KEZ, bir akşam üzeri gördüm. Bir yaz günü, ortalığın kararmasına az bir zaman kalmışken tanıştım onunla. Mevsim yaz olmasına rağmen, öylesine bereket yüklü akıyordu ki, biraz daha yayılsa, hemen hemen İstanbul Boğazının genişliğine ulaşması mümkündü.

Onun, o sıcak günlerde gürül gürül bereketle akışını seyrederken, Hz. Peygamber’in hususan büyük nehirlerin suyunun cennetten geldiğine dair hadisini düşünmüştüm. Gerçekten, âdeta birer küçük deniz hükmüne geçen o nehirlerin suyunun kaynağını düşünürken, esbab sukut ediyor. Hayatın esbab dairesi içinde açıklanamaması, cansız bir yumurtanın cik-cik öten sevimli bir kuşa dönüşmesini izahta ‘sebepler’in tamamen aciz kalması misali, büyük nehirlerin onca yoğunlukla akışı da insanı sebepler dairesinde bir izahtan âciz bırakıyor.

Nil’in, Tuna’nın, Fırat’ın, Dicle’nin ve gerçekte tüm nehirlerin suyu cennetten geliyor. Sünger gibi yumuşacık bulutların milyonlarca ton suyu taşıması; "Rahmet olup yağ!" emrini alır almaz sayısız damlalar halinde yere inişi, kimi zaman da her biri ayrı bir nakışla süslü hadsiz kar taneleri biçiminde inişi, inen o suların toprakta süzülüşü, yerin altındaki taştan yapılmış muazzam kaplarda tutuluşu, yaz ve kış durmaksızın bir intizam içinde akıtılışı, ve geçtiği her yere ilahî rahmetin onunla hayat bahşettiği suyu sevkedişi.. her bir adımı, her bir aşaması ayrı bir tefekkür konusu olan muazzam bir celâl ve cemal tablosu sunuyor önümüze.

Malik-i Hakikî’nin kudreti, azameti, hikmeti ve rahmeti; büyük nehirleri, meselâ Fırat’ı düşünür ve hele seyrederken, daha bir derk ediliyor.

Ne var ki, Şam’da, Ankara’da ve Bağdat’ta, o güzelim Fırat’a bir kez olsun bu nazarla bakamayacak kadar nasipsiz birileri oturuyor. Fırat’ın geçtiği her bir yerde, hangi sun’î millî sınırlar onları bölmüş olursa olsun, ‘na’büdü’nün manevî sırrına ermiş ve dolayısıyla o maddî sınırları manen aşıp Fırat’ı ucuz dünyevî politikaların değil, rahmet ve azamet-i ilahîyi tefekkürün konusu kılabilmiş insanlar da var gerçi. Ama Şam’da, Bağdat’ta, Ankara’da dünyaca çok mühim, âhiret nazarıyla çok denî makamlarda oturan birileri, ‘na’büdü’ nun’undaki sırrı bilmeden ve Fırat’ı tefekkür nasibine ulaşmadan ömür tüketiyor.

Onlar için Fırat, Malik-i Hakikî’nin kim olduğu asla düşünülmeksizin, senin-benim kavgası edilecek bir meta. Birine göre, kendi sınırları içinde başladığı için onun olan; ötekine göre, kendi sınırları içinde devam etmesinden dolayı ortak mülkiyet gerektiren bir meta. Nimet değil, rahmet değil, rızk değil, ikram değil; mal. Allah’a şükür ki, birileri, "O su bizim denizimizden buharlaştı, aslında bizim sayılır" demiyor henüz!

Ve, çoğunlukla başka iç politika malzemesi kalmayınca, taraflarca ısıtılıp tekrar tekrar ortaya konulan bu su kavgası, yine Fırat’a Allah adına bakma nasibinden mahrum gazete ve televizyonlarcaóister Ankara ve İstanbul menşe’li olsun, ister Şam veya Bağdat menşe’lióöylesine işlenip işletiliyor ki, her bir diyardaki dikkatsiz ehl-i din dahi bu fitneye kendini kaptırıyor. Meselâ, Allah adı anıldığında ihtizaza geldiğini gözlerimle gördüğüm bir ehl-i tarîkin, az zaman sonra, "Aslında o bizim doğal kaynağımız" deyişini de maalesef kulağımla duymuş bulunuyorum.

Oysa, Fırat’ın değil tamamı, bir damlası bile ‘doğal’ değildir. Bir damlasının içindeki sayısız molekülden biri dahi ‘doğal’ değildir. Biri yanıcı, diğeri yakıcı iki unsurdan yapılan ve bu haliyle sebepleri sukût ettiren tek bir su molekülü dahi Rabbimizin kudret ve hikmetini, azamet ve rahmetini, celâl ve cemâlini bize bildirir. Hal böyle iken, tek bir damlasını bile yapmaktan tüm sebepler aciz iken, nasıl koskoca Fırat’ın suyu ‘bizim,’ hem de ‘doğal kaynağımız’ olabilir?

Fırat ne benim, ne onun, ne başkasının. Kemalist Ankara’nın olmadığı gibi, Baasçı Hâfız Esed’in, yine Baas kökenli Saddam’ın da değil. Fırat’ın maliki olan Rabb-ı Rahîm, o mübarek suyu, ister sun’î biçimde T.C. diye bölünen yerde, ister Suriye diye bölünen yerde, ister Irak diye bölünen yerde yaşıyor olsun, hepsi de aynı ‘Allahuekber’ nidasıyla namaza durup aynı ‘na’büdü’yü okuyan ehl-i imana ikram etmiş bulunuyor.

Bunu böyle gören, bu dünyada imanî bir nazarın mâkul, kalbe huzur, ruha inşirah veren iklimine kavuşur ve umulur ki, Hesap Günü Fırat’ı sahiplenme hesabından kurtulur. Bunu böyle görmeyen ise, bu dünyada çektiği onca mesnetsiz gerilim şöyle dursun; Hesap Günü kendisinden Fırat’ı sahiplenmenin hesabı sorulacaktır.

Ve o gün, mahşer meydanında ne T.C., ne Suriye, ne Irak devletleri değil, aslında her birinin şu meydan-ı imtihanda ‘na’büdü’ sırrını yaşaması gereken insanlar olacaktır.

Bugün, yarın beni terkedecek olanın peşine düşmek ise akıl kârı olmasa gerektir.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut