Denemeler

Bir Başka Açıdan Mealcilik

*İSHAK ARSLAN, ülkemizde giderek hız kazanan, 'meal' ve 'lâfız' üzerinden Kur'ân tartışmalarını Bediüzzaman'ın Muhakemat'ında, Unsûru'l-Belagat'ta vurgulanan 'nazm-ı maani' açısından irdeliyor ve tartışmanın mevcut biçiminin içerdiği problemlere dikkat çekiyor.

Türkiye'de modernist etkilerle şekillenip slogan düzeyinde yaygınlaşan ve kabul gören yüzeysel Kur'ân tasavvuru, yerini kuşkulara ve izafiyetçi Kur'ân anlayışlarına bırakarak, yavaş yavaş ortalıktan çekiliyor. Bu meyanda, Türkiye özelinde başlangıç tarihi yüzyılı aşmayan bir vâkıa olarak Kur'an tercümelerinin 'Kur'ân'ı daha iyi anlama' adı altında giderek Kur'ân'ın yerine ikame edilmesi süreci, farklı Kur'ân yorumlarının karmaşası içinde bocalayan zihinlere, hatta kendilerini Allah'ın elçileri zanneden sapıklara kadar ulaşan bir seyri başlatmış bulunuyor.

Şimdiye kadar bir şekilde tefsirler, klasik İslâm kaynakları, hadis kitapları, medreseler, elkitapları vs. ile bize ulaşan, geleneksel Kur'ân tasavvuru bu geniş arkaplanından ve ikincil, üçüncül anlam katmanlarından arındırılarak, en iyi ihtimalle 'bir tercüme teşebbüsü' diye nitelendirilebilecek olan meale indirgenmiş durumda. Öyle ki, Kur'ân'ın bâtınî yorumunu öncelediği varsayılan tasavvufî eğilimlerden Kur'ân üzerine yapılan akademik çalışmalara, cami imamları ve vaizlerin sohbetlerinden ilahiyat fakültesi öğretim üyelerine, hemen her kesimin 'Kur'ân'a atıfta bulunmak'tan söz ettiği; bu atıftan ise, gerçekte kendi işine gelen herhangi bir Kur'ân yorumuna (meale) başvurmayı anladığı apaçık bir gerçektir. Zihnen, orijinal Kur'ân metninin esas alındığı kabul edilse bile, pratik olarak işlerliği devam eden, geçerli olan Kur'an tercümeleridir.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin en başında vurguladığı üzere bir anlamı da 'eksiltme' olan meallerin elbette pratik faydaları olmuştur. Mealler, İslâmî ilimlerle meşgul olmayan ve de geleneksel dinî yaşantıdan uzak olan kesimlerden dindarlara kadar, toplumun Kur'ân'la temasında etkili olmuşlardır. Yalnız burada dikkat çekilen husus, artık fiilî bir durum olarak işlevini sürdüren meallerin tarihî gelişimi, faydaları, zararları, meşru olup olmaması değildir. Dikkat çektiğimiz husus, bir tür yorum olan bu 'meal'lerin asıl Kur'ân'ın yerine ikame ediliyor olmasıdır, bu ölçüde de Kur'ân'ın aslıyla bağdaşmayan ve çoğu tercüme farklılıklarına dayanan sanal tartışmaların müslümanların zihinlerini teşevvüşe uğratmasıdır.

Öte yandan, asırlardır Kur'ân'ın özü etrafında şekillenip yerleşen, içerden ve dışardan her türlü ifsat ve saldırıyı göğüsleyen, âdeta Kur'ân'ın lâfzı ve mânâsı etrafında bir zırh işlevi gören sahih Kur'ân 'kültürü' bir çırpıda harcanmıştır. Kur'ân üzerinde yapılan tartışmaların bütün anlam katmanlarını ve geleneksel kavrayışları aşıp doğrudan doğruya tercüme edilmiş lâfızların üzerinden yapılması ve bunu—yukarıda değinildiği üzere—hemen her kesimden müslümanın kabullenerek yapması, en azından sukut ile karşılaması, Muhakemat müellifinin 'lâfızperestlik ve zahirperestlik' olarak nitelendirdiği hastalığın artık iyice yaygınlaştığını göstermektedir.

Kur'ân'ın apaçık ve her akıl sahibinin anlayabileceği bir şekilde inzal olduğu düşünülürse, elbette her mü'min gücü nisbetinde Kur'ân'la muhatap olacak ve ondan istifadeye çalışacaktır. Bunu yaparken çeşitli hatalara düşmesi de normal karşılanabilir. Ancak bu sübjektif anlayışlardan birinin keyfi olarak diğerlerine nazaran esas kabul edilmesi, Kur'ân'ın aslının yerine ikame olunması kabul edilemez birşeydir. Bir fikri, bir cümleyi, bir meseleyi anlamak için bile, zaruri olarak ihtiyaç duyulan gramer bilgisinin ötesinde, terim, ıstılah, lugavî farklar, kelimeler arasındaki incelikler ve taşıdığı anlam katmanları, teşbih, istiare, mecaz gibi sanatlar vs. sözkonusu iken, bir yandan da muhatap olunan kelâmın sıradan bir kelâm değil, Kelâm-ı Ezelî olduğu, mütekelliminin Allah olduğu, dolayısıyla bu kelâmın mânâ, lâfız, tedvin ve terkibinden oluşan her zerresiyle mucizevî olduğu hesaba katılırsa, ne kadar ciddi bir mesele ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır.

Kur'ân kültürünü devraldığımız nesillerin bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını, ortaya koydukları devasa külliyattan, sarfettikleri çabadan ve ulaştıkları sonuçlardan anlamak mümkündür. Zahirperestlik ve lâfızperestlik hastalığının tedavisi bizatihi Kur'ân-ı Mu'ciz'in kendisidir, Kur'ân'ın belagatıdır. Murad-ı ilâhînin hiçbir tercüme teşebbüsüne sığmadığı, lâfzı ve mânâsıyla Kur'ân 'bütünü'nün hiçbir beşerin dil ve zihin kabına indirgenemeyeceği, her türlü kuşatma ve sınırlamadan taşıp zahir perdelerini yırttığı, tarihte de bu gün de şahit olunan bir gerçektir. Lakin burada mesele Kur'ân'ın kendisini koruyup koruyamayacağı değil, müslümanların konjoktürel yaklaşımlara ve moda anlayışlara kapılarak 'su-i ihtiyar' ile kendilerini heba etmeleri ve birçok masum zihni de bulandırmalarıdır.

Kaos ve fitne ortamında Kur'ân'la samimane muhatab olanların yapabileceği şey, Kur'ân'ın belagatına sarılmak ve artık 'nazm-ı lâfz' hesabına feda edilen 'nazm-ı maani'yi gözetmektir. Nazm-ı maani ki, "fikrin mecra-yı tabiisidir" Hemen belirtelim ki, bunu söylemek "Lâfız önemli değildir, mânâ önemlidir" gibi sıradan bir anlayışın ifadesi değildir. Mânânın taşıyıcısı olan ve bizatihi mucizenin bir parçası olan Kur'ân'ın lâfzını onun mânâsıyla karşı karşıya getirip birini diğerine tercih etmek önce mantıkla, sonra Kur'ân'ın kendisiyle bağdaşmayan bir tutumdur. Ancak burada sözkonusu edilen problem, mânânın kalıbı ve taşıyıcısı olan lâfzın pratik ihtiyaçlar doırultusunda ve de 'nazm-ı maani'nin anlaşılmasındaki zorluklar dolayısıyla öncelikle tercih edilmesi, böylece gitgide lâfız yetiyormuş, mânânın gözetilmesine gerek yokmuş gibi bir anlayışı besleyerek, mânâ hilafına Kur'ân'ın maksadı gibi addolunmasıdır.

Nazm-ı maani'yi gözetmek, bir taraftan ayrıntılara da nüfuz eden ince hakikatleri, hakikatler arasındaki mantıkî silsileyi gözetmek anlamına geldiği gibi; âlemde bulunan son derece mükemmel nizamı, o nizam-ı ekmeldeki 'hüsn-ü mücerred'i gözönünde bulundurmak da, yine nazm-ı maaninin gereğidir. (Nazm-ı ekmel ve ondaki hüsn-ü mücerredin ne olduğu hususu ise, daha Kur'ân tasavvuru tartışmalarına gelmeden önce mü'minlerin anlaşıp üzerinde ittifak etmiş olması gereken hususlardır ki, iman kavramının içini dolduran da ittifakla kabul edildiği düşünülen ve varoluşu anlamlandıran bu temel önermelerdir.)

İnsanların Kur'ân karşısındaki hissiyat ve yorumları, coşkuyla dillendirdikleri yaklaşımlar nazm-ı maani'nin bu iki yönlü özelliği gözönünde bulundurularak değerlendirilebilecek bir husustur. Zahirî yaklaşımla ve lâfzı esas alarak, hüsn-ü mücerredi, Kur'ân'daki hüsn-ü küllîyi, âlemdeki nizam-ı ekmeli farketmeksizin ve hesaba katmaksızın yapılacak yüzeysel yorumlar, bırakın Kur'ân yorumu yapmayı, en baştan iman etmenin asıl maksadını gözardı eden affedilemez bir ihmaldir. Eğer hüsn-ü mücerrede çıkmıyorsa, yapılan yorumun, tartışmanın anlamı ve maksadı nedir? Öte yandan zahiren çok mükemmel bir lâfzi yorum yapılsa bile, bu öznel yorumun Kur'ân'da gözetilen maksatlara ve hüsn-ü küllîye uygun düşüp düşmediği ortada kalacaktır.

Oysa hoş bir göz, üzerinde yer aldığı sureti orantı olarak bozabilir. Meselâ, Kur'ân'ın gözettiği hüsn-ü küllîyi hesaba katmaksızın yapılacak bir başörtüsü tartışması, bu meseleyi çözmeyecektir. Zira, bu mesele, hiçbir zaman lâfız düzeyinde halledilecek bir mesele değildir. Her yorumcu 'örtü'den öznel olarak anladığı şeyi murad-ı ilâhînin yerine ikame ederek davasını sürdürecek, en ileri düzeydeki teknik tartışmalar dahi lâfzın en hakiki mânâsının hangisi olduğu hususunda yeterli delilleri sağlamaktan uzak kalacaktır. Bir yandan mantığı, bir yandan Kur'ân'da ve hilkatte bulunan hüsn-ü mücerredi yanına alan nazm-ı maaninin safında ise, salt lâfız düzeyinde kalmış iddialar 'tartışma konusu' bile sayılmazlar.

Şu halde dinî meseleler, Kur'ânî kavramlar ve şer'î hükümlerle ilgili yapılan güncel tartışmaların ve varsa mücadelelerin neye hizmet ettiği, hangi sonuçları doğurduğu ve hangi istikamette seyrettiği suallerini, 'nazm-ı maani' ekseninden bakarak geliştirilecek sahih bir tavırla cevaplamak mümkündür.

Evet, "Zahirperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır."

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, İshak Arslan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut