SON BİR notum da, ‘veil’ (örtü) kelimesine dair olacak. Negatif klişelerle dolu bir kelime olduğundan, yazdıklarımda ‘veil’ kelimesini kullanmaktan kaçındım. Batının bir bütün olarak ‘veil’e odaklanışı, birçok bilim insanının sözünü etmiş olduğu üzere, ‘the veil’ ifadesinin icaplarının tamıtamına basitleştirilmesidir; çünkü, Müslüman kadınların giyegeldiği sadece tek bir ‘veil’ yoktur. Bu, negatif klişeleştirme problemini arttıran maskaraca bir ters yorumlama örneğidir. İngiliz dilinde ‘veil,’ “kadının yüzünü örtmek veya güneşten korunmak için şapkasına ve benzerine taktığı, genellikle az ya da çok şeffaf olan bir bez”dir [bkz. Oxford English Dictionary]. Kelime, bu anlamıyla, kadınların yüzlerini örttükleri Arapça nikàb [peçe] kelimesini karşılamaktadır. Dolayısıyla, İslâmî tesettür anlayışını ifade etmede bütünüyle yetersizdir. Ha-ce-be kökünden gelen ve ‘kapatmak’ ve ‘gizlemek’ anlamlarına gelen hicâb, hem eylemi hem de görünüşü çevreleyen daha kapsamlı bir nosyondur. Hicâb, yüzü örtmeyi veya örtmemeyi içine alabilir. Karşı cinsten biri görüldüğünde nazarı başka tarafa çevirmeyi de içine alır; ve nazarlarını başka tarafa çevirmesi emredilen ve göbekten diz kapağına kadar örtünmesi gereken erkekler için de geçerli bir kavramdır. Bu günlerde hicâb, kadınların başlarına taktıkları, yüzlerini açık bırakacak şekilde boyunlarında bağladıkları veya iğneledikleri başörtüsünün bir ismidir. Yüzyıllardır değişik mekânlarda kadının nasıl örtündükleri—nerelerini neden yapılmış hangi tür kumaşla hangi örneğe göre örttükleri—hususu, muazzam bir farklılık gösterir. Elbette, terminoloji de bir bölgeden diğerine çeşitlilik göstermiştir. Bu kitapta hicâb sözcüğünü tesettür kavramını karşılamak için kullandım. Başörtüsü, bedenin eller ve yüz dışında her yerini örtmenin işareti olacaktır ve yaygın Müslüman kullanımına uyarak başörtüsü sözcüğü ile hicâb sözcüğü birbiri yerine kullanılabilecektir. Nikàb sözcüğü ise, bazı kadınların başörtülerine bağladıkları yüz örtüsünü [peçe] karşılayacaktır.*