Denemeler

 Bir gün ki, ömre bedel...

Herkes mutlu olmak istiyor. Haklı olarak, sevmek istiyor, sevilmek istiyor; güvenmek istiyor. Tüm bunları insanlar ancak İslâm’da bulabilecekken ve İslâm’da da kan düşmanlarını bile kardeş gibi kaynaştıracak tabiat ve kabiliyet varken, Müslüman olduğu halde birbirlerini sevmeyenler, sevmek istemeyenler, hatta nefret edenler, İslâm’ın ne büyük bir ilâhî ikram ve nimet olduğunu daha yeni Müslüman olmuş ve henüz onyedi yaşındaki bir genç kız kadar da mı kavrayamıyorlar?


01 ŞUBAT 2004, Kurban Bayramı. Anlaştığımız gibi; Jamie, Endam’ı da evinden alarak sabah 7:20’de bizim kapının önündeydi. Yedibuçukta başlayacak teşrik tekbirlerine yetişecektik. İlk kez bir mescitte ve ilk kez bir bayram namazı kılacağı için Jamie çok heyecanlı idi.

Üniversitenin mescidine ilk biz girdiğimiz için, her tarafı didik didik eder bakışlarla Jamie tüm merakını giderdi. Peşpeşe gelenlerin katkıları ile saat 8’e doğru doruğa çıkan tekbir sadaları ruhlarımızı coşturdukça coşturdu:

‘‘Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber! La ilahe illallahu va’llahu Ekber. Allahu Ekber ve li’llahi’l hamd...’’

Bahreynli kardeşimiz Shaker Haji’nin kıldırdığı namaz ve verdiği hutbeyi takiben; herkes bayramlaşmak için kucaklaştı; Türkü-Kürdü, Arabı-Acemi, Hintlisi-İranlısı, Amerikalısı, yerlisi, yabancısı; ırk, renk, uyruk ayırd etmeksizin. Aynen o gün hacıların Mekke’de yaptığı gibi...

Sevgi değiş-tokuşları ve sevinç alışverişlerinden sonra, birşeyler atıştırmak için tüm cemaat alt kata, yemekhaneye indik. Tabiî, çaylı kahvaltı kültürü biz Türkiyelilerde gelişmiş. Saat 9 gibiydi ki, Terzi Mehmet Abi:

“İsmail Hoca, hadi bize geçelim de şöyle güzel bir çay içelim” dedi. “Bu ne böyle!?”

“Sağol abi ama, misafirim var.”

“Onları da getir!”

Misafirler, Mehmet Abi’nin sürpriz davetini memnuniyetle karşıladılar. Aslında bizim âdetimizdir; bayramlarda seyranlarda büyüklerde toplanırız. Mehmet Abi de bizim buradaki en büyüğümüz.

Jamie, Endam, Ekonomi Bölümünden Türkiyeli profesör Metin Bey, aynı bölümde doktora öğrencisi Urfalı Sadık Bey ve ben, ailelerimizle davet yerine ulaştığımızda, Aysel Abla çoktan çayı demlemiş, kahvaltıyı hazırlamıştı. Mehmet Abinin hepsi de birbirinden hanımefendi ve tesettürlü beş genç kızını görünce, bir hazine bulmuş gibi en çok sevinen, Jamie oldu. Ne yapsın garibim; o güne kadar, amca ve teyze dediği ben ve eşimden başka kimse mi tanımıştı sanki? Karşılarında başı örtülü, lise son sınıf öğrencisi, kendi akranları Amerikalı bir Müslümanı görmek kızları da şaşırtmıştı. Jamie’yi âdeta kapışırcasına hepsi birer birer bağırlarına bastılar, sarıldılar ve onu alıp kendi odalarına çekildiler.

Amerika’da Yağlıdereli olmayan tek Giresunlu, belki de Mehmet Abi’dir. Yedi kızı ve eşini Türkiye’de bırakarak çalışmak için Amerika’ya gelmiş. Ailesinden ayrı ondört sene yalnız yaşadığı bu uzak ve tuzak diyarda inancını korumayı başarmış, kendini kaybetmemiş çok değerli, babacan bir abimiz. Fakat, babaları ondört sene yanlarında olmayan yedi kızı tek başına kelimenin tam mânâsıyla pırlanta gibi ve tertemiz yetiştiren, ikisini de evlendiren Aysel Abla’yı gerçekten çok daha takdir ediyorum. Dinlerine ve maneviyatlarına bağlı bu çifti ve çocuklarını gördükçe, hep Peygamberimizin bir müjdesi aklıma geliyor:

“Kim üç kız veya üç kız kardeş veya iki kız kardeş veya iki kızı edepli ve terbiyeli yetiştirir; onlara iyi davranır ve evlendirirse, cenneti haketmiştir.”

Cenab-ı Hakk bu aile efradına dünyada nasip ettiği cennet gibi hayatı ahirette, de devam ettirsin. Amin.

İkizler Derya ve Deniz’i lisede, Dilek ve Elif’i ise üniversite birde başları örtülü görünce, diğer öğrencilerin yadırgaması normal. Çünkü bu çocukların çoğu ne daha önce İslâm’ı duymuş, ne bir Müslüman görmüş, ne de tesettürün İslâm’da bir farz olduğunu biliyorlar. Türkiye’den daha yeni gelmelerine rağmen İngilizce’yi çok kısa bir sürede öğrenip her biri sınıflarının bir de en birincisi olunca, kendilerini pekâlâ kabul ettirmişler. Kızlar eyalet çapındaki resim yarışmalarında birincilik ödülleri de alınca, iyiden iyiye kendilerini saydırmışlar. Bunları gördükten sonra, sırf başörtüsü yüzünden kendi öz yurtlarında başarılarına sed çekilen nice genç kızımız aklıma geldikçe kahroluyorum!

Jamie, bu altın kızların hünerlerini hayranlıkla dinlemiş. Ama onu asıl en çok etkileyen; ömründe hiç kimseden görmediği derecede sıcak bir ilgiyi böyle ilk kez rastladığı birilerinden görmesi olmuş. Üç saat sonra kızların odasından çıktığında büyülenmiş gibiydi.

Dönerken;

“Bayramın nasıl geçiyor?” diye sordum.

Uzun süre sessiz kalınca, dikiz aynasından, yüzünü dışarı çevirdiğini ve gözlerindeki kızarıklığı farkettim. Susmam gerektiğini anladım. Eve vardığımızda öğlen 12:30’du.

“Biz hemen dönsek iyi olur! Anneme erken döneceğime söz verdim” diyebildi.

“Bugün bayram. Beş dakika içeri girmeden bırakmam sizi?!”

Kapıyı açtım, içeri girdim. Ardımdan da Endam ve Jamie; peşlerinden eşim ve kızım. Ben elimdekileri henüz bir yere bırakıyordum ki, arkamdan boğuk ve tuhaf bir ses yankıladı. Telaşla geri döndüm. Endam’la Jamie sımsıkı sarılmışlardı ve, Jamie’nin hıçkıra hıçkıra ağlamasına daha fazla dayanamadan, Endam da ağlamaya başladı. Hüzünlenmedim değil. Ama, daha çok, sevindim. Bunların, mutluluk gözyaşları olduğunu biliyordum.

Ama yine de sormadan duramadım:

“N’oldu?”

“Lütfen, lütfen. Bırakın, biz evimize gidelim.”

Birkaç saat sonra, Jamie hem teşekkür etmek, hem de özür dilemek için bir e-mail gönderdi:

“Dear Uncle Ismail and Auntie Emel,

Eid Mubarak again :) I really wanted to thank you so much for allowing me to experience this truly beautiful and peaceful Eid with you. My day was absolutely incredible, and as I told Endam, it is probably the most amazing day of my life.

I feel that I should explain now why all the tears! I wanted to explain while I was there, but I knew that if I started talking then I would end up crying more and I did not want to upset you on the Eid!! It is a happy time! And that is why I was crying, my dear Auntie and Uncle.

When we were driving back to your home, I was just thinking about how blessed I am. What a miracle of Allah, the perfect chain of events in October-- I messaged a person online from UConn to ask a question about prayers, then I was led to the MSA mailing address, then I "met" Shaker in the e-mail (and he thought I was a brother at first :) and then he directed me to Uncle Ismail to learn Arabic and more about Islam.

Alhamdulilah, now I have such a huge, wonderful family, and it all happened so fast. I surely have met the best people-- the real Muslim community. I am so blessed, it is surely the Mercy of Almighty Allah, for Him to help guide me in such an incredible way. I was just overcome and started to cry in the car. Then Endam gave me a tissue and then I cried some more! So I was really so happy to just be with you both and Betul and Endam and everyone at the beautiful new masjid at UConn which the brothers and sisters worked so hard on.

Ah, I'm getting teary now!

So before I flood my keyboard with more tears of such happiness, I want to thank you again. My Auntie Emel and Uncle Ismail, you really mean so much to me and you are always in my thoughts and prayers.

With most love and deepest respect...”

Yani:

‘‘Sevgili İsmail Amcacığım ve Emel Teyzeciğim,

Bayramınız tekrar mübarek olsun. Bu gerçekten çok güzel ve huzur dolu bayramı sizinle birlikte geçirmeme sebep olduğunuz için, size çok teşekkür etmek istedim. Kesinlikle inanılması güç bir gündü. Endam’a da dediğim gibi, belki de hayatımdaki en muhteşem gün.

Şimdi, o yaşlar nedendi peki? Anlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Aslında oradayken açıklamak istedim. Fakat, konuşursam daha çok ağlayacağımı biliyordum ve bayram günü sizi üzmek istemedim. Mutluluk! Bunun için ağlıyordum benim sevgili amcacığım ve teyzeciğim.

Yolda evinize dönerken, Allah’ın ne kadar ikramlarına mazhar olduğumu düşünüyordum. Bu ne ilâhî bir mucize, ne mükemmel bir olaylar zinciri... Namaz hakkında soru sormak için, Ekim ayında üniversitenizden birine e-mail attım. Oradan, Üniversitedeki Müslüman Öğrenciler e-mail listesine yönlendirildim. Sonra, yine e-mail yolu ile Şakir’le tanıştım (ki beni önce bir erkek sandı). Ve o da Kur’an ve İslâm’ı öğrenmek için beni İsmail amcama havale etti.

Elhamdülillah ben artık geniş ve harika bir aileye sahibim ve herşey çok çabuk olup bitiverdi. Şüphesiz, en iyi insanlarla, gerçek Müslümanlarla karşılaştım. Bu nasıl bir ikram! Akıl almaz bir şekilde beni doğru yola iletmek için, hiç şüphe yok ki, Kadir Mevla’nın bir rahmeti bu! Öylesine dolmuştum ki, arabada ağlamaya başladım. Endam ağladığımı sezip bana bir mendil uzatınca, bu sefer kendimi iyice koyuverdim. Kısacası; her ikinizle, Betül ve Endam ve tüm kardeşlerimizin gayretleriyle mescide dönüştürülen o yerde herkesle çok mutlu oldum.

Bak şimdi; bu satırları yazarken, gözlerim yine yaşarmaya başladı!

Mutluluk gözyaşlarımla klavyemi sel basmadan önce, size tekrar teşekkür ediyorum. Teyzeciğim ve İsmail Amca! Benim için çok anlam ifade ediyorsunuz ve her zaman aklımda ve dualarımdasınız.

En derin sevgi ve saygılarımla...”

Jamie eve gözleri yaşlı girince, bizi ziyarete geldiğini bildiği için, annesi ona kötü birşey yaptığımızı sanmış. Her ne kadar:

“Hayatımda bir gün yaşadım ki, bir ömre bedel. Mutluluğumdan ağlıyorum anne, mutluluğumdan!” demişse de, inandıramamış annesini.

Nasıl inansın ki? Hiç böyle mutlu olmuş muydu kadıncağız?

“Ben bu yakınlığı, bu sıcaklığı, bu içten sevgiyi kendi ailemde bile görmedim” diyordu Jamie. “Bir de hep bir ağızdan yüksek sesle okuğumuz o tekbirler yok muydu? Hâlâ daha kulaklarımda çınlıyor: Allahuekber, allahuekber, lâ ilâhe illallâhu vallahu ekber, allahuekber ve lillâhi’l-hamd...”

İslâm ne güzel bir din! Eğer Allah’ın rahmeti bize yâr olmasa, yardım etmese idi, biz bu sevgiyi, bu sıcaklığı nerede bulur, kimden ve neyle satın alırdık?!

Çok uzun seneler süren kanlı savaşlarda birbirlerinden karşılıklı çok can alan ve yakan iki büyük Arap kabilesi Evs ve Hazrec’in İslâm’a girdikten sonra nasıl birbirlerine canlarını feda ettiklerini anlatıyor Kur’ân:

“Onların kalplerini, Allah birleştirdi. Sen ey Resûl! Yeryüzündeki herşeyi bu uğurda harcayıp sarfetseydin, onların gönüllerini yine birleştiremezdin. Fakat, onların aralarını Allah bulup kaynaştırdı.”

Herkes mutlu olmak istiyor. Haklı olarak, sevmek istiyor, sevilmek istiyor; güvenmek istiyor. Tüm bunları insanlar ancak İslâm’da bulabilecekken ve İslâm’da da kan düşmanlarını bile kardeş gibi kaynaştıracak tabiat ve kabiliyet varken, Müslüman olduğu halde birbirlerini sevmeyenler, sevmek istemeyenler, hatta nefret edenler, İslâm’ın ne büyük bir ilâhî ikram ve nimet olduğunu daha yeni Müslüman olmuş ve henüz onyedi yaşındaki bir genç kız kadar da mı kavrayamıyorlar? Üstelik, bir de aynı anne-babadan kardeş iseler…?

Jamie’nin bize öğrettiklerinden bir ders alıp, tüm insanlığın arayıp da bulamadığı, bizim de değerini bilmediğimiz bu İslâm nimeti elimizden çıkmadan, haydi gelin Endam ve Jamie gibi sımsıkı kucaklaşalım ve ağlayalım. Ağlayalım ki gülelim, ve bundan sonra da birbirimizi hiç incitmemeye ve birbirimizden hiç incinmemeye söz verelim. Bu nimeti bize verenden de af dileyelim.

Çünkü, Alvarlı Efe’nin dediği gibi:

Cümle günah afv ola, bayram o bayram ola.

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, İsmail Yakup



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut