*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın kâinat ve hayat sayfalarını ‘alışılmışın dışında’ bir gözle okumak suretiyle çıkardıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Başka Türlü Okumak

SUNUŞ:

Okuma gibi bir eylemden söz edebilmek için, bize neler gereklidir? Bu soruya vereceğimiz en kısa cevap, galiba "Akıl, göz, alfabe bilgisi ve elbette yazılı bir metin" olurdu herhalde. ‘Okuma’ eylemi ‘yazma’ eyleminin izini sürer çünkü; ancak yazılanlar okunur. Bu ‘yazı’ ise ya kitap, dergi, gazete misali ‘matbu’ bir yazıdır; ya da mektup, pusula veya hat türünden el yazıları...

İnsanlık tarihinin en büyük ‘okuyucu’sunun bildiğimiz anlamda okuma-yazma bilmeyen biri olması, işte bu yüzden, zihinlerimizde ciddi bir paradoks oluşturur. Peygamberler zincirinin son halkası olan Muhammed-i Arabî (a.s.m.), ‘ümmî’ bir nebîdir. Açıkçası, bildiğimiz anlamda, ne okuma bilir, ne de yazma. Ama, ona gelen vahyin ilk kelimesi; onun elçisi olduğu Kitabın ilk emri ‘Oku!’dur.

‘Okuma haftası’ gibi resmî ve anlamsız haftalara adanmış ‘Dinimizde okumanın yeri ve önemi’ türünden resmî hutbelerde çokça vurgulanan bir konudur bu. ‘Okumak önemlidir’ gibi cümlelerle başlayan hutbeler, yıllar yılı, handiyse ikinci paragrafında, ‘Nitekim, dinimizin ilk emri...’ diye sürüp gider.

Oysa, ‘Oku!’ emrine muhatap olan Muhammed-i Arabî (a.s.m.), bunun üzerine ‘ümmî’liği terketmiş, Hira mağarasından koşar adım evine döner dönmez eline kalem-defter alarak okuma-yazma öğrenmeye başlamış değildir. Ona ‘Oku!’ emri gelmiş; o ise, bildiğimiz anlamda okuma-yazma bilmiyor olma halini sürdürmüştür. Ne Arapça bir metni okumaktadır; ne İbranice yahut Süryanice bir metni.

İşte bu durum, ‘başka türlü okumalar’ı haber verir bize. Peygamberin nasıl bir okuma içinde olduğunu anlamak için ise, ‘okunan’ Kur’ân’ın altıbin küsur âyeti arasında uzun bir yolculuğa çıkmaya gerek yoktur. Vahiy meleği Cebrail’in üç kez tekrarladığı, karşılığında her defasında "Ben okuma bilmem" cevabını aldığı ilk ilahî emrin ardından gelen kelimeler, ‘başka türlü okumalar’ın anahtarı hükmündedir: "Yaratan Rabbinin adıyla..."

Emrin devamını oluşturan bu üç kelimeyle birlikte peygamberin nasıl bir okuma sunduğunu en iyi özetleyenlerden biri, büyük şair Rainer Maria Rilke olsa gerektir. 1900’lerin başında gerçekleşen Endülüs gezisi sırasında ‘bir rüzgâr gibi, orgun içindeki rüzgâr gibi, sizi alıp kendi iklimine götüren’ Kur’ân’ı okumaya başlayan; okudukça, hamisi olan Alman prensese "Elbette bir Muhammed gelecekti" cümleleri de taşıyan mektuplar yazan Rilke, ‘Oku!’ emrinin serencâmını şair duyarlılığıyla kelimelere döktüğü ‘Muhammed’in Yakarması’ şiirinde, Cebrail’in ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’ âyetini iletmesinden sonra olup bitenleri, şu iki dizede özetler:

"Okudu o da; öyle ki, melek bile hayrandı

Çoktan okumuş denirdi artık ona"

Bilinen anlamda okuma-yazma bilmeyen Muhammed-i Arabî, Rilke’nin o nefis özetiyle, ‘Yaratan Rabbinin adıyla okuma’ açısından, ‘çoktan okumuş’ olan biridir. Hayatının her adımı, bu anlamda, ‘okumalar’la doludur. Çünkü, kitap denilen şey, harf denilen birimler üzerine kurulan; harflerin kelimeleri, kelimelerin cümleleri, cümlelerin paragrafları, paragrafların alt-bölümleri, alt-bölümlerin ana bölümleri, ana bölümlerin de kitabın tamamını oluşturduğu anlamlı bir bütünü ifade ediyorsa eğer, ‘herşey’e bir ‘kitap’ gözüyle bakılabilir; ve herşey ‘okunabilir.’

Sözgelimi, her ağaç bir kitaptır. Hücreleri harf, dokuları hece, yaprakları kelime, ince dalları alt-bölüm, dalları ana bölüm yerine geçen bir kitap... Ya da, her yıl, yeni bir kitaptır: kış, bahar, yaz, güz bölümlerinden oluşan; her gün yeni bir sayfası açılan, her saatin ayrı bir satırını oluşturduğu bir kitap... Atom-altı dünyalar da, yeryüzü de, uzay da, tümüyle evren de, bu anlamda bir kitap hükmündedir.

İşte, o ümmî nebînin ‘yaratan Rabbinin adıyla okumalar’ı, Rabbinin Kudret kalemiyle yazılmış bu kâinat kitabına, bu kitabın içindeki kitapçıklara ilişkin okumalardır. Nitekim, yağmur damlalarının düşüşünden rüzgârın esişine, bir bebeğin gülümseyişinden yavrusunu yuvasından alan bir insan karşısında anne kuşun ‘Yavrumu geri ver’ dercesine çırpınışına, gece gökyüzünün yaldızlı yüzünden şafak vakti kuşların bölük bölük rızık duasına koşmasına, insanların geçim endişesi duymasından yakınından geçen Yahudi cenazesine, hurmadan arıya, nardan Ay’a kadar herşey, o ümmî nebînin ‘Yaratan Rabbinin adıyla okuduğu’ sayfalardır. Hem de, bin küsur yıl sonra Rilke’ye onun için ‘çoktan okumuş’ dedirten; yine Rilke’ye göre, meleği bile hayran bırakan okumalarla okunan sayfalar...

Biz de, bütün zamanların en büyük ‘okuyucu’su olan o ümmî nebînin izinden gidip, bu web sayfasında, ‘başka türlü okumalar’ yapmak üzere koyulduk yola. İstedik ki, elimizde ‘matbu’ birşey yokken de okumanın mümkün olduğu anlaşılsın. Çünkü, kâinatın kendisi de bir kitaptır; ve içinde, nice şairin, nice ressamın, nice fotoğrafçının okumaya doyamayıp binlerce yıldır tekrar tekrar okuduğu, günbatımı misali eşsiz cümleler barındırmaktadır.

Sözü şimdilik burada keselim; ve bir sonraki sayının hazırlıklarına başlayalım. Artık ilk iş olarak kar tanelerini mi okuruz, bebek yüzlerini mi, meydanları mı, fotoğrafçı vitrinlerini mi, bilmiyorum. Kimbilir, işe insanların gözlerinden okuyarak başlarız belki de...

"Geceler gebedir" der, sevgili Şirazlı Hâfız. Bakalım, neler doğuracak?

  21.10.2000

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut