“O akıl ‘akıl’ olsa gerektir”: Ama hangi akıl?

Zeyneb Hafsa

Bugün modern bilimin kendi içinden dahi aykırı sesler duyulmakta, aklın maddi alemi dahi anlamakta yetmediği belirtilmektedir. Nitekim modern bilim mantığı üzerine kurulan ekonomi bilimi dahi bugün rasyonel insan sınırlı rasyonellik gibi kavramlar geliştirmektedir. Çünkü insanoğlu kendisine neyin iyi geleceğini her daim bilemez ve bunu tercih edemez.


MODERN DÖNEMİN ve modern bilimin başat unsurlarından bir tanesi akılcılıktır. Bundan kasıt kısaca, dünyaya ve bilime dair şeyleri akıl yoluyla anlayabilmeye olan güvendir denebilir. Bu anlamıyla dahi eleştiriye tabi tutulan akılcılık özellikle dini ilimlerle bir araya getirilmeye çalışılınca daha da büyük problemlere yol açabilmektedir. Bunun sebeplerini aşağıda izah etmeye çalışacağım. Burada hemen bir şerh düşüp kasdımızın dinle aklı tamamen ayırmak, bu ikisini tamamen birbirine zıt saymak olmadığını söylememiz lazım. Kasdımız, modern anlamdaki akılcılığın problemli olduğunu, bu problemin ise kendisini en çok dini ilimlerde ortaya koyduğunu belirtmek. Nitekim bu yazı da bu probleme dair bir örnek paylaşmak amacını güdüyor.

İbnü’l-Arabi’den Râzi’ye bir mektup

Bahsettiğim örnek, mütekellim Fahreddin Razi ile sufi İbnü’l-Arabi arasında geçen bir mektuplaşma. İbnü’l-Arabi tarafından Razi’ye yazılan mektubun içeriği şöyle:

Kardeşlerinden güvendiğim ve senin hakkında niyeti güzel olanlardan biri senin bir gün ağladığını görmüş ve bunun sebebini sormuş. Sen de cevap olarak demişsin ki “Otuz seneden beri inandığım bir mesele hakkında bu saatte bana zuhur eden bir delille yanıldığımı anladım. Bunun için ağladım. Ve kendi kendime dedim ki bana zahir olan bu fikir önceki gibi yanlış olabilir.” Bu senin sözündür. Demek ki nazarî akıl ile bilgin olanın dingin ve müsterih olması imkansızdır. Hele hele Allah’ın bilinmesinde bu durum çok daha açıktır. Çünkü nazar yoluyla Allah'ın mahiyetini bilmek imkansızdır. Kardeşim artık sana ne olmuş ki bu tehlikede devam ediyorsun. Riyâzat, mücahede ve halvet yoluna girmiyorsun. Ki Allah rasulünün açmış olduğu bu yollara ve Allah'ın “-Orada- kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf, 65) ayetindeki kişilerin nail olmuş olduklarına nail olasın. Senin emsallerin bu şerefli, yüce ve yüksek mertebelere ulaşmaya teşebbüs ediyor.

Kim bizzat sebebi var eden yönüyle değil de sebep cihetiyle onu var edene bakarsa “Kalbim Rabbimden bana haber verdi” diyecek. Diğeri ise (ki üstün olan odur) “Rabbim bana haber verdi” diyecek. İrfan sahibi bir arkadaşımız buna işaret ederek demiştir ki; “Siz ilminizi ölüden ölüye intikal eden kitabelerden almışsınız. Ama biz ilmimizi ölmeyen, diri olan (Allah)’tan almışız.”

Nefsin başka bir aleme intikal ettiğinde terk ettiği ilimle uğraşmanın hepsi, bahsettiğimiz şekilde eksiktir. O halde akıllı kimse, zorunlu ihtiyaçlarıyla ilintili ilmi almalı ve gideceği yere kendisiyle beraber götüreceği ilmi tahsil etme noktasında gücünü sonuna kadar harcamalıdır. O da iki ilimden başkası değildir:

a) Allah’ı bilmek

b) Ahiret makamlarını bilmek ve kendi evinde yürüyormuşçasına orada yürüyebileceği kadar bu makamların gerektirdiği ilimleri öğrenmek.

Akıllı kimsenin bu iki ilmi riyâzat, mücahede ve halvet yöntemleriyle kurallarına uygun biçimde keşfetmesi gerekir.

Aklın sınırları

İbnü’l-Arabi’nin bu mektubundan çıkarılabilecek temel hususlar şunlar diye düşünüyorum:

  1. Asıl ilim Allah’ı ve ahireti bilmektedir.

  2. Birinci maddede geçen ilimler akletmek yoluyla ancak eksik bilinebilir. Bu ilimleri bilmenin temel yolu riyâzat, mücahade ve halvetten geçer.

  3. Asıl akıllı olan, ikinci maddedekini takip edendir.

Modern bilimin doğuşu sırasında dini ve metafizik öğelere karşı çıkılıp bunların varlığı reddedildiğinden bunun dışında kalan maddi, fiziki öğeleri insan aklının alabileceği sonucuna varılmıştır. Bu noktada metafiziksel olanın reddi mi insanların bunları kavrayamayacağı anlaşılan aklın reddini yoksa akılcılığa kayış mı aklın kendisini kavrayamayacağı anlaşılan metafiziksel olanı reddi getirmiştir bilemiyorum ancak neticede varlık anlayışı maddi ve fiziksel olanla sınırlanmış, bunu da insan aklının idrak edebileceği kanaati yaygın hale gelmiştir. Fakat bugün modern bilimin kendi içinden dahi aykırı sesler duyulmakta, aklın maddi alemi dahi anlamakta yetmediği belirtilmektedir. Nitekim modern bilim mantığı üzerine kurulan ekonomi bilimi dahi bugün rasyonel/akılcı insan (homoeconomicus/rasyonel ekonomik birey) varsayımını sorgulamaya başlayıp “sınırlı rasyonellik” gibi kavramlar geliştirmektedir. Çünkü insanoğlu maddi anlamda dahi olsa kendisine neyin iyi geleceğini her daim bilemez ve bunu tercih edemez. Bilakis işin içine duygular, ön yargılar, vicdan vb. girer. İşte o yüzden insanın fiziki, ekonomik rasyonelliği dahi sınırlıdır.

İslam ve akıl

İbnü’l-Arabi’nin mektubundan ve bundan çıkardığım 3 maddeden hareketle İslam ile akıl ilişkisine gelince kısaca şu söylenebilir: modern manadaki akılcılık ile Kur’an’da da sıkça geçen akletmek aynı şeyler değildir. Dolayısıyla İslam’ın akıl ve akıllı tanımı da farklıdır. Çünkü yukarıda da vurgulandığı gibi modern akıl kendini fiziksel olanla sınırlamaktadır. Oysa İslam doğal olarak metafizik alanı da kapsar. İslam’ın akıllı gördüğü kişi de işte bu fiziksel, metafiziksel alem bütünlüğü içinde bakabilen insandır. İkinci olaraksa İslam’a göre insan aklı fiziksel, metafiziksel bütünlüğü anlamada gerekli ama yeterli olmayan -matematikte buna “necessary but not sufficient” denmektedir- bir öğedir. Özellikle doğrudan metafiziksel hususları tek başına anlamakta zorlanmakta hatta çokça yetersiz kalmaktadır. Nitekim İbnü’l-Arabi de bunun altını çizmektedir. Bu noktada da devreye akıl üstü araçların gerekliliği -ki bunlar modern bilimin reddettiği araçlardır- girmektedir, vahiy gibi…

Bir sonraki yazıda buradan devam etmek dileğimle.

  05.07.2022

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut