Ülkemin ümidi için!

Ayhan Kayasur

ÖMÜR YOLCULUĞUMUZUN en kısa ve aynı zamanda en uzun dönemi gençliktir herhalde. Öncelikle kısadır, çünkü bir yandan pek hızlıdır bir yandan da hayattaki önemli kararların çoğunu bünyesine sığdırmıştır. Ve uzundur, bu dönemdeki kararların etkisi bir ömür devam edecektir. Öyle ki, gençliğin ardından gelen yıllar onun gölgesi altında ve kararlarının uygulama sahasıdır adeta. Örneğin kişiliğimize ait köşe başlarının iyice belirginleşmesinden tutun da mesleğimiz, eşimiz veya yaşayacağımız yer gibi -kimi zaman kendileriyle tarif edilebilecek derecede- önemli bir dolu vasfımız, çoğunlukla bu dönemde belli olmaktadır.

İşte, taşıdığı bu önemden dolayıdır ki; gençlik dönemini “kaliteli” geçirebilmek demek, hem hayatın önemli kararlarını verme anlarımız için hem de maddi-manevi yaşam kalitemiz hesabına “tarife sığmaz ölçüde bir katkı” anlamı taşımaktadır.

Bu noktadan ele alındığında ise, gençlerine kaliteli bir gençlik imkanı ve kendini gerçekleştirme yolları sağlayabilen toplumların hem bugüne hem de geleceğe en büyük bir yatırımı yaptıkları şaşmaz bir gerçekliği ifade edecektir!

Gençlik bir anlamda “ibredir” bu nedenle. Daha doğrusu, ait olduğu toplumun halihazırı ve geleceği hakkında perdesiz neticeler bildiren sağlam bir göstergedir.

Beni bu satırları yazmaya yönelten konuya işte tam da bu hatırlatmalarla başlamak istedim.

Çünkü kabiliyetine ve enerjisine nicedir yazık edildiğini düşündüğüm güzel ülkemizin gençleriyle ilgili hemen her mecradan yansıyan iç acıtıcı manzaralar, kanımca günümüz ve geleceğimiz adına alarm düzeyini de aşan bir gösterge mahiyetine bürünmüş durumdalar! Hani şu, sebepleri konusunda farklı düşünsek de hemen hepimizin günaşırı şahidi olduğu vakalardan söz ediyorum. Gençlerimizin istihdamı sorunu ve buna bağlı (intihar da dahil) travmatik örneklerin etrafımızda git gide ‘rutini’ ifade etmesi yani… Veya en ‘vasıfsız eleman’ ve işçi ilanlarına bile duyurulan sayının yüzlerce bazen binlerce katı sayıda –hem de çoğunluğu vasıflı ve üniversite mezunu olmak üzere- başvurunun yapıldığı haberleri... İltimas, kayırma, siyasi yandaşlık aracılığıyla servet edinmelerin ayyuka çıkması… Kamu veya üniversite kadrolarına girişlerde yaşanan usulsüzlük ve kayırma vakaları, haksızlık ve keyfiliğin yapana kâr kalması, hele kimi belediyelerden rüşvet karşılığı alınan gri pasaportla yurt dışına gittikleri iddia edilen gençlere dair güncel havadisler ve benzerleri gibi bir dolu örnek kısacası...

Bu konuda kendi çevremden acı bir gösterge ise, bir dostumun bu yakınlarda yaptığı memleket ziyareti sonrasında -özellikle gençlerimizle ilgili- aktardığı birinci elden izlenimler oldu! Benim için tam anlamıyla bir “ibre okuması” mahiyeti de taşıyan bu izlenimlerin işaret ettikleri hakkında, “inşaallah yanılıyorumdur” diyerek defaatle tekrarladığım duamı yenileyip söze devam edeyim.

Söz konusu dostumun bu defaki sohbetimizde kullandığı bir cümle, emarelerini nicedir gördüğüm ancak kabulüne razı gelemediğim o acı gerçeğimizi resmen yüzüme çarpmış oldu! “Çeyrek asırdır gelip geldiğim ülkemde bana ‘Avrupa’ya nasıl gelebiliriz?’ diye soran genç sayısı hiç bu kadar, bu son bir-iki yıldaki kadar çok olmamıştı!” cümlesiydi bu! Dahası, dostumun konu hakkında endişesini artıran daha da önemli bir done ise, aynı soruyu gençlerin kendi başlarına değil de anne-babalarıyla birlikte sormuş olmalarıydı! Ki ben de aynı kanaat ve gözlemi paylaşmaktayım maalesef!

Burada hemen vurgulamak gerekir ki; bir gencin kendi kişisel olgunluğu, idealleri, merakı veya meslekî geleceği için başka bir ülkeye belki kendi iç yolculuğunun da parçası olarak gitmek istemesi takdir ve destek gerektiren bir seçimdir elbette. Ancak aynı gencin bunu öylesi sebepler yerine içinde bulunduğu genel şartlar yüzünden tercih etmesi, çok başka bir şey. Başka ve bir o kadar da acı bir şey hem de!

Üstelik o gencin bunu gençlik heyecanı ve idealleriyle değil de anne-babasının da bilgisi ve isteği dahilinde kafaya koymuş olması, dediğim gibi, bana göre de vahameti artıran bir başka sebep elbette. Çünkü bir insanın elinin yetişmeyeceği diyarlara evladının yerleşmesine çok da kolay razı gelemeyeceğini, ciğerparesini sonu ve içeriği meçhul gurbet yolculuklarına ancak çok önemli sebeplerle gönderebileceğini düşünüyorum…

Evet, dost acı söylermiş gerçekten de. Ama şükür ki bunu dostunun yarasına merhem olması için söylermiş. Ülkemin ve insanımızın yaralarına dikkat çekmek için ben de bu satırlarla acı söylemek, nelere işaret ettiğini ehl-i akıl ve vicdanın iyi bileceği bu ‘küçük göstergeyi’ duyurmak istedim. Zira fark ettiğine inanıp da uyarmamanın, bilip de söylememenin vebali pek ağırdır diye inananlardanım...

Kısacası, aynı şeyi isteyen gençlerin ülke gençliği içinde oranı nedir bilmiyorum ama gerek benim gerek dostumun görebildiği kadarıyla; gençlerimizin külliyetli bir kısmı hem de üniversiteli, liseli, mezun, çalışan veya işsiz olmalarından bağımsız olarak, gelecek hayallerini kendi ülkelerinde değil gurbet ellerde yaşamak üzerine kuruyorlar.

Etrafımız günbegün yaşama enerjisi, gelecek ümidi, adil ve müreffeh bir yaşam inancı azalan, var olabilme imkanlarını başka diyarlarda gören insanlar ve gençlerle doluyor.

Geleceğimiz daha bugünden yara alıyor…

Acı, yakıcı, kahredici ve bir o kadar da direkt bir gösterge ama, vaziyet bu sanırım.

İnşallah yanılıyorum ve benim gibi düşünen arkadaşlarım ve o dostum da yanılmıştır diyorum tekrarla.

Oysa yanılmadığıma emin olabileceğimiz şöyle bir gerçek var ki; gençlik, toplumun bugünü ve geleceği hakkında iyi okunması gereken bir ibredir aynı zamanda.

Daha da önemlisi, gençlik ümittir, hem de en yitirilmez türden bir ümittir!

Ümidimizi koruyalım ne olur!

  24.04.2021

© 2021 karakalem.net, Ayhan Kayasur



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut