Serbestiyet

Başkasının mutsuzluğunda mutluluk aramak

Dört tarafı ‘düşmanla çevrili’ görmenin, dahilde ve hariçte ‘bedhâhlar’ gören gözlere sahip olmanın kazandırdığı ne oldu? Kürde, Ruma, Araba, Ermeniye mutluluk getirmediği aşikâr olan bu bakış, Türke olsun getirdi mi? Bir ortak yaşam örgüsü içinde yaşayagelmiş bu toplulukların yekdiğerini düşman olarak gördüğü, ötekinin kaybında kazanç aradığı bir sürecin kazananı yok. Herkes kayıpta, hepsi birden mutsuz.


OKUL YILLARINDA, siyasî tarih dersinde hocamız Almanlar ile Fransızlar arasındaki birbirini takip eden savaşları ve karşılıklı işgalleri anlatırken, Avrupa Birliği’nin kurulmasını da bu kadim çatışmayı sona erdirme çabasıyla açıklamıştı. Yarı şaka yarı ciddi bir üslupla söylediği bu indirgeme ne kadar doğrudur bilmiyorum, ama Avrupa Birliği fikri ve uygulaması en azından Avrupa içinde çatışmadan uzlaşmaya bir eksen değişimini gerçekten simgeliyor. Birbiriyle çatışan prensliklerin kurduğu devletler arasında gerçekleşen büyük savaşların ardından, dün birbiriyle savaşan bu devletlerin kurduğu bir birlik olarak AB, aksayan yönlerine rağmen, hepimize ulus-devletler çağında ulus-devlet ötesi bir paradigma oluşturmanın imkânını gösteriyor.

Dünyanın Batı tarafında gerçekleşen bu birlik, dünyanın içinde yaşadığımız bölümü için de ilham verici bir nitelik taşıyor esasında. Bilhassa, başkasının kaybında kazanç, başkasının mutsuzluğunda mutluluk aramak yerine, beraberce kazanca ve mutluluğa ulaşma yolunda bir çaba ve bir deneme olarak…

Çeyrek asır arayla iki dünya savaşının en ölümlü meydanı olmuş bir kıtada birbirine on milyonlarla ifade edilen can kayıpları verdirmiş ülkelerin bir sonraki çeyrek asırda böyle bir çözüm için biraraya gelmeleri, çatışan bütün devletler ve husumetli bütün toplumlar için başka bir yolun mümkün olduğunu söylüyor. Ama böyle bir tecrübeye rağmen içinde bulunduğumuz coğrafyadaki hâkim psikolojiyi, başkasının kaybında kazanç aramak, başkasının mutsuzluğundan mutluluk devşirmeye çalışmak diye özetlemek mümkün. Nitekim, İkinci Meşrutiyetin çok kısa süren ve ‘çalınan’ baharı dışında, Osmanlının dağılma, ulus-devletlerin ise oluşma sürecinde karşılıklı olarak hep bu saik çıkıyor karşımıza.

Meselâ ulus-devlet ideolojisini benimsemiş bir Türkün zihniyet dünyası, Arapların, Kürtlerin, Rumların ve Ermenilerin beraberce mutlu olabildiği bir paradigma inşa edemiyor. Bilakis, bu zihniyet dünyasında Arapların Araplar, Kürtlerin Kürtler, Ermenilerin Ermeniler olarak mutlu olması mümkün değil. Mutluluk tek parti döneminin ‘adalet’ bakanlarından Mahmud Esat Bozkurt gibi “Türküm diyebilene” mahsus. Mustafa Kemal’in buna nisbeten yumuşatılmış söylemiyle, başkaları için de mutluluk imkânı var, ama eğer “Türküm diyen”ler arasına katılırsa… Bu söyleme karşılık, hayatın önümüze koyduğu bir gerçek var: Türküm diyenin de, demeyenin de gözü Avrupa kapısında. Türk, Kürt, Arap, Afgan, Acem ayırmaksızın, farklı ulus-devletlerin kimlik belgesine sahip farklı etnisiteden milyonlarca insan, doğudan ve güneyden göçüp Batıya ulaşmanın ve oraya yerleşmenin yolunu arıyor.

Çünkü bu coğrafyada imparatorluklar dağılınca ulus-devletler, yanısıra devletimsi kimi yapılar kurulmuş olmasına karşılık, ulus-devlet paradigmasını aşan ve herkes için adalet, hukuk, eşitlik, refah, insanlık onuru ve mutluluk vaad eden bir yol bulunmuş, bir zihniyet inşa edilmiş değil. Bu halklar asırlar boyu bir ortak yaşam örgüsü içinde varolmuş, hayatları hep birbirine değmiş, birinin kaybından diğeri de zarar görmüş topluluklar olduğu halde hem de… Onun yerine bugün, kendini haklılaştırmanın, kusursuzlaştırmanın, başarısızlıklara maruz kalınan yerde ise suçu hep başkalarına atmanın şâhikasını oluşturan bir müfredatın eşliğinde, giderek içe kapanan, içe kapandıkça hayata dair gerçekçi bir okuma yapma ve sıhhatli formüller geliştirme kapasitesini giderek yitiren toplumlar ve topluluklar çıkıyor karşımıza.

Dünün kusursuz olmadığı gerçeğine rağmen, dünü aratır sığ, dar, tahammülsüz ve ufuksuz bir bugünün içinde olduğumuzu, sadece İstanbul’un dünü ve bugünü arasındaki fark üzerinden anlamak mümkün. En başta İstanbul’un ‘adıyla’...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  01.09.2020

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut