Serbestiyet

Hiç büyümeyenlerin ülkesi

Aşırı bireyselliğin Batı toplumlarını gerçek anlamda ‘toplum’ olmaktan alıkoyduğu bu topraklarda sıkça söylenir. Bu ne kadar doğru bilemem; ama doğru ise dahi, bu söylemin görmezden geldiği ve örttüğü bir gerçek, bizi de, ferdiyetlere saygılı müzakereci bir dil değil de kendi doğrusunu mutlaklaştırarak dayatan vesayetçi bir dil geliştiren ‘kollektif kimlik’lere hapsolmuşluğun gerçek anlamda ‘toplum’ olmaktan alıkoyduğu...


SOSYAL MEDYAYI hayatın aynası olarak görenlerdenim. Gerçek hayat ile sosyal medya arasındaki farktan söz ederek “Biz aslında böyle değiliz” diyenler de var gerçi. Ama şahsen, onun ‘biz’i en güzel şekilde yansıttığı; kişiler, topluluklar, toplumlar için bir nevi ‘tahlil laboratuvarı’ işlevi gördüğü kanaatindeyim. Nitekim bu mecra daha önce iletişim içinde olmadığım kimi çevrelerle iletişim kurmamı, tanımadığım birçok kişiyi tanımamı sağladı; evvelce ‘tanıdığımı’ sandığım bazılarını ise aslında ‘tanımadığımı’ da yine bu mecra üzerinden öğrenmiş oldum. Burada yazılanlar, çizilenler; özellikle de etkileşimler bu açıdan çok öğretici… Kişilerin yüz yüze olmayan, dahası anonimleşebilen bir iletişim ortamında ‘olduğundan farklı’ davranabildiğini söyleyenler olsa da, ben durumu tersinden almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Burası, gerçek hayatta ‘olduğundan farklı’ davranabilenlerin ‘olduğu haliyle’ arz-ı endam ettiği bir diyar. Meselâ bazı kişi ve zümrelerce burada kullanılan dilin gerçek hayatta görünenden daha kaba olması, gerçek hayatta kullanılan bazı perdelerin burada kalkmış olmasından. Yoksa burası olmayana baktırıyor değil, bilakis derinlerde saklı olanın da gün yüzü görmesini ve böylece görülmesini sağlıyor.

Nitekim, içinde yaşadığımız ülkede kollektif kimliklerin kişileri ve kişilikleri, fertleri ve ferdiyetleri baskılayacak kadar güçlü, hatta pervasız olduğunu; ve siyasî, itikadî, ideolojik, etnik, sınıfsal vs. farklılık, hatta zıtlıklara karşılık, her bir kollektif kimlikte bir vesayet damarının saklı bulunduğunu bu mecra sayesinde daha açık bir şekilde farkettim… Ve bunu, en çok da, bir kollektif kimlik üzerinden başkalarına ne söylemesi, ne yapması, nerede ve kimlerle beraber olması gerektiğini ‘buyuran’ etkileşimler sayesinde görmüş oldum.

Aynı anne babanın evladı olup aynı ortamda büyümüş ve aynı terbiyeyi görmüş kardeşlerin bile birbirinin aynısı olmayışı, şu âlemde her insanın biricik olduğunu öğretiyor bize. Hepsi ayrı bir kişilik ve karaktere sahip her bir insan, öte yandan, kendi ferdiyeti içinde varlığını derinleşerek ve zenginleşerek sürdürmek için birbiriyle hemhal olmaya da muhtaç. Dolayısıyla, birarada olmak adına aynılaşmadan ve birarada olamaz şekilde ayrışmadan ‘farklılık içinde beraberliğin’ yolunun bulunması gerekiyor. Lâkin, işte bu zeminde beliren sosyalleşme ihtiyacına karşılık gelen toplulukların bundan da fazlasına talip olduklarını görüyoruz maalesef. Yalnız olamayan insanın bir topluluk içinde kendini gerçekleştirme çabası, kolayca topluluğun, daha doğrusu topluluk içindeki daha baskın karakterlerin kişiye kendini dayatması gibi bir yola sapabiliyor. Yolda olmanın ve yoldan sapmanın ipuçlarını ise, iletişimde kurulan dilin niteliği üzerinden çözümlemek mümkün: Kişileri eşitler olarak görüp, en iyiyi bulmada özgür iradelerle ortak bir çabayı mümkün kılan müzakere dili mi; yoksa ‘üstün’lerce zaten bulunmuş ‘en iyi’yi dayatan iktidar ve vesayet dili mi?

‘Vesayetçi dil’ veya ‘iktidar dili’ derken kasdım, kendisini biçimlendirici özne, başkalarını ise biçimlenecek nesneler olarak kurgulayan; düşüncesini ve tercihini mutlaklaştırdığı gibi, başka düşünce ve tercihleri değersiz ve aşağı gören, hatta düşmanlaştıran ve şeytanlaştıran bir dil. ‘Müzakereci’ dilden muradım ise, mutlaklaştırmadan görüş, düşünce ve tercih ifade eden, bu ifadeyi de bir dayatma üslubuyla değil bir öneri biçiminde arzeden; ‘Doğru yalnızca budur’ demek yerine ‘Bana göre daha doğrusu budur’ diyebilen ve ‘en doğru’ için müzakereye açık olan, bu sebeple de soruya ve sorgulamaya, eleştiriye ve takdire eşit derecede açık olabilen bir dil.

Ve işte sosyal medyaya baktığımızda, her iki dilin taşıyı...


Bu yazının tamamını,
serbestiyet.com’da okuyabilirsiniz.

  16.11.2020

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut