Dramatik Gaflet

Harun Pirim

ÖNCELİKLERİMİZ VARDIR hayatta, önem verdiklerimiz. Sevdiklerimiz, daha çok istediklerimiz. Ömrümüzün kısıtlı olduğu gerçeğiyle birlikte hayatımızda tercihlerimiz yönüyle en kıymetlilerimizden daha az kıymetlilere sıralama yapmamız, an be an tercihlerde bulunmamız gerektiği aşikardır. Kitaplar için denildiği üzere, en iyi kitapları sıralayıp okumaya üst sıralardan başlayınca zaten alt sıralara gelmeye ömrünüz yetmeyecektir. Bütün bu değerler maksimizasyonunda karşımıza çıkan tablo; yaptığımız işlerde sonsuzluğa uzanabilmeye çalışmakla anlamını bulur. Bekaya tebdil edebilmek. Müminin niyetinin amelinden hayırlı olduğu rehberliğinde sağlam bir inançla ve külli bir niyetle geçiciliklerimizi dönüştürebiliriz. Çoklukla duyu sensörleri ile donatılmış olmamıza rağmen, hayatımıza giren güzellikleri hissedemeyebiliyoruz. Diğer taraftan kalbimizi lekeleyen karanlık felsefelerin farkında olamayabiliyoruz. Ayetin hakikatiyle oyalanma dünyasında yaşamamız gerekir iken mecazi oyalanmaların döşeğinde hab-ı gaflete düçar olabiliyoruz. Güzellikleri fark edememe gafleti, ebedi hayatımıza kasteden tehlikeleri görememe gafletiyle birleşiyor.

Gaflet deyince bolluk, zenginlik içinde ortaya çıkan bir keyfiyetsizlik düşünülür ilkin. Varlık içinde ahiret hayatı unutulabilir, kulluk ertelenmesi daha bir olasıdır. Halbuki gafletin bir de yoksunlukla gelen keyfiyetsizliği var. Bu yönü belki daha sinsi, gizli. Dramların hayatın göbeğine oturabilmesi belki de gafletin yoksunlukla ortaya çıkan yönüne tekabül ediyor.

Enbiya suresinde hayır ve şerrin imtihan vesilesi olduğu vurgulanır[1]. Lütfun da hoş kahrın da kıvamına teşvik eder adeta. “Bu da geçer ya hu”nun geçiciliğinin kapsamında olumlu girişimler de var. Anlık konumların, ünvanların kıskacında eneler övünürken, kıskanırken akıbeti düşünmenin asaleti...

Bediüzzaman Sekizinci Rica’da[2], kırklı yaşlarında gençliğin derin uykusunu daha da kalınlaştıran sebepler olarak Birinci Dünya Savaşı’nın dağdağalarını, Rusya esaretinin keşmekeşliklerini, İstanbul’a dönüşüyle birlikte kendisine gösterilen teveccühleri zikreder:

“İhtiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumî'nin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul'a geldiğim vakit ehemmiyetli bir şan ve şeref vaziyeti; hattâ Halifeden, Şeyhülislâmdan, Başkumandandan tut tâ medrese talebelerine kadar haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği halet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki âdeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemutane dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acibede görüyordum.”

Bu sebeplerden dünya savaşı ve esarete ilişkin olanlar ilk bakışta anlaşılmaz gözükür. Zira dünya savaşı ve esaret insanın acizliğine dokunup, insanı Allah’a daha da yakınlaştırması gereken sebepler olarak düşünülebilir. Halbuki, insanlar savaş merakından radyoda haber dinlemeyi camiye gitmeye tercih etmiştir. Belki hıfz-ı hayat damarı olumsuz bir yönde kullanılagelmiştir. Endişe ve evham mekanizmaları çalışırken, merak hissi yanlış adreslere yönelirken kulluk vazifeleri ötelenmiş ve ertelenmiştir. Gafletin bu dramatik yönüdür ki Bediüzzaman’a kırklı yaşlarda telif ettiği Lemaat’da sefahetin, eğlenceye düşkünlüğün kaynağının sıkıntı olduğunu yazdırmıştır:

“Sıkıntıdır muallime-i sefahet. Demek, sefehatin menbaı sıkıntı olmuş.”

Bediüzzaman, o zamanlarda, bir Ramazan ikliminde Beyazıd Camisinde ihlaslı hafızları dinlemeye gider. Kur’an semavi, yüksek hitabıyla ‘her canlı ölümü tadacaktır’[3] fermanını hafızların diliyle ilan eder. Bu ferman, Bediüzzaman’ın ifadesiyle o pek kalın gaflet, uyku, sarhoşluk tabakalarını parça parça eder. Akabindeki birkaç gün enfüsi uyanışlarla geçer. Ayette geçen canlı ifadesi kendisinin hususi ölümünü hatırlattığı gibi bütün insanların, zemin yüzünün, dünyanın da öleceğini ihtar eder. Daha sonra, yine tam uyanmak için Bayezid Camisine gittiğinde ‘İman edenleri müjdele’ fermanını işitir. İlkin kulağından kalbine dokunan[4] celali ayetle gelen uyanış, bu cemali ayetle tam bir ümit, derman, nur, teselli olmuştur.

Bediüzzaman’ın bereketli Ramazan hatırasının bizlere söylediği çok şey var. Duyabiliyor muyum? Duyduklarım kalbime inebiliyor mu?


[1] Bkz. Enbiya:35

[2] Said Nursi, Lem’alar, 26. Lem’a

[3] Al-i İmran:185, Enbiya:35, Ankebut:57(Al-i İmran 186. ayet ‘And olsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; Enbiya 35. ayet ‘Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz; Ankebut 58. ayet ‘çalışanların mükafatı ne güzeldir’ buyurarak, ölüm gerçeği ile imtihanda olduğumuz hakikatını birleştiriyorlar. İmtihan ise bir taraftan nimetlerin şükrünü diğer taraftan musibetlerin sabrını gerektirir. Şükürsüzlük ve sabırsızlık gafletin farklı yönleridir.)

[4] Kur’an okunup da boğazlardan aşağı inmeyeceği rivayetlerini de hatırlamakla anlarız ki aslolan Allah kelamını kulaktan kalbe indirebilmektir.

  25.05.2019

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut