Risale-i Nur’da ‘ihsân’

Abdullah Taha Orhan

Cibril hadisinde geçen, tasavvuf ilminin kendisine dayandırıldığı ‘ihsân’ kavramına dair Risale-i Nur’da neler var diye sorulacak olursa kısaca ‘ihlas’ diye cevap verebiliriz.


TASAVVUFUN EN temel kavramlarından biridir ‘ihsân’. Öyle ki, tasavvufun ilk temel dayanağı olarak, İslam, iman ve ihsânın tarif edildiği Cibril hadisi gösterilir. Buna göre tasavvuf, ihsân ilmidir: sen O’nu görmesen dahi her an O’nun seni gördüğünün bilincinde yaşamak, O’nun huzurunda olma şuurunu derinleştirmek...

Cibril hadisine göre “ihsân Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir”.

Buradan hareketle mutasavvıfların bir kısmı, fıkıh ilmini bu hadiste ifade edildiği şekliyle İslâm’ın, kelâm ilmini imanın, tasavvuf ilmini ise ihsânın bir açılımı olarak görmüşlerdir.

İhsân: huzur-u ilâhî şuuru

Cibril hadisinde geçen, tasavvuf ilminin ve o geniş tasavvuf literatürünün kendisine dayandırıldığı ‘ihsân’ kavramına dair Risale-i Nur’da neler var diye sorulacak olursa kısaca ‘ihlas’ diye cevap verebiliriz.

Risale-i Nur'da ihsâna dair müstakil bir bölüm bulunmamakla birlikte, ihsân kavramı daha çok ihlas manası dâhilinde ele alınır. İhlasla ilgili ise, meseleyi bir genel olarak, bir de hususi olarak ele alan iki müstakil risale var külliyatta: Yirminci ve Yirmibirinci Lem'alar.

‘İhsan’, tasavvufta ne ise ve ne kadar önemli ise, ‘ihlas’ da Risale-i Nur’da odur ve o kadar önemlidir diyebiliriz. Görebildiğimiz kadarıyla ihlas, ‘ihsân’ı da içine alacak bir anlam genişliğinde kullanılırken, ihsân kelimesi ise genel bilinen anlamıyla nimet, lütuf vb. anlamlarda kullanılıyor Risale-i Nur’da. Peki neden? İhsanla ihlas arasında nasıl bir bağ var?

Çünkü ihlas, ihsânın nasıl’ını gösteriyor bizlere. “Kul, Allah'ı görmeden, nasıl her an O'nun kendini gördüğü şuurunu, yani ihsânı, kazanır?” sorusunun cevabıdır ihlas. Bunu ise Risale-i Nur’da en iyi açıklayan yerlerden biri olarak Yirmialtıncı Mektub’un Dördüncü Mebhası’nı gösterebiliriz. İhsana dolaylı olarak taalluk eden bu mebhasın ikinci meselesi, aslında çok uzun ve derin bir tevhid ontolojisinin izdüşümüdür.

İhsân ihlasla, o da tevhid-i hakiki ile mümkündür

Burada çok önemli ve basit bir örnekle meseleyi izah etmeye çalışır Bediüzzaman. Bir yere su getirmek için uzaklardan boru çekmek mi daha iyi bir yöntemdir, yoksa orada ve ihtiyaç olan her yerde yeni kuyular açmak mı? Elbette ikincisi daha kestirme, kolay ve garantili bir çözümdür; zira ilki hem meşakkatli hem de risklidir, döşenen borularda incecik bir sızıntı suyun ihtiyaç olan yere ulaşmasına engel olabilir.

İşte burada çok kısaca, İbn Arabi ve Fahreddin Razi özelinde ilm-i kelam ve ilm-i tasavvufun tevhide bakış açılarının mukayese edildiği bu bölümde, Bediüzzaman aslında ‘ihsân’ın nasıl mümkün olacağının da ipuçlarını vermektedir.

Ona göre ihsân, her an, her yerde ve her şeyde Rabb-i Rahim’in ayetlerini, işaretlerini görmekle, kısaca tevhid-i hakikiye ermekle mümkündür. Bu olduğunda yapılan her şey O’nun rızası için yapılmış, yani ihlasa erişilmiş olacak ve her daim O’nun huzurunda olunduğu, yani ihsân şuuru, kazanılmış olacaktır.

  08.05.2014

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut