*Bu sayfa, gündelik hayatın içinde yüzyüze geldiğimiz, bir ders ve ibret boyutu taşıyan olayları paylaşmak üzere tasarlanmıştır.

 Küçük Evin Büyük Öyküsü

TELEVİZYONUN HAYATLARIMIZA girdiği yetmişli yılları çocuk olarak yaşayanlar ‘Küçük Ev’ adlı diziyi herhalde unutmamışlardır. Onların annelerinin ve hatta babalarının unuttuklarını da sanmıyorum. Dahası, son iki yıl içinde bu dizi bir televizyon kanalında iki kez daha gösterildiği için, bugünün çocukları da Küçük Ev’i, diziye tekrar bakıp ‘hatıra tazeleyen’ anneleriyle birlikte izlemişlerdir herhalde.

Bu dizi sadece ülkemizde değil, ilk olarak gösterime girdiği ABD başta olmak üzere dünyanın hemen her tarafında o kadar popüler olmuş ki, filmin yapımcıları filmin başkahramanı küçük Laura’nın önce kocaman bir kız, sonra anne olduğu dönemlere kadar uzatmışlar filmi. İzleyenler bilir: Dizinin son kısımlarında Laura altı-yedi yaşlarındaki ‘ortanca çocuk’ değildir artık. Büyümüş, evlenmiş, Rose adında bir kızı da olmuştur.

Küçük Ev adlı bu dizinin, içerdiği bir dizi olumlu ve öğretici ögeden dolayı bir ‘aile klasiği’ne dönüştüğünü biliyoruz. Bu, başka ülkeler kadar, bizim ülkemiz için de bir gerçek. Filmdeki diyaloglarla verilen ders; meselâ aile içi dayanışma, sair insanlara karşı anlayışlı yaklaşım, yardımlaşma ve sabır üzerine kurulu ilişkiler, aile içi veya dışı sorunların çözümü aşamasında sergilenen tavırlar, anne ve babanın çocuklara davranış biçimi.. her toplumdan insan için öğretici olmuştur ve hâlâ oluyordur muhakkak. Ayrıca, filmde kendini hissettiren Hıristiyan dindarlığı, meselâ aile efradının yemeklerde duayı asla ihmal etmemesi, ciddi gerilim anlarında İncil okuyarak çare ve çözüm bulmaya çalışan bir baba figürü de, sanırım, başkaca dinlerden olan insanlar üzerinde de dine ve dindarlığa dair olumlu çağrışımlar bırakmış olsa gerektir. Gelin görün ki, yine saydığımız bu son unsurlar yüzünden, bu dizinin esasında Hıristiyanlık propagandası amacıyla hazırlandığını düşünmeyenler de yok değil.

Tam da burada, birkaç not aktaralım sizlere: Bu dizi, ‘propaganda’ amaçlı bir senaryonun eseri değil kesinlikle. Dahası, esasen, bir senaryo eseri değil! Zira, Küçük Ev diye bir dizi yapılmazdan kırk sene önce, "Küçük Ev" diye bir dizi zaten vardı. Kafanız karıştıysa açıklayalım: Küçük Ev, 1932-1943 yılları arasında yazılmış bulunan ve "Küçük Ev" anabaşlığını taşıyan sekiz kitaptan sinemaya aktarılmış bulunuyor. Ve bu sekiz kitap, gerçek bir hayat öyküsüne dayanıyor. Sıkı durun: Küçük Ev’in küçük Laura’sının, yani Laura Ingalls Wilder’ın hayat öyküsüne. Yazarı da, Laura’nın ta kendisi!

"Yaş yetmiş, iş bitmiş" cümlesinin ürettiği bedbinliğe teslim olmuş, hatta belki henüz ellisini geçtiği halde kendisini zihnen ve hissen ‘emekli etmiş’ olanlarımız için kulağa küpe olacak cinsten bir not daha: "Küçük Ev" başlıklı bu sekiz kitabın yazarı Laura Ingalls Wilder (1867-1957), 1932’de dizinin ilk kitabını yazdığında tamı tamına altmışbeş yaşındaymış. Kendisi, bu tarihten iki yıl önce, yani altmışüç yaşında, çocukluk ve gençlik hatıralarını tek bir kitap hâlinde yazmış; ama bu kitap yayıncılardan pek itibar görmemiş. Laura Ingalls, bu durum karşısında yılgınlığa düşmemiş. "Bu yaşta yazmak bana mı düştü?" de dememiş. Bu kez, hatıralarını, çocukları muhatap alan bir üslupla sekiz kitaba yaymış; ve 1943’te, yani yetmişaltı yaşında tamamladığı son kitapla "Küçük Ev" dizisini noktalamış.

1800’lü yıllarda, Amerikan İç Savaşı sonrası dönemde fakir bir ailenin çocuğu olarak doğrudüzgün bir eğitim alamayan, ama filmden de anlaşıldığı üzere dirayetli ve azimli bir çocuk olan Laura Ingalls Wilder böyle bir kitap yazmak için neden altmışbeş yaşına kadar bekledi diye merak ediyorsanız, merakınızı gidermek için evvela Laura’nın kızı Rose’dan bahsetmemiz gerekiyor.

Küçük Ev’in küçük Laura’sının çocukluk ve gençliğini kitaplaştırmayı nereden akıl ettiğini ve nasıl bu işi becerdiğini anlamak istiyorsanız, işte cevabı: Küçük Ev’in son bölümlerinde bir bebek olarak gördüğümüz kızı Rose, büyüdüğünde, telefon memurluğu ve emlakçılık dahil bir sürü iş yapmış. Ama, daha sonra önce gazeteci, ardından yazar—özellikle de biyografi ve roman yazarı—olarak duyurmuş adını. Kitapları arasında, yayınlandığı tarihte Amerika’da ‘best-seller’ olanlar da varmış. Ve, 1930’ların başında, günün birinde, annesine bir soru sormak gelmiş içinden: "Anne, çocukken bana anlattığın hatıralarını yazmak hiç aklına gelmedi mi?" Dizi filmden de anlaşıldığı gibi, zeki ve gayretli biri de olsa doğru düzgün bir okul eğitimi alamamış olan Laura Ingalls, tereddüt etmiş önce. Ama Rose, bu hatıraların başka çocuklara da ilginç ve anlamlı geleceğinden emin olarak, ısrarını sürdürmüş. Annesine, yazdıklarını gözden geçirip düzenlemede yardımcı olma sözü vermiş, zamanla annesinin ‘editör’ü oluvermiş böylece. "Küçük Ev" dizisi içinde yer alan sekiz kitap, işte böyle, bir ana-kız dayanışması sonucu çıkmış ortaya.

Bu dizi ortaya çıkarken, ana-kız, bazı sorunlar yaşamamış değiller. Zaman zaman klasik yazar-editör kavgaları yaşanmış aralarında. "Burası olmamış, tekrar yazılmalı/Bana göre orada bir sorun yok. Sakın dokunayım deme" gibilerden yani. Yahut, "Bu müdahelen kitabı benim kitabım olmaktan çıkarıyor/Hayır çıkarmıyor; kitabı yazan sensin, ben ise onun aksayan yerlerine müdahele ettim yalnızca" gibilerden. Sonuçta, öyle ya da böyle, sekizi de büyük ilgi toplayan ve Laura Ingalls Wilder’ı dünya çocuk edebiyatının en önemli isimleri arasına yerleştiren sekiz kitap çıkmış onbir yılda. Televizyonun bütün dünyaya yayıldığı dönemde de, düzgün bir aile-çocuk dizisi tasarlayan bir film şirketi, bu kitapları filme dönüştürmüş.

Gelelim, bu dizideki yoğun Hıristiyanî atmosfere... Bu, son derece olağan bir durum. Zira, gerçek Laura’nın gerçek babası gerçek Charles Ingalls, gerçekten dindar biriymiş. Öyle ki, Charles’ın kendisine sıklıkla müracaat ettiğini dizide de gördüğümüz Kitab-ı Mukaddes nüshası, Ingalls’ların yaşadığı eyaletlerin üçünde sonradan kurulmuş bulunan Laura Ingalls müzelerinden birinde—üzerindeki notlarla birlikte—ziyaretçilerin dikkatine sunuluyor hâlâ. Dahası, bir Küçük Ev hayranı üşenmemiş, Laura Ingalls’ın kitaplarında geçen, büyük kısmını Laura’nın ilk kez babasından duyduğu Kitab-ı Mukaddes âyetlerini derleyip toparlamış ve neredeyse bir kitaplık bu derlemeyi internete aktarmış. Açık söyleyelim; gerçek Charles Ingalls’ın kendi kutsal kitabına ne şekilde muhatap olup çocuklarına hangi durumlarda onu ne şekilde aktardığına bakıp alacağımız bir dizi ders var doğrusu.

Her neyse. Bu kitaplar (ve dolayısıyla dizi), olumlu bir Hıristiyanî atmosfer sunarken, kitabın yazarı Laura Ingalls bunu ‘başka dinlerin inadına’ ve ‘Hıristiyan propagandası amacıyla’ yapmamış olmalı her hâlükârda. Zira, Laura Ingalls Wilder’ın kızı ve Küçük Ev kitaplarının ortak-yazarı veya editörü olan Rose Wilder Lane’in (1886-1968) dört yıl önce ABD’de şu başlıkla yayınlanmış bir kitabı da var: "Islam and the Discovery of Freedom." Evet, yanlış okumadınız; İslâm ve Özgürlüğün Keşfi!

Amana Yayınları ile Minaret of Freedom Enstitüsü’nün 1997’de beraberce yayınladığı bu kitap, gerçekte, Rose Wilder Lane’in 1943’te yazdığı The Discovery of Freedom başlıklı kitaptan bir bölüm. Annesi Laura’nın "Küçük Ev" kitaplarını yazıyor olduğu dönemde Rose Wilder bir başka kitap daha yazmış özgürlüğe dair: Give Me Liberty (Bana Özgürlüğümü Verin, 1936). Bu kitapların Amerika’nın bir dünya gücü olarak devreye girdiği dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve İkinci Dünya Savaşı sırasında yazıldığını bir kenara not edelim. Rose Wilder’ın, bu dönemde, ödediğimiz vergilerle silah alınıp insanlar öldürülüyor diye, sırf vergi ödememek için bir dönem gelir getirecek bir işe, bu arada kitap yayınlamaya ara verdiğini de... "Vergi toplamak silahlı soygunculuktur" gibi sert cümleleri bu yüzden sarfetmiş bir yazısında. "Amerikan yönetimi bir otorite değildir; onun bireyler üzerinde kontrol yetkisi yoktur. Amerikan yönetimi özgür bireylerin belirli insanlara belli ve sıkı biçimde sınırlanmış biçimlerde güç kullanma imkânı bahşettiği bir ‘izin’den ibarettir—Amerikalıların istedikleri zaman geri çekebilecekleri bir izin" gibi cümleler de ona ait...

Onun böyle cümlelerine bakıp, kendisinin Amerika-aleyhtarı bir Amerikalı olduğunu sanmayın sakın. Her ne kadar o meşhur Thoreau amcamız gibi ‘sivil itaatsizlik’ yanlısı bir ‘muhalif’ ise de, bu, ‘daha fazla özgürlük’ istemesinden kaynaklanıyor. Ve bunu isterken, Amerika’nın dünya üzerinde bugün özgürlüğe en ziyade kapı aralayan devlet olduğunu da söylüyor. Dahası, ABD’nin kuruluşu, dünya üzerindeki üç büyük hürriyet mücadelesinin üçüncüsünü temsil ediyor ona göre. Zira, Amerika, kendi yaşadıkları ülkelerde, bilhassa Avrupa ülkelerinde inançları ve fikirleri yüzünden eziyet gören insanların bir sığınak olarak kaçıp geldikleri ve kuruluşunda ciddi pay sahibi oldukları bir ülke. Dolayısıyla, bireyin hak ve özgürlüklerinin, bu arada inanç ve fikir özgürlüğünün sağlanıp korunması, Amerikan yönetim anlayışının en önemli temellerinden biri olagelmiş.

İşte bu yaklaşımla, Rose Wilder Lane, The Discovery of Freedom’da dünya tarihindeki üç büyük özgürlük mücadelesinin üçüncüsü olarak Amerikan Devrimini zikrediyor. Gelelim, önceki iki özgürlük mücadelesine:

Rose Wilder’a göre, O’nu hangi isimle zikrederseniz edin, yalnızca Tek bir İlah vardır ve O, insanlara Kendisini tanımaları ve Cennet gibi bir mükâfatı kazanmaları için hayır ve şer arasında tercih yapma özgürlüğü bahşetmiştir. Yani, insan doğuştan özgürdür; ama iktidar sahipleri bu özgürlüğü onların elinden almaya çalışmaktadır. Bu yüzden, dünya tarihi, bir bakıma, dayatmacı hâkim güçlere karşı daimî bir özgürlük mücadelesi tarihidir. Her toplumun tarihinde bu mücadelenin izleri bulunur. Ama bu özgürlük mücadelesinin üç büyük zirve noktası vardır ve bu zirvelerin ilkini Hz. İbrahim (a.s.) temsil etmektedir. Hz. İbrahim, hayatın bütün alanlarına hâkim olan sahte tanrılarının kaprisli arzularına ve bâtıl akidelere kapılmış bir toplumdan çıkmış özgürlük savaşçısıdır. O, kendisine tâbi olmayanı felaketten felakete sürükleyen Nemrut’un korku üzerine kurduğu otoriteye karşı başka insanların yaptığını yapmamış; korkuya dayalı bir teslimiyetle inançlarını ve özgürlüğünü yitirmek yerine, özgürlüğü ve bu uğurda mücadele vermeyi seçmiştir.

Hz. İbrahim’den sonraki ikinci büyük özgürlük mücadelesi ise, bir başka peygamber, sıkı durun, Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından verilmiştir Rose Wilder’a göre. Gerek Hz. İbrahim, gerek Hz. Muhammed, korku üreterek insanları kendi fikrine boyun eğdiren zorba bir otoriteye karşı mücadele yürütmüşlerdir. Fakat, Hz. Muhammed Hz. İbrahim’den bir adım ileri gitmiş; ‘yalnızca sahte ilahların dinsel hâkimiyetine değil, müfsit Mekke liderlerinin siyasî ve iktisadî hâkimiyetine de meydan okumuş’tur. Bu bakımdan, Amerikan devriminin özgürlükçü temelleri, bu iki peygamberin temsil ettiği iki büyük özgürlük mücadelesi olmasaydı, mevcut olamazdı muhtemelen.

Rose Wilder, sözkonusu kitabında, özgürlüğün keşfi ekseninde İslâm’dan söz etmekle de kalmıyor. Sırası gelmişken, Müslümanların yaşadığı hayatın sadelik ve güzelliğinden, İslâm’ın ilme yönelik teşvikinden, Avrupa’nın yaşadığı ilerlemenin gerisinde İslâm medeniyetinden aldığı kazanımların büyük payı bulunduğundan da söz ediyor. Bu arada, Haçlı Seferlerinin ve Endülüs Müslümanlarının yenilip İspanya’nın Hıristiyanlarca yeniden ele geçirilmesini, bir Batılıdan pek umulmadık bir biçimde ele alıyor ve ‘barbar Haçlılar’a karşı İslâm medeniyetinin parlaklığını çarpıcı ifadelerle nazarlara sunuyor. Ve bunu, oryantalizmin İslâm’a karşı en katı günlerinde, İslâm’a dair yazılan yüzlerce önyargılı kitaba rağmen başarıyor.

Onun İslâm hakkındaki olumlu yaklaşımını, The Discovery of Freedom adlı kitabının ayrıca kitaplaştırılan ilgili bölümü dışındaki bazı kaynaklardan da öğreniyoruz. Meselâ, ABD’deki Laura Ingalls müzelerinden birinde kendi elyazmasıyla saklanan altı sayfalık hayat hikayesinin beşinci sayfasında, "Arap mimarîsini ve İslâmî hayat tarzını seviyorum" diye yazıyor Rose Wilder Lane. Yine aynı elyazmasından, onun Türkiye, Mısır, Filistin, Suriye, Irak ve Azerbaycan’ı gördüğünü öğreniyoruz. Hakkında yazılan çalışmalardan öğrendiğimize göre, İslâm hakkındaki bilgilerini işte bu ülkeleri gördüğü esnada; yani, Birinci Dünya Savaşından sonra Kızılhaç örgütünün yürüttüğü yardım faaliyetleri hakkındaki araştırması esnasında, bu örgütün Rusya, Balkanlar ve Orta Doğudaki faaliyetlerini incelerken edinmiş.

Açıkçası, Rose Wilder Lane, öyle İslâm’ı teferruatıyla araştırmış, incelemiş değil. Ama, edindiği bilgi ve gözlemler, İslâm hakkında olumlu kanaatler edinmesini sağlamış. Başka pek çok Batılının düştüğü hataya; Amerikan Katolik Üniversitesi profesörlerinden Dr. İcaz Ekrem’in belirttiği gibi, başka birçok Batılı gibi, İslâm’ı ‘onu incelemeye başlamadan önce cevapları zaten hazır halde’ inceleme gibi bir hataya düşmemiş en azından. Maamafih, araştırması çok derinlemesine olmadığı için, kitabında bir dizi tarih, kavram, isim hatası var. Ki, onun The Discovery of Freedom kitabının İslâm’la ilgili bölümünü yeniden yayına hazırlayan Dr. İmadüddin Ahmed, düştüğü notlar ve açıklamalarla kitabın bu eksikliğini gidermeye çalışmış.

Her hâlükârda, Rose Wilder’ın İslâm’a dair yazdıklarından öğrendiğimiz bir dizi şey var: meselâ, her Amerikalıya ‘İslâm düşmanı’ nazarıyla bakmanın yanlışlığı; oralarda İslâm’ı ‘özgürlük’le özdeşleştirenlerin pekala varolabildiği; İslâm’ın güzelliğini yansıtan hayat tablolarının böylesi kitaplara ilham konusu olabildiği; bu arada, belki gereksiz bir not ama, İslâm’a böyle bakan bir kızın teşvikiyle onun annesi tarafından yazılan "Küçük Ev" dizisinden ‘Müslümanları Hıristiyanlaştırma’ kokusu ve korkusu duymanın saçmalığı...

Hem, ne dersiniz, bir de bizler mi kafa yorsak Rose Wilder Lane’in yazdığı konuda? İslâm ve özgürlüğün keşfi: Şu kapkara günlerde ne kadar güzel bir başlık böyle!

İşe bakın; sırf meraktan Küçük Ev’e dair bir malumat arayışına girip nerelere çıkıyor insan...

  02.01.2004

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut