Efendimle hasbihâl

Oktay Gökkoca

Kardeşin Hz. İsa (a.s) efendimiz “tesellici” diye müjdelemişti Seni, yüzyıllar süren fetretin bazen zifiri bazen alacakaranlık sokaklarında yolunu bulmaya çalışanlara.

Bilsen, kardeşlerim dediğin ahirzaman çocukları olan bizler de ne kadar muhtacız Senin tesellilerine.



OKUDUĞUM CÜMLEYİ henüz bitiremeden bu kaçıncı kapatışım kitabı. Kitabı her kapatışımda gözlerimi dolduran cisimleşmiş hüznün göz kapaklarımdan taşmasına, trende oturduğum koltukta başımı yukarı kaldırarak mani olmaya çalışmam kaçıncı? Saymadım. Ama ne çare. Bu son cümleler, gözlerimin önüne kurduğum tüm setleri yıkıp seli suya karıştırıyor kalabalığın orta yerinde. Orta yerde bir garip hissediyorum kendimi. Her iki anlamda da garip. Utanılacak bir iş yapıyormuşum da bunu herkesten, kendimden bile gizlemeye çalışıyormuşum gibi oturduğum iki kişilik koltuğun cam tarafına geçip eğiyorum bu kez başımı, kimseler görmesin diye.

İçinde Senin (s.a.v) adın geçmese sanki yazılmasına da gerek kalmayacakmış hissi veren bir Hz. Hatice romanı, okuduğum. Senin hep hayırla yâd ettiğin Haticenin romanı. Ve en son şu cümlelerle kapatıyorum kitabı, bir süreliğine açmamak üzere.

“..dedesi Abdülmuttalib’in vefatında dağların altında kalmış gibi ezilirken de kucaklayıp yatıştıran Bereke olmuştu. Dedesinin döşeğinin uçlarına sımsıkı sarılarak sarsıla sarsıla ağlıyordu..”*

“Dedesinin döşeğinin uçlarına sımsıkı sarılarak sarsıla sarsıla ağlıyordu” cümlesi taşırıyor bardağı. Sarsıla sarsıla ağlayışın sarsıyor beni.

Senin hep çocuk masumiyetinde olan gözlerinin sarsıla sarsıla ağladığını okumak içimdeki hangi üstü açık kalmış, örtüsüz duygularıma dokunmuştu ki şimdi? Hangi teselliye muhtaç sarsılışlarımın çaresizliğine Senin çocuk gözlerinin akıttığı yürek sızlatıcı gözyaşlarından teselli aramıştım?

Kardeşin Hz. İsa (a.s) efendimiz “tesellici” diye müjdelemişti Seni, yüzyıllar süren fetretin bazen zifiri bazen alacakaranlık sokaklarında yolunu bulmaya çalışanlara.

Bilsen, kardeşlerim dediğin ahirzaman çocukları olan bizler de ne kadar muhtacız Senin tesellilerine.

Rüyalarında hep dünyaları başlarına yıkılanlarımız var Efendim. Rüyaları hep kötüye yorulup gönlü mahzun edilenlerimiz var. Onların evine uğrar mısın Efendim? Hani rüyalarında her defasında evinin duvarının yıkıldığını, hamile olduğu çocuğunu tek gözlü doğurduğunu Sana anlatan kadın vardı. Hani Sen kadının rüyasını tabir ederken, kocasının sağ salim gurbetten döneceğini ve çocuğunu kusursuz doğuracağını söylemiştin de teselli etmiştin onu. Ferahlatmıştın yüreğini. Rüyaları tabir ederken iyi söyleyin, hayırla yorumlayın, çünkü rüyalar yoruma göre çıkar diyordun. Rüyalarımızı hayra yor Efendim. Bizi felaket tellallarının şerrinden emin kılacak teselli sözleri fısılda bize.

Türlü türlü günahlara batmışlarımız var Efendim. İsyankârımız, ayyaşımız var, hırsızımız, katilimiz var. İçlerinde pişman olmuşlarımız var. Fakat işlediği günahların affedilemez ağırlıkta olduğunu düşünüp tevbe kapısının eşiğinde, bir af müjdesi bekliyorlar. Onlara da uğrar mısın Efendim? Hani çok sevdiğin Hz. Hamza’yı Uhud’da şehid eden Vahşi misali. Hani onu İslam’a davetin üzerine mektuplar yazmıştı Hz. Vahşi Sana. Ve en son “De ki: 'Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.” ayetini tebliğ ederek tesellilerin en büyüğünü vermiştin ona. Günahlarımızın büyüklüğünden ötürü bizi ümitsizlik derelerine yuvarlayanlar var Efendim. Ne kadar büyük olursa olsun günahlarımıza tevbe etmeye cesaretledirecek bağışlanma müjdeleri tebliğ et bize.

Fakirlerimiz var Efendim. Yüz aç adamın huzurunda ağızların suyunu akıtırcasına kemâl-i lezzetle yiyenlere gıptayla bakanlarımız var. Fakirliklerini “kaybedenler”den olma sebebi sayanlarımız var. Onların fakirhanelerine de uğrar mısın Efendim? Hani üzerinde yamanmış bir hırkadan başkası bulunmayan Mus’ab b. Umeyr yanına gelmişti de onun Mekke’deki eski görkemli halini hatırlayıp ağlamış ve beraberindekilere “Sizden biri sabahleyin ayrı, öğleden sonra ayrı güzel elbise giydiği, önüne bir tabak konup öteki kaldırıldığı, evleri Ka’benin örtüldüğü örtülere büründürdüğü zaman haliniz nice olur?” diye sormuştun. Onlar “Ey Allah Rasulü! Tabii ki hâlimiz o gün bugünkünden daha iyi olur. Çünkü o zaman geçim sıkıntımız olmaz, kendimizi tamamen ibadete veririz” demişlerdi de Sen, “Bilakis bugün o günkünden daha iyi durumdasınız” diyerek teselli etmiştin onları. Bir başka seferinde fakirler, cennete zenginlerden beş yüz yıl evvel girerler diyerek serinletmiştin fakirlerin yüreklerini. Yoksullarımızı yok sayanlar var. Bize, gölgeleri burada olan nimetlerin asıllarının olduğu cennetten haberler ver Efendim. Altından ırmaklar akan, sayılarla sayılmayan nimetler ülkesinden fakirliğimize şükrettirecek müjdeler ver.

Hüzün yılı yaşayanlarımız var Efendim. Dağ gibi yaslandığı çınarları devrilenlerimiz, evlerinin direkleri beklenmedik sarsıntılarda yıkılanlarımız var. Sığındığı tüm kapılardan kovulanlarımız, rahmetten ümidini kesmiş olanlarımız var. Onlara da uğrar mısın Efendim? Hani Sen de, Seni Mekke’nin müşriklerine karşı himaye eden amcan Ebu Talib’i kaybetmiştin de “amcacığım, yokluğunu ne de çabuk hissettirdin” diyerek anmıştın onu. Sana ilk vahiy geldiğinde içinde bulunduğun heyecan ve korkuyu "Korkma, Allah'a yemin ederim ki, O hiç bir zaman seni utandırmaz” diyerek teskin eden ilk gözağrın Haticet-ül Kübra’yı uğurlamıştın Rabb’in huzuruna hemen ardından. Sonra yeni bir ümitle gittiğin Taif’ten iç burkucu manzaralar eşliğinde dönmek zorunda kalmıştın tekrar Mekke’ye. Ardından Rabb’in Mi’râcla şereflendirmişti Seni, Mi’râcla teselli etmişti hüzün yılının acılarını. Hüzünlerimize kayıtsız kalanlar var Efendim. Hüzün yılı yaşayanlarımıza namazla sabır telkin et. Mahzun kalblerimize namazla çıkılacak mi’râc müjdeleri bahşet.

Lûtfedip bana da uğrar mısın Efendim? Biraz da beni dinler misin şifâ vesilesi ellerinle ellerimi tutup? Benim de mekânımı şereflendirir misin Kab-ı Kavseyn’de iz bırakmış mübarek ayaklarınla?

Harpten çıkmışım ben de yeni. Emri dinlememiş okçularım, terk etmişler yerlerini Uhud’daki gibi. Ganimet deyip meyletmişim dünyaya. Kayıplarım çok. Kayıplarımın Uhud’un şehid kahramanlarıyla tek benzerliği aşağı yukarı sayıları. Savaştan geriye kalan manzarayı görenler “ben dememiş miydim”le başlayan cümleler kuruyorlar. Merhametsiz, düşene vuran cinsten cümleler. Sen öyle yapmamıştın halbuki. Uhud’un, zaten hataları sebebiyle baştan ayağa mahcubiyet boyanmış kalblerini bir de Sen mahcup etmemiştin. Yumuşak davranmıştın onlara, kaba ve katı yürekli olmamıştın. Yoksa dağılıp giderlerdi etrafından. Bana da teselliler ver Efendim. İllâ söz söylemen gerekmez. Merhamet çağlayan gözlerinle kömürü elmasa çeviren bir nazarın yeter Efendim.

Bir şey daha var Efendim. Mü’minlerin arasına fesat tohumları atmaya azmetmiş insî şeytanlar var. Bizi bize düşman etmeye, kardeşi kardeşe hasım etmeye ahdetmiş vicdansızlar var. Mekke müşrikleri gibi acımasız, Medine münâfıkları gibi sinsi. Bize onlara karşı zafer müjdele. Tuzak Kuranların En Hayırlısından, bize kurulan tuzaklardan kurtuluş dile Efendim.

Bize bir daha, yeniden, tekrar uğra Efendim, bizi tekrar topla etrafında. Sözünle sükûtunla dokun kalblerimize, sözü altın sükûtu altın Efendim.

Bilsen ne kadar muhtacız tesellilerine.


* Sibel Eraslan’ın Çöl/Deniz – Hz. Hatice romanından alıntıdır.

oktaygokkoca@hotmail.com

  04.06.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut