Sen, en başında bizden teşekkür istemiştin. Kesin ve mutlak bir hamdi telkin etmiştin. İnsan olmanın ilk şartıydı şükran duymak. Hak etmediğim ve doğar doğmaz gördüğüm tüm iyilikler için minnettar kalmalıydım. Hakkını veremeyeceğim lütuflar karşısında mahcup olmalıydım. Hiç kimsenin anmadığı bir şey bile değilken, itibarlı ve onurlu bir insan olarak var edildiğime hayret etmeliydim. Hiç ummadığım halde, istemesini bile bilemeyeceğim onca güzelliğin verilmesini az görmemeliydim.
Hayrete düşmeliydim varlığım karşısında. Parmak uçlarıma bakıp şaşırmalıydım. Kirpiklerimin her biri için her gün yeniden sevinmeliydim. Akıl sahibi oluşumu, sevecek, sevilecek, sevinecek, sevindirecek bir kalbin göğsümde hiç emek vermeden çırpınışını fark edip yüzüm yerde, hep mahcup gezmeliydim. Ama ben varlığımı kanıksadım. Yok saydım elimdekileri ve ellerimi.. Hayret borçlanmaktan uzak durdum. Minnet duygumu kovdum içimden. Bana hatırlattığını unuttum. Uyarını sürgün ettim kalbimden. Hicret ettirdim yanımdan yöremden. Tehcirim için özür diliyorum.
*
Minnetim âlemlerin Rabbine olmalıydı, senin dediğine göre. İlle de âlemlerin Rabbine. Müslümanların Rabbine değil. Türklerin Rabbine de değil. Benden yana olanların Rabbine hiç değil. Âlemde ne varsa, ne haldeyse, hepsinin varlığı için minnettar olmalıydım. Âlemde kim nefes alıyorsa, ne haldeyse, nasıl giyiniyorsa, nasıl inanıyorsa, nerede yaşıyorsa, nasıl düşünüyorsa hepsinden her halinden memnun olmamı, hatta müteşekkir olmamı bekledin. Elhamdülillahi Rabbil âlemîn dediğimde, bölücü olmayacağım diyordum. Ayırımcılığa karşı duracağıma söz veriyordum. Müslüman olsun olmasın, inansın inanmasın, Türk olsun, Kürt olsun, Ermeni olsun, Rum olsun, günahkâr olsun, masum olsun, herkesin âlemdeki varlığını, var olduğu şekliyle kabullendiğimi, gel, ne olursan ol, gel! içtenliğiyle beyan ediyordum. Zoraki değil, hoşnut kalarak.
Onları , o halleriyle var eden Rabbime teşekkür borçlu olacak kadar memnuniyetle Ama ben senin adını dışlama aracı eyleyebildim. Seni dinleyerek yaşayanların bölücü/ırkçı/dışlayıcı diye görün(tülen)mesine tanık oldum. Gerçeğe teslim oluşumu, yani Müslüman oluşumu taraftarlığa indirgediğim oldu. Meğer sözlerini dilime aldığım halde, kulağımdan uzak etmişim. Kulağıma değdirsem bile, kalbimin kapısından içeri sokmamışım. Ruhsuz ezberlerin, resmi okumaların yüzüne yazmışım hatırını. Hayatımdan göç ettirmişim seni. Tehcirim için özür diliyorum.
***
Sen açıkça beyan ettiğin halde, ben kendi anlayışımın darlığını senin anlatımının darlığına yordum. Sen tekrar tekrar anlatacak kadar şefkatle aklıma tenezzül ettiğin halde, ben kendi kavrayışımı küçültüyormuş gibi yaparak, senin anlaşılırlığını küçümsedim. Yüceltme görüntüsüyle aşağıladım seni. Büyük bilme bahanesiyle küçülttüm varlığını. Anlaşılmaz ve erişilmez yaparak, aklımın sahasından dışarı attım sözlerini. Soğuk ve sessiz duvarlarda yüksekçe yerlere asarak, hürmet ediyormuş gibi yaparak, sözlerini nefesime dolamaktan, anlamını kalbime indirmekten kaçındım. Terk ettim seni. Hiç kulak asmayarak, el üstünde tutmayarak, canlı ve heyecanlı sohbetlerime çağırmayarak, kapı dışarı ettim seni, ciddiye almadım. Göç ettirdim günlerimin gündeminden. Tehcir ettim aklımın odacıklarından seni. Özür diliyorum.
***
Bir elde yazılı olduğun kâğıtlar, diğerinde otomatik silahlarla çekilen sarıklı sakallı cübbeli insan pozlarını milyonlarca kez çoğalt(tır)anlara itiraz etmedim. Senin sayfalarını, kaçırdıkları rehinelerin arkasına iri iri yazarak kerîm ve aziz olan adını dehşetle, korkuyla, terörle andıran çaresizlere tavır almadım. Sahip çıkmadım itibarına. Rahmeti ve merhameti, huzuru ve barışı müjdeleyen mesajlarının insafsız körlüklerin dizi dibine savrulmasına, amansız sağırlıkların ayakları altında ezilmesine razı oldum. Sokağa terk ettim seni. Nefeslerimin sıcağından mahrum bıraktım diri hecelerini. Varlığın evinde başköşede kurulmuş idrak sofralarına oturtmadım seni. Kıyıda köşede sabahlattım kelimelerini. Kentimin meydanlarında ağırlayamadım seni; köprü altı yoksulluklarına ittim söylediklerini. Kendimin kalabalığına çağıramadım seni; mezar taşı aralarına kıvrılmış hüzünlere yakıştırdım vesikalık resmini.. hayat bahşeden sözlerini hayatın şahdamarından dışarı akıttım. Ölülerin yanı başına sürdüm seni. Tehcirim için özür diliyorum.
***
Sana bunca ettiklerim karşısında utanıyorum. Özür dileyecek dilden bile yoksunum. Seni bize diri nefesiyle, hayata çağıran sesiyle, bizi diriltmek için getiren Rahmet Elçisine (asm) Ya Rabbi, benim kavmim bu Kur'ân'a [devri geçmiş], [hayattan kovulmuş], [gündemden uzak tutulmuş], [yaşama alanlarından sürgün edilmiş], [tehcir edilmiş] mehcûr bir kitap muamelesi yaptı diye sitem edeceği o günden korkuyorum. [Bak. Furkan, 30] Seni tehcir ettiğim için, senin tehcirini başka tehcirler kadar özür dilenir görmediğim için senden bin kere bin kere özür diliyorum ey Kitab'ım.