AKIL VE KALP ARASINDA BİR TAHT KAVGASI

Mona İslam

TASAVVUFTA İKİ temel kavram vardır ki insanın iki düşünüş, hissediş, varlığı kavrayış ve onunla ilişki kuruş biçimini anlatır. Fark ve cem. Fark ayırmak, cem ise toplamak demektir. Firak farktan, visal cemden gelir. Sufiler der ki cemsiz fark şirke, farksız cem ise zındıklığa götürür.

İnsanın aslında birbirinden hangi sınırla ayırabileceğimizin belli olmadığı iki latifesi akıl ve kalp, sırasıyla fark ve cemle çalışır.

Tasavvufta kartal gibi yırtıcı kuşlar akla işaret sayılır. Bu kuşların davranışları bize aklın davranışına örnek verir. Onlar yüksek yerlerde insanlardan ve diğer hayvanlardan uzakta yaşarlar. Yaşadıkları kayalıklara ulaşmak herkesin harcı değildir. Yüksekler ve inziva onlara üstünlüklerini hissettirir. Sadece avlanmak için ormana, vadiye, ovaya yaklaşırlar. O zaman da avlarına hızla yaklaşır, pencelerini geçirir, onu yukarı kaldırır, yükseklere çıkarır, birden bırakırlar. Bırakırlar ki parçalansın, çünkü onu bütün halde yiyemezler. Onu aslan kaplan gibi kendiler de parçalayamazlar. Parçalama metotları budur. Yükseğe çıkar ve aniden bırak. Yerçekiminin gücünü bilecek kadar akıllıdırlar.

Aslında kendilerini üstün gördükleri oranda zayıftırlar. Başka kuşlarla birlikte yaşayamazlar. Uyumsuzdurlar.

Aklın metodu kartalın metodu gibidir. Aklımız farkla çalışır, ayırmakla, parçalamakla, bölmekle. Başka türlü anlamasına imkan yoktur. Mesela dünyanın neresinde olduğunuzu anlamak isterseniz akıl size meridyen ve paralellerden söz eder. Dünyayı böler, ve konumunuzu tespit eder. Yahut size sınırları olan ülkeleri bildirir, ve hangi sınırlar içinde iseniz oralısınız demektir. Zaten o ülkelere karışıklık olmasın diye o sınırları koyan, sonra aynı ülkeyi de bölgelere, şehirlere ayıran, şehirlerde ilçeler ve makalleler teşhil eden, ve sizin evinizi öteki evden ayıran da odur.

Akıl ayırarak anlar, ve bu hayati bir değerdedir. Hiç küçümsenecek bir şey değildir. Allah bize onu anlayalım diye verdi. Ve bu da onun fıtri metodudur. Amenna. Ancak tüm ipler onun eline bırakılmamalıdır. Akıl padişah değil, vezir olmalıdır.

Şayet akıl padişah olursa önce Allah ile alemi ayırır, Allah alemlerden müstağnidir der, Onu öteye iter. Bu işi deizme kadar vardırır. Niyeti iyidir. Allah’ı alemdeki hiç bir şey ile ittisale temasa, irtibata layık görmez. Onun şanına yakışmaz bu. Çünkü kendisi de öyle yapmaktadır. Ne diğer latifelere ne de alemdeki şeylere zerre kadar kıymet vermez, onları süfli addeder ve süfliyatla ilgilenmez akıl. Ancak onları kullanır. Akıl çok iyi adam çalıştırır.

Sonra orada durmaz, bu kez fark mekanizmasını alemde çalıştırmaya başlar. Sınıflandırmalar yapar. Canlılar ve cansızları ayırır. Bitkiler hayvanlar ve insanları ayırır. Milletleri ayırır. Kadın ve erkeği ayırır. Bedeni ve ruhu ayırır. Öyle bir yere gelir ki ben ve kendini bile ayırır. Ve sonunda yapayalnız kalır. Baştan Allah ile alemi ayırmıştı ya, Allah da benden uzaktır artık. Çünkü ben de alemdir. Şimdi o zavallı ben hem alemden uzak, hem Allah’tan uzak, hem kendinden uzak yapayalnızdır. O yalnızlık kederi içerisinde alemin içinden çıkarsa bir gün Allah’a ulaşacağını zanneder. Terk ettikçe eder. Ancak artık terk edecek bir şey kalmamıştır. Ama kendini terk etmeyi aklına bile getirmez.

Gönül ise birleştirme makamıdır. Gönül Allah’ın alemle ayrı olmadığını bilir. Her birşeyin Onun bir tecellisi olduğunu bilir. Her şeydeki fevkaladeliği hisseder. Hayret eder. Gönül Allah’ın kendine yakınlığını bilir. Alemde herşeyin birlenebileceğini, ayrımın suni vehmi farazi olduğunu bilir. Canlı ve cansızı nasıl ayırsın, herşey Onu hamd ile tesbih etmektedir, o halde taşlar dahi canlıdır. Kadınla erkeği nasıl ayırsın onlar bir nefsiten yaratılmıştır. Milletleri nasıl ayırsın, hepsi Adem’in çocuklarıdır. Yeryüzüne nasıl sınır koysun hepsi Allah’ın arzıdır. Benle kendini nasıl ayırsın çünkü ben kendinin aynıdır. Bu yüzdendir ki en zor olan kendini bilmektir. Aynılık içinde bilmek güçtür, çünkü bilmek farkla olur. Ama gönül bilir, nasılı yoktur onun bilmesinin, o Allah’ın bildirmesiyle bilir.

Gönül farkla cemi, tenzihle teşbih birleştirir. Allah ile alemin irtibatını ancak gönül kurar. Gönül mevcudat alemi ile Vücub alemi arasındaki berzahtır. Daire misali bu ikisinin birbirine temas ettiği noktadır gönlümüz. O olmasa, işi ele almasa, bu iki daire asla birbirine temas edemez. Yahut biz bu teması idrak edemeyiz.

İnsan ülkesinin padişahı gönüldür. Onun iktidarı Yüceler Yücesinden onaylıdır. Onun geldiği yere birlik gelir. Gönül insanı ferd kılar. Tüm latifeleri bir noktada toplar. Sonra insanın alakadar olduğu tüm mevcudatı toplar. Çünkü herşey herşeydedir, ve herşey insandadır. Toplamak kolaydır. Toplayarak hilafet vazifesini yapar. Topladıklarını Allah’a sunar. Bakar kendi de Onun bir gölgesi, bir tecellisidir, Ondan ayrı değildir.

Kalp, akla mantıksız gelse de “Hem o hem o” demeyi bilir. Allah ile aleme baktığında “ne aynı ne gayrı” demeyi bilir. Her birşeydeki harikuladeliğe baktığında “Hem Odur hem değildir” demeyi bilir. Kalp “hem yakın hem uzak” nasıl olunur bilir.Yakınlığı irtibatı kalp kurar. Kalp aklın da değerini bilir. Ancak ona ait olduğu yeri gösterir. Kalp akla öğretmeyi de bilir. Yeter ki akıl kalbi dinlemeyi bilsin.

Hadislerde Allah kendine kalbi izafe eder. Kalbin otoritesi Allah’ın otoritesidir. Mülk böylece malikine teslim edilir. Ve ayetler bize bazı şeyleri sadece kalbi olanın anlayabileceğini söyler. “Limen kane lehu kalb” Herkesin kalbi vardır, ama herkesin kalbi merkezde amir pozisyonda değildir. Kimilerinde akıl, kimilerinde nefis, kimilerinde beden devrim yapmış ve kalbi tahtından indirmiştir. Onu ya zindanda tutmakta, ya da hizmetçilik yaptırmaktadır.

  06.02.2012

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut