Roller Karışınca

Mehmed Boyacıoğlu

BİR YAKINIM var: maişet için çalışmada ileri sayılabilecek yaşına rağmen, bazı sebeplerden dolayı hâlâ didinmeyi sürdürüyor. “Yurt dışı”nda iki ülkeye gidip çalıştığı gibi bu topraklarda da Anamur – Bolu hattının batısında bilmediği yer hemen hemen yok gibidir. Bana bir vesileyle şunu anlatmıştı:

Bir baraj veya gölet inşa edilirken – hangi tip olduğunu bilmiyorum- aynı tip taş veya toprak kullanılmaz. Suyun akışına göre en arkaya kayalar yerleştirilir. Ondan sonra daha küçük taşlar dökülür, bunu kil gibi su geçirmesi zor kayaçlar takip eder. En sonuna da kum dediğimiz unsur yığılır.

Neden böyle yapılır? Yalnızca kaya veya taşlarla inşa edilmiş olsa güçlü bir yapı ortaya çıkar, ancak bu güçlü yapının her yerinden sular sızıp akabilir. Sadece kil ve kum gibi ince unsurlar kullanılacak olsa suyun sızması zorlaşır ama bu sefer de rezervuar dolduğunda o büyük su kütlesinin gücüne karşı dayanıklı olamaz.

Yani hem güçlünün zayıf tarafı vardır, hem de zayıfın güçlü yönü bulunur. Mesela, en zayıf görünen kumun şöyle bir özelliği vardır: küçük bir canlı, diyelim ki yengeç, baraj gövdesinin bir tarafından diğerine geçecek olsa, gittiği yerlerde kendi geçeceği kadar bir oyuk açılır, ama o ilerledikçe tekrar bu oyuk kapanır. Sonuçta suyun kum içinden sızması imkânsız gibidir.

Kumun güçsüzlüğünü de kaya ve taşlar telafi eder.

Yine coğrafyadan gidersek; uçsuz bucaksız bereketli Çukurova Torosların yalçın kayalıklarından çağlayıp gelen Seyhan ve Ceyhan nehirleri sayesinde vardır. Onların getirdiği çeşitli mineraller haşin, celalli sellerle düzlüklere atılır; onları verimli hale getirir.

Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş Mezopotamya Fırat ve Dicle’yi bağrından çıkaran karlı boranlı Şark dağları sayesinde vardır.

Ovalar dağların rolünü üstlense, ortaya kupkuru verimsiz bir taşlık arazi çıkar. Dağlar ovalığa soyunsa, karşımıza her tarafı balçık kokan, suları içilmeyen, toprakları faza suyun birikmesi ile verimsizleşmiş araziler çıkar.

Demek oluyor ki, bazı “-izm”lerin taraftarlarının tutturdukları eşitlik türküleri kâinatın ahengine uymayan kakofonik gürültülerden başka bir şey değildir.

Küçük bir kâinat olan insan tekinde de aynı çekicin ve örsün sesleri duyulur. Aile hayatının ahenk ve düzeni kadının, kadınlığını; erkeğin de erkekliğini bilmesinde ve bu rolleri hakkıyla yerine getirmelerine bağlıdır.

Erkeğin gücü bedeni yeterliliğinde, sabrında, sebatında ve kararlılığında, kadının gücü de letafetinde; incelik ve narinliğinde saklıdır.

Eşitlikçi ve karma eğitimci sistemimizin öğretmek istemediği bu gerçeği görev yaptığım bir Batı Karadeniz köyünde bir nebze hissetmiştim. Bilgelikte, “İslâmcılar”ı da dâhil birçok üniversite mezunu kızımızın, onun gibilerin eline su dökemeyeceği kanaatindeyim. Köyün muhtarı olan deli dolu bir amcamızın hanımıydı o: Fidan abla. Bir vesileyle, “amcanız öfkelendiğinde, ben sesimi çıkarmam, aynı tonda karşılık vermem, sakinleştiğinde ise gönlünü güzel sözlerle almaya çalışır, onu sakinleştirir, dediğimi de bir güzel yaptırırım” demişti.

Erkek açısından bakıldığında da durum farklı değildir. Her iki taraf da aynı rolleri üstlenmeye kalktı mı ailede ahenk olmaz.

Dediğim gibi, belki ilkokulu bile bitirmemiş, ama capcanlı bir gelenekten beslenmiş bir kadının sergilediği bu akıl ve hikmeti, bugün bizim üniversite bitirmiş nice gencimiz göstermekten uzaktır. Ve yakın zamanda da resmi eğitim sistemi içinde böyle bir inkişafın gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.

Öyle olunca, ‘nikâh sünnetimdir’ buyuran Nebinin (sav) ümmeti olarak bizler, fertler ve gönüllü kuruluşlar olarak bu işe ciddi bir profesyonellikle yaklaşmalı ve çivileri günbegün daha da hızla çıkmaya başlayan toplumun bu gidişine dur demeye çalışmalıyız.

  25.12.2011

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut