Ya Birgün Işıklarınız Âniden Sönerse?

Aytekin Akar

HAYATINIZ ÇALKALANIYOR. Hiçbir şey yerinde durmuyor, bir sıçrıyor, bir düşüyor, bir ileri, bir geri... Bakıyorsunuz bazen birçok şey, birbiri yanı sıra veya ardı sıra kötüye gidiyor. Oturup kafanızda tüm yaşadıklarınızın artılarıyla eksileriyle bir listesini yapıyorsunuz. Hesabınıza göre toplam negatif çıkıyor. Bunalıyorsunuz, üzülüyorsunuz, endişeleniyorsunuz, keyfiniz kaçıyor.

Bazı zamanlar öyle içiniz sıkılıyor ki, harekete geçip biraz gayretle düzeltmeye belki de gücünüzün yetebileceğini zannettiklerinize bile parmağınızı kıpırdatmak içinizden gelmiyor. "Kötü" diye niteledikleriniz, kısmen bile olsa "iyi" bildiklerinizin üzerinde kara bulutlar gibi geziniyor. Onların birçoğundan alacağınız maddi ve manevi lezzetleri de gölgeliyor. Böyle zamanlarda sanki hayat bütünüyle sıkıntı kaynağına dönüşüyor. Şükürden, sabırdan dem vuran dilinizi kalbiniz bir türlü duymuyor, sanki bildiğini okuyor. Başka zamanlarda tesirli olan nasihatler, ona yeterince dokunamıyor, teğet geçiyor.

Bir an çırpınır gibi oluyorsunuz. Koşturmacadan, gerilimlerden uzaklaşıp yaşadığınız olumsuzlukları unutturacak derin bir nefes almak ve biraz olsun rahatlamak istiyorsunuz. Yeniden enerjilenmek, problemlerle uğraşmaya istek duymak, işlerinizi düzene sokmak, hayata yeniden bağlanmak istiyorsunuz. Ama nafile, cılız çabanız hemen sönüveriyor. Dünyada hasretini çekip sahip olamadıklarınıza duyduğunuz tüm arzularınız, sanki çoktan ağıt yakmaya başlamışlar bile. Harlanmış alevlere su dökülmesi gibi, isteklerinize ait sesleri sıradan meşgalelerle duymazdan gelmek isterken dört bir yanınızdan peydah olan hüsran rüzgârları, karamsarlık hislerinizi körüklemeye devam ediyor.

“İşte” diyorsunuz. “Depresyon denen hal, böyle bir şey olsa gerek” Doğrudan ve dolaylı olarak faydalandırıldığınız nimetleri saymakla bitiremezken, şükredeceğiniz nihayetsiz sayıda rızıklar içerisinde yaşayıp giderken, böylesine bitkin, şevksiz ve mutsuz olmanızı nelere bağlayabileceğinizi düşünmeye başlıyorsunuz. Hafızanızda acı, keder, hayal kırıklığı türünde nitelendirilebilecek onlarca yıpratıcı hadise hemen tazeleniveriyor. Garip bir bitkisel hayatın eşiğinde ve tamamıyla hislerinizin esareti altına girmekte olduğunuzu düşünüyorsunuz. Yoksa farkında olmadan, adım adım şükürsüzlük dolu, koyu bir isyan girdabının içerisine mi sürükleniyorsunuz? Tek bildiğiniz, topyekün hissettiğiniz, yaz mevsiminde kışı yaşar gibi bir halde, hayata küsmüşlüğünüz.

Hâlbuki plânını kurduğunuz, yeni heyecanlarla öğreneceğiniz, istekle yaşamaya çabalayacağınız o kadar çok şey vardı ki… Şimdi onlara dair beslediğiniz ümitler, artık solmaya yüz tutan bir saksı çiçeğinin sarkık yaprakları gibi acınacak halde karşınızda duruyor. Ufuklarınız iyice bulanıklaşırken, göğünüzü kapkara bulutlar kaplamaya başlamış bile.

Bu hal, belki de yaşadığınız olumsuzlukların, siz bilmeden gün be gün kazdığı bir çukura düştüğünüzü gösteriyor. Tıpkı ayette geçtiği gibi: “İnsan hayır (iyilik) istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.” (Fussilet 49) Evet belki çok zamanlar, iyinin, doğrunun peşinde elinizden geldiğinizce koşturdunuz. Gün oldu nefesiniz kesildi ama yılmadınız, sabırla gayret gösterdiniz. Kafanızdaki hedeflere odaklanmış ilerlerken, maalesef belki bazen hatalara, günahlara da uğradı yolunuz. Belki tekrar tekrar benzer hatalara düşmenize dair pişmanlıklarınız sebatınızı bileyecek yerde, yılgınlığınızı, yorgunluğunuzu körükledi. Şu an tam kestiremiyorsunuz. İşte demek ki, tepe noktası yeis ile ifade edilen böylesine karamsar bir ruh haline, her şeyin bir daha yeniden düzeleceğine inanmamak, ısrar ile kötü giden işlerin bir daha iyi olabileceğinden ümit kesmekle saplanılıyor.

İnsan bir şeye kendisini ne kadar çok ve ne kadar sahiplenircesine bağlanmış hissediyorsa, ister çok çabalasın isterse sadece verilir ümidini taşısın, ona erişemediğini anlayınca veya erişemeyeceğini hissedince, karamsarlık duraklarına takılıp kalabiliyor. Peşi sıra yaşadığı, yüreğine cam kırıkları gibi saplanan her hayâl kırıklığı, devasa kasvet çukurlarının üzerini örten birer tuzak haline dönüşebiliyor. Ve gün geliyor, bu tuzağa düştüğünüzü fark ediyorsunuz. Gönülde yeşeren bir ümit çiçeğinin öncekilerden birçoğu gibi açamadan solması, belki rüyâları süsleyen en büyük beklentilerin de birer birer boşa çıkmasıyla, neticede kendinizi talan olmuş gibi duran bir hayal bahçesinde yapayalnız hissediyorsunuz.

Dünyada ebediyen yaşayacakmışçasına, ağırlıklı olarak dünyevi bağlılıklar ve bağımlılıklar üzerine kurulmuş hayatların, en büyük hüsranları da heybesinde gezdirdiğini anlayabiliyoruz. Böylesine büyük bağlılıklar, özlemler visal ile noktalanmadığında ve böylesine büyük bağımlılıklar, tutkulu beraberlikler ayrılıklar ile mukabele gördüğünde, depresyona giden hastalıklı ruh hallerinden sıyrılıp yeniden hayata dönmek te o ölçüde zorlaşıyor.

Kendisiyle sürekli bir hasbihal içerisinde yaşayarak, tüm olan bitenlere imtihan gözü ile bakamadıkça, her sarsıntı insanın iç âleminde, ileride yaşayacağı büyük zelzelelerde felaketlerin kaynağı olabilecek birer fay kırıklarına dönüşüyor. Kendi hakkındaki ilâhi takdiri, Rabbi Rahimin muradını, hadiselerdeki hayırları bilemeden insan, vazgeçilmez ilan ettiği veya büyük arzularla peşinden koşturduğu her dünyalığa yetişemediğinde, elinden alındığında, uzaklaştırıldığında buhranlar içinde boğuluyor.

En büyük düşmanımız olan şeytan, kötüye giden şartları, maruz kalınan belâ ve musibetleri de bahaneyle, tembelliğe ve yılgınlığa meyilli olan nefsi kullanarak, dünyanın rüzgârlarına kendisini adeta teslim etmiş halde yaşayıp giden bir müminin ümitsizliğe kapılmasından, karamsar düşüncelerinden ve iç sıkıntılarından besleniyor. Besbelli ki, onun Yaradanın kendisini yarı yolda bıraktığı fikrine kapılmasına uğraşıyor. Böylece insan, fiili günâhlara yeniden yönelmese bile, gaflete batmış halde, bedbinlik ve uyuşuklukla yoğrulmuş his ve düşünce dünyasına hapsolup kalıyor. Gittikçe musibetlerdeki hikmetleri aramaktan ve nimetlerin güzelliklerini fark edebilmekten uzaklaşıyor. Zaten firâke, zevale gidecek olan bu imtihan dünyasının fani güzelliklerini, elde edemese de kahroluyor, elde etse de illâki yitirince de kahroluyor. Her durumda derin sancılara, kaygılara, korkulara düçâr oluyor.

Oysa insanın asıl vatanı, ümitlerin uzanacağı yer sırf dünya değil ki. Zira insanın eli neye uzanırsa uzansın yine de tatmin olamayacaktır. Bu yüzden, sırf dünya için yaşamakla uğranılacak yenilgi baştan bellidir. İmtihanda rahatlık beklemek zaten akla münâfidir. İnsan, nasıl dünyada maişetini temin için çalışmak zorundaysa, kulluğun gerektirdiklerini gerektiği gibi yaşayarak ahiretini kazanabilmek için de duraksamadan, yalpalamadan, yılgınlığa düşmeden, sürekli ter dökmek zorundadır. Dua ve gayretli çalışma ile kendisi ve tüm insanlar için doğru olanı istemeli, ümit etmeli, çaba göstermeli ama neticesine de karışmamalıdır. Zira, verecek olan da, vermeyecek olan da, geri alacak olan da her şeyin maliki olan Rabbül Âlemin’dir. Bu yol maddi ve manevi engellerle doludur. O’nun en sevgili kulları, en büyük zorlukları tatmıştır. Böylelikle tevekkül ve sabır göstererek imtihanlarını güzel neticelendirmiş, vuslata erişmişlerdir. Onların yaşadığı zorluklar, çektikleri acılar bizimkilerle kıyas dahi edilemez.

Elbette, dünya hayatı gibi insanın iç âlemi de çalkalanıyor. Sürekli aynı halde kalamıyor, hadiselerin tesirine kapılıp hisleniyor, kendisine has mevsimler yaşıyor. Zira mevsimleri yaşamadan mahsuller alınamaz, engebelerde yorulmadan huzur diyarlarına erişilemez. Kışı anlamak yazı görmekten, gecenin karanlığını tanımak güneşi bilmekten geçer. Yokuşları tırmanmayı tecrübe etmeyen, düz yolda ufak bir taşa çarpıp tökezleyiverir. İç âlemindeki kışlarda, gecelerde, yokuşlarda takılıp kalmayan insan, Rabbimizin izniyle ümitlerin kırıldığı zamanlarda, karamsarlıklara teslim olmaz.

Hem hayırlarla, hem şerlerle imtihan olunurken, her ayak sürçmesinde içten içe biraz daha yıkılmamak, depresyon, melankoli denilen çağın hastalıklarına yakalanmamak için, ümitlerimizi tüketip bizi hayattan koparan hislerimizi müzminleştirmeden, yaşadığımız olumsuzluklardan ibretli dersler çıkarıp bol dua, sabır ve tevekkül ile bizi bizden iyi tanıyan Cenab-ı Hakk’a dayanabilmeliyiz. Acziyetimizi bilip, kalbimize, dünya üzerinde her arzuladığının aslında fâni olduğu, tüm lezzetlerin bir gün nasılsa tükeneceğini, burada gölgeleri gösterilen güzelliklerin asıllarının ahirette olduğunu sık sık telkin ederek, onu sürekli manevi gıdalarla beslersek, biiznillah hayatımızdaki fırtınalar bizi ummadığımız, geriye zor döneceğimiz karanlıklara savuramayacaktır.

  17.04.2011

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut