Taşlanan hayâsızlıktır öncelikle

Mehmed Boyacıoğlu

HER MEVSİMİN kendine göre şartları var. Karın, boranın eksik olmadığı, rüzgârın sık sık yön değiştirip deli estiği şubat soğuğunda, yaz aylarının durgun havası, olgunlaşmış meyveleri beklenilmez. Kış mevsiminde yapılacak işler farklıdır. Kışın yapılacak işler, hemen yaz gelsin diye de yapılmaz.

Ama yaz gelse de kırlara çıksak, daralan ruhumuzu serinletsek demeden de geçemiyor insan…

***

Uzaktan bakılırsa, tavus sinek gibi görülür der büyüğümüz. Bir de görmek niyetiyle, anlamak niyetiyle bakılmıyorsa. Bir de gözler miyop olduğu halde, miyopluğu giderici gözlükler de takılmıyorsa… Uzaktaki cisim hakkında malumatımız git gide azalacak, belki de onu başka bir varlık gibi görmeye başlayacağız.

Görülmekten, kendini göstermekten, seyredilmekten hoşlanan, fıtratı gereği bunu arzulayan bir taife var bildiğimiz gibi. Bu duygularını müspete kanalize edebildiklerinde kendilerinden iffet timsali dev insanlar çıkabildiği gibi, menfide kullandıkları takdirde de, maalesef hemen daima şeytana olta olmaya hazır hale gelirler.

İşte tercihlerini bu ikinci yolda gitmekte kullanan bazı kadın grupları, komşu bir ülkenin, dünyanın çeşitli başkentlerindeki büyükelçiliklerin önlerinde toplanıyorlar. Akıllarınca, o ülkede uygulanan recm cezası aleyhinde “gösteri” yapıyorlar.

Zaten uzak durdukları bir meseleden “gösteri” yaparak biraz daha uzaklaşıyorlar. Uzaktaki tavusa ‘o kuş değildir, sinektir’ diyen gibi onlar da “gösteri” yaparak “hayâ” medeniyetinin bir uygulamasını güya eleştiriyorlar.

İnsan tatmadığı, hissetmediği bir hususu niye eleştirir ki… Diyelim ki, hiç Ango-Sakson ülkesi görmemiş birinin oradaki “mil”, “inç” “libre” gibi ölçüleri eleştirmesi ne anlam ifade eder?

Zavallı gösteri yapıyor, kime karşı? Hiç tatmadığı zevkine varmadığı hayâ medeniyetine karşı. Uzakta durduğu, ayrıntılarını hiç merak etmediği, çağlar içinde yetiştirdiği nurani meyvelerine merak edip bakmadığı bir medeniyetin bir uygulamasını eleştiriyor.

“Mimsiz” medeniyetin sahte fantezilerinden biraz uzaklaşıp da, başını kaldırıp baksa, düşünse ve bilse ki, dünyanın, özellikle Batının büyük şehirlerinde namusa ilişkin cinayetlerde birkaç günde, özellikle kadınlardan öldürülenlerin sayısı, on dört asırda recm cezasıyla öldürülenlerin sayısının kaç katıdır? Ve bu sert görünen cezanın, aslında her yıl binleri kötü akıbetlerinden koruyabilen bir şefkat kalkanı olduğunu…

Buna ilişkin bir köşe yazısının hacmi elverdiği kadar birkaç kelam edeyim dedim:

Evvela, ehl-i sünnetin dışındaki komşunun bu cezayı nasıl uyguladığını tam olarak bilmiyorum, aslında bununla ilgilenmiyorum da. Ama onlar üzerinden yüce değerlerimize saldırılması beni ilgilendirir.

İkinci husus, cezalar karşısında gösterilen marazi merhamet insanlığın fıtratına zıttır. Ben de merhametliyim, ben de tavuk kesemem, ben de bilerek bir karıncayı incitmem.

Ancak cezalar, insanlar hata işleme istidadında olduğu için vardır. Siz bana vergi kaçırmanın hiç bilinmediği bir ülke gösterin; ben oradaki mevzuattan vergi cezalarını kaldırayım. Siz cinayet diye bir şeyin kitaplarda bile olmadığı bir coğrafya gösterin; ben orada idamı kaldırayım. Siz kimsenin ders çalışmaktan başka bir şey bilmediği bir okul gösterin; ben orada disiplin cezalarını kaldırayım.

Üçüncü husus, İslâm geneli itibari ile bir kötülüğü yasak etmişse, ona zemin hazırlayan bütün yol ve vasıtaları da kapatır. Buna fıkıhta sedd üz-zerâyi’ prensibi deniyor.

Örneğimizde bu konu çok belirgindir. Kur’ân ‘zina etmeyin!’ demez, ‘zinaya yaklaşmayın!’ buyurur وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً1 Yani zinaya sebep olabilecek her şeyden, mesela; geç yaşta evlenmekten, evliliği zorlaştırıcı formalitelerden, lüks tüketimden, debdebeden, alâyişten de uzak durulmasını emreder.

Dördüncü ve asıl önemlisi, zina suçunun tespiti ile ilgilidir. Zinanın tespiti üç şekilde mümkün olabilmektedir: birincisi, çok açık bir utanmazlık ile adeta herkesin gözü önünde yapıldığında, bunu gören dört şahidin tespiti ile. Ya da kişinin fiili gizli yaptığı halde, bunu dört mecliste anlatması ile. Bu ilk iki grup fâsık-ı mütecâhir denilen, günahından utanıp sıkılmayan grubuna girecektir.

İkincisi, zina fiilini işleyenin, vicdanının sesini dinleyerek, cezasının ahirete kalmasını istemeyerek gidip şer’î makamlara kendini ihbar etmesiyle mümkün olur. Efendimize (sav) gelen iki bahtiyar zat (ra) gibi. Onlara bahtiyar diyorum, zira efendimiz onlar için ‘öyle bir tövbe ettiler ki yetmiş kişiye yeterdi’ buyuruyor.

Bu iki halin dışında, böyle bir günahı işleyen mümin, günahını hiçbir yerde kimseye anlatmayacak, tövbe ve istiğfarda bulunacaktır. Yaptığı kendi ile Rabbi arasındadır. Zaten bu halde ceza da söz konusu olamaz.

Zinanın şahitlerle ispatı, yuvarlak sözlerle değil o müstekreh olayın bizzat görülmesi ile mümkün olur. ‘Falanca erkek şu kadının oturduğu apartmana girdi orada şu kadar kaldı ve çıktı, o halde…’ gibi yarısı gerçek diğer yarısı aşırma atışlı sözlerle değil.

Dikkat edilirse, her hafta Cuma hutbelerinde okunan ayetin tefsirinde olduğu gibi -gerçi Allah kötülüğün gizlisinden açığından hep men eder ise de- utanmazlık, fiilin herkese anlatılması ile başlar. İşte ceza da burada gerekir.

Bunu da İran sefaretleri önünde gösteri yapan utanması kıtlar anlayamaz. Anlarsa müminler anlar, günahlarının reklamını yapmaz, tövbe ve istiğfarla onu silmeye çalışırlar. İstiğfarın en ilerisi de, suçunu yetkili makamlara haber vermektir. Birilerinin çağdışı deyip dudak büktüğü hayran olunası bir haldir bu.

Özetlersek, insan melek, dünya da bir cennet olmadığına göre, suçlara ceza da verilecektir. İslâm’ın hayâsızlığı, fuhşun açıkça işlenmesini önleme hikmetiyle recm cezası uygulaması adaletin ta kendisidir. Diyebiliriz ki, aslında taşlanan öncelikle hayâsızlıktır.

Bunu anlamayan, anlamak yolunda bir çaba da sarf etmeyenlere Rabbim anlayacak göz ve basiret ihsan etsin…


1. Bkz. İsra Suresi, 32. Ayet

  18.08.2010

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut