KÜSKÜNLÜKLERİMİZ

Zehra Sarı

BALKONDA OTURUYORUM. Gelip geçenleri seyrettiğimi farkına varıyorum namaz sonrası tesbihimi çekerken. Annemlerdeyim. Yıllardır alt kat komşumuz olan iki bayanın artık konuşmadıklarını öğreniyorum. Hâlbuki ne kadar da samimilerdi! Tevafuk bu ya merdivende ikisinden biriyle karşılaşıyorum. O kadar dolmuş olacak ki, istemesem de olayın bir bölümünü duymak zorunda kalıyorum ya da duymamı isteyen Bir’i var. “Burada da çok içli dışlıydık ama ne olduysa çoluk çocuk beraber bir tatil yerine gidelim dediğimizde oldu, aile dışında kimseyle bu kadar samimi olmayacaksın hatta benden sana nasihat kimseyle belli bir sınırı aşmasın ilişkin…” Duymamın istendiği kısmı duymuştum ama zaten ben bu nasihatı bizzat tecrübe etmemiş miydim?!.

Balkonda oturuyordum demiştim ya, bu olayı anlatmam bu iki komşunun kızlarından ikisinin de, bu karşı komşularını görmemek için yolda aşırıya kaçan hareketler yaptıklarını görmemle alakalı.Halbuki yıllarca ne kadar da iyilerdi, hatta kızlarından birinin isim ablası olmuştu bu iki abartılı hareketlerle önünden geçenler.Annelerinin küslüklerini onlarda devam ettiriyorlardı anlaşılan….

Ebu’l Ala Afifi”nin “tasavvuf” ile alakalı bir kitabını okuyorum, geldiğim yer “ilahi sevgi” bahsi. Kulun Allah’ı sevmesinin O”na itaat etmesi ve kulluğuna devam etmesi; Allah’ın kulunu sevmesi ise ona rahmeti ve ikramıdır mealinde bir ifade var. Sevgide de bir karşılılık ilişkisi var sanki. Gözlemlediğim o ki, çok fedakârlık yaptıklarınız, her derdine koştuklarınız, müşküllerinin çoğunu halletmek için çabaladıklarınız tarafından daha çok seviliyorsunuz ya da böyle yakınlarınızı daha çok seviyorsunuz; genel ifadeyle iyi gün dostlarından ziyade kötü gün dostlarını…

Bu durumda karşıma hep o kelime çıkıyor “vefa”.Vefasızlık edilmesi belki de bu kelimenin bendeki karşılığının tefrite yakın hale gelmesinden dolayı benim canımı, yapıldığında haddinden fazla yakıyor. Çünkü bizler biliyoruz Allah’ın isimlerinde dahi itidalli olunması gerekiyor, Vafi ismini ismi azam edinirken diğer isimlerin arkadaşlığında bunu yapmalı insan. Tek ayakla yürümek zor olabilir diğer ayağımızı ve artı ekipmanlarımızı da yolda yanımıza almalıyız.

Vefasızlık gördüklerim var. Vefasızlık ettiğimi düşünenler de vardır eminim.İnşallah bunu yapmamak için çok gayret ettiğimi bilmem, Rabbimin huzurunda temizlenmeme sebep olur, niyetin üstünlüğü meselesi. Ama bana hakkı geçen kimseyi unutmadığıma Rabbim en büyük şahidimdir. Sebepler, işi başka noktalara taşımışsa bunda tek suçlunun kendi nefsim olmadığının da bilincindeyim. Nasıl olmam ki, insanın hiç beklemediği birinden, hiç beklemediği bir hareketi görünce; bu vefasızlığı yaşayınca nasıl hissettiğini hakkalyakin biliyorum; kişi bu duyguyu bilerek bir başkasına yaşatır mı?

İnsana hayatta yaşadıkları da öğretiyor nefsi emmarenin çirkin, noksan vs.. olduğunu.Yani “senden bunu beklemezdim” diyebileceğimiz kimse yok aslında arz üzerinde, kendi nefsimizde buna dahil. Allah yaptırmasın nefisler insana her şeyi yaptırır, “Beni bir an için dahi olsa nefsime bırakma” duası bu yüzden çok anlamlıdır. Bir an dahi olsa bizi ne kendi nefsimize, ne de kardeş bildiklerimizin nefislerinin ellerine bırakmasın Rabbimiz. İki kişinin konuşmasında ki şu kısım burayla çok alakalı geldi bana; “insanlarla iyi geçin ama sakın fazla yaklaşma, az daha yaklaşırsan bil ki ilerisi bataklık” Böyle konuşan bir insanın arkadaşına diğer tavsiyesini de merak ederseniz; “insanlar kötü, durabildiğin kadar uzak dur onlardan, sadece canını yakıyorlar”.

Zarar gördüğüm insanlar olsa da böyle bir cümle kurmak bana insanlar için hakkaniyetli gelmiyor. Hani çokça söylenen bir söz vardır ya, bunu yaşayabildiğimi söylemesem de, ne kadar kötü olsa da her insan da iyi bir tarafın olduğu.. Bunu kendiniz için düşünseniz ne kadar doğru olduğunu anlamanız çok kolay olacak aslında, sizin için olumsuz düşünen insanlar vardır çoğumuzun hayatında –bir büyüğümüz derdi ki,zaten herkes sizin için iyi diyorsa o zaman vardır bir sorun-ama siz onlara rağmen yine de iyi olan taraflarınız olduğunu biliyorsunuzdur. Buna ruhumuz diyelim başka bir ad verelim ama var değil mi başkalarının söylediğinin aksine bizde iyi olan bir şeyler.Yunus’un “Bir ben var bende benden içre” dediği belki….Bugünlerde sıkça bunları düşünür oldum, yüzünü görmek istemediklerim, bir daha konuşmak istemediklerim için “onlarda da Rabbimizden tecelliler var, bu tecelliler hürmetine….” mi demeliyim; yoksa her şey gün gelir bu alemdeki ömrünü tamamlar kaidesince hayatımıza belli bir zaman girip, bazı isimleri tanımamıza vesile olmuş insanları vazifelerini artık tamamladılar deyip hürmetle bir kenara mı bırakmalıyım, Üstad’ın kullanılamayacak hale gelen kaşığını bir ölüyü defneder gibi kenara koyması misali.

Çok sevdiğim birinin şu sözü böyle düşünmemde bana mihmandarlık yapıyor; “kulluğuna devam etmeni engelleyecek olan her düşünceden, her insandan uzak durmayı öğrenmelisin”. Samimi olmak gerekirse kendimin de yaptığı yanlış şu, kulluğumuza engel olduğunu düşündüğümüz kişileri hayatlarımızdan çıkarırken ki tarzımız çok hoş değil; en büyük yanlışımız ve düzeltilmesi gereken yanımız bu galiba; tamam samimi olmayacaksın eskisi kadar ama bir selam verememe pozisyonuna da düşmeyeceksin. Ama sorun zaten burada; o iki komşu örneğinde ki gibi, ilişkiler o kadar laçkalaşınca, sen ben sınırı kalkınca, olumsuz bir durum ortaya çıktığında da bırakın selam vermeyi, karşı tarafın kötü dualarına ve kötü sözlerine de muhatap olabiliyorsunuz.

Aklıma bu konuyla ilgisini kurduğum bir sürü şey geliyor, yaşayınca bunları anlayabiliyorum ama sizin aynı ilgiyi kurup kuramayacağınız noktasında pası size atıyorum. Bazı “çokbilmiş” insanların varlığı, atacağınız adımlarda önünüzü tıkamasın, buna izin vermeyin. Şunu bizzat yaşadığım için net söyleyebilirim; Risalelerden beslense de, sizden çok uzun yıllar önce bu kaynakları okumaya başlamış olsa da, bildiği şeyler kendisine kalsın ama kimse insan duyguları ile ilgili bir meseleye matematiksel bakamaz; duyguyla ilgili hiç bir şey 2*2=4 etmez.Biliyor musunuz bu kişiyle karşılaştıktan sonra Allah bana rahmet edip hem Risale okuyan hem de yıllardır Risalenin yanında tasavvufi kaynaklardan da beslenen bir ablanın aynı olaya yaklaşım tarzındaki farklılığı gösterince her ne kadar okuduklarımız bize salt aklı yoldaş edinin demiyorsa da, vakıanın çoğu insanda böyle olduğunu gördüm; akıl ve kalp beraberliği murad edilirken, fazla malumat, kişileri istenilmeyen adreslere ulaştırabiliyormuş.

Evet, aslında tüm bu söylediklerim az sonra yazacağım bir alıntı için giriş hükmü taşıyor benim için. Benim kadar bu dünyada “adaletli” davranılsın, “kim neyi hak ediyorsa öyle muamele edilsin” diye düşünüp, yakın arkadaşının söylediği “ Zehra, bu dünyada mutlak adalet beklersen böyle hüsrana uğrayacağın zamanlar çok olur” sözüne hak veren biri için aşağıdaki alıntı çok ama çok düşündürücü oldu. Her şeyin yerini ve zamanını iyi bilmeli diyen eskiler, boşuna bu lafı söylememişler. Hadiseyi ilk Fususul Hikem’de Yunus Fassında; “kula şefkat, cihattan üstündür” bölümünde okumuştuk arkadaşımla ve orada da beni çok etkilemişti:

“Allah’ın kullarına şefkat, Allah yolunda gayretkeş olmaktan, daha çok gözetilmesi gereken bir iştir. Davud, Beyti Makdis’i ( Mukaddes Ev) yapmak istemiş, onu defalarca yaptığı halde tamamlar tamamlamaz her defasında ev yıkılmış. Bu durumu Allah’a şikâyet etmiş, Allah ise kendisine; “Benim evim, kan döken bir insanın eliyle payidar olmaz” diye bildirmiştir. Davud Peygamber; “Rabbim, o kanlar senin yolunda dökülmedi mi?” diye sorunca Allah şöyle cevap vermiş: “Evet fakat onlar benim kullarım değil miydi?” Bunun üzerine Davud şöyle demiş:”Allah’ım, onun yapımını benim soyumdan birisinin eliyle gerçekleştir”. Allah da kendisine “Oğlun Süleyman onu yapacak” diye bildirmiş. Devamında yazan şu: “Bu öykünün amacı; insanın varlığını gözetmenin ve onu korumanın, yok etmekten üstün olduğuna dikkat çekmektir.”

Hakkaniyetli olduğumuzu düşündüğümüz durumlarda dahi celalden yana değil de, cemalden yana davranmamız dersini almıştım şahsen ben ilk okuduğumda.Yanlış bir kıyaslama olur mu bilmiyorum ama şefkatli Hz. Ebubekir ve haklı olan ama celalli Hz. Ömer… Hep Hz. Ebubekir’in daha önde geldiğini görürüz.

Her ne kadar tasavvufi hayatta nefsi temizleme veya mücahede anlatılırken; mücahedenin aslı ve dayanağı nefsi alışkanlıklardan kurtarmak ve bunun içinde salikin öncelikle insanlardan uzlet etmesinin gerekliliği söylenir ve devam edilir çünkü insanın hemcinsiyle haşir neşir olması, nefsi isteklerine alıştırır ve fıtri temayülleri ortaya çıkartır, yalnızlıkta ise insanlardan uzaklaşmak ve Allah’la ünsiyet kurmak vardır; insanlara karışan onlara uyum sağlar bu da riyakâr olmasına neden olur” dense de öyle böyle bu hayatın içinde beraber yaşadığımız insanlardan tamamen uzaklaşamıyoruz-zannımca doğru olan da tamamen uzaklaşmak değil zaten-. Öyleyse ilişkilerimizdeki seviyeyi koruyup, birbirimizin “özel alanlarına” dikkat edip, böyle muhatap olmalıyız. Sünnetin de, aslında bizden istediği budur; birisiyle karşılaştığımızda selam vermemiz tavsiye edilirken nereden geldiğini, elinde bir şey varsa onun ne olduğunu sormamamız söyleniyor ola ki, muhatabımız söylemek istemezse yalan söylemek durumunda kalmasın ya da benzer bir durum olarak kapısını üç kez çaldığımız birisi açmıyorsa tekrar çalınmaz ve sonrasında “niye açmadın” denmez vs.. Bu tür sünnete uygun yaklaşımlarımız da bizi, herhangi bir sorun olduğunda celalli davranmaktan ziyade cemalli davranmaya götürür.

  20.07.2010

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut