Artık ‘arazi’deyiz…

“ÜLKEMİZİN BİRE BİR ölçekli haritasını yapmayı başardık!” “Peki çok kullandınız mı?” diye sordum. “Bugüne dek hiç açılmadı.” dedi Mein Herr. “Çiftçiler itiraz etti. Haritanın bütün ülkeyi kaplayacağını ve güneş ışığını engelleyeceğini söylediler. Bu nedenle şimdilik haritası yerine ülkenin kendisini kullanıyoruz ve sizi temin ederim, en az harita kadar işimizi görüyor.”

Lewis Carroll’un, Slyvia and Bruno’sunda yer alıyor bu ilginç diyalog.

İsrail hükümeti, bugüne kadarki bütün anlaşma haritalarını, uzlaşma krokilerini yırttı attı. Ne diyaloga geldi, ne çözümlerin herhangi birini tanıdı, ne de barışa dair küçük bir umudun kapısını aralık tuttu.

Doğrudur; haritaların hiçbiri araziye eşit değildir. Belki de çizdiğimiz haritada yeterince göremedik İsrail’in sancısını... Kim bilir empati yapmamız gerekli noktaları kaçırdık. Kıl kadar olsun bir merhamet bekliyorlardı da, çok gördük, ihmal ettik.

Harita üzerinden konuşmanın muğlaklığı vardı üzerimizde her daim… “Belki”ler bu yüzdendi… “Haksızlık ediyor olmayalım!”yollu tereddütlerimizin varlığı haritanın detayları yutan ölçeğinde belki anlamlıydı.

Sonunda Mavi Marmara çıktı yola. Silahsız. Bombasız. Militansız. Su ve bisküviyle, ilaç ve çimentoyla, makarna ve konserveyle, oyuncak ve defterle…

Vicdan yüklüydü gemiler… Kurşunların hepsine açık tenleriyle… Mazeretlerin hepsini geçersiz kılan saf niyetleriyle… Ne Türklerdi gelen ne İslamcılardı. Her milletten, her dinden insan… En azından Furkan’dı gelen. Sadece 19 yaşında delikanlı… Hiçbir kötü niyetin yakıştırılamayacağı kadınlar ve çocuklar. Cevdet vardı meselâ. Objektifini bütün dünyaya objektif bir bakış sunmak için çevirmiş, silahsız bir elçi… İyi niyetten başka yükü yoktu Mavi Marmara’nın.

Mavi Marmara, İsrail’in saldırganlığının, çaresizlikle ürettiği paranoyanın birebir ölçekli aynası oldu. Akdeniz’in mavi sularında birebir ölçekli haritası çizildi İsrail’in. Kendi yüzünü hiç gölgesiz görebileceği… Ağzından çıkan amansız nefret çığlıklarını kulaklarında hiç engelsiz duyabileceği… Kanlı elleriyle kendine sobelendi.

Kuş bakışı değil; içeriden, çıplak gözlü bir bakışla görüntülendi. Haritası yeniden çizildi nefretin. Arazinin kendisi harita oldu. Bire bir. Neyse o.

Bundan böyle ne anlaşmalar ne uzlaşmalar ne de yaklaşımlar geçerli… Kaldırdık haritayı… Ülkenin kendisini harita diye kullanacağız.

Her baktığımızda dokunacağız nefret vadilerine… Hep açık duracak önümüzde “arazi”… Bizden bir şey saklanamayacak! Elimize her aldığımızda tüm detaylarıyla gözümüzün önüne açılacak gizli saklı kıvrımları, kıvırtmaları…

Haritayı dürdük ve bir kenara attık ey İsrail… Sıvadık kolları ve paçaları, çamurlanmaya zaten öteden beri hazırız. “Harita” ile uğraşmayacağız artık; arazideyiz.

Biz geldik!

Geleceğiz!

Meraklısına not: “Müsbet hareket” uzlaşmak değildir. Ömrü boyunca “müsbet hareket” eden Said Nursî, varlığını çekemeyen, yazdıklarına ve söylediklerine amansız muhalefet eden “iktidar”la uzlaşmadığı gibi, uzlaşma tekliflerine asla prim vermedi. Aslında, Said Nursî’nin mahallesinden onlarca Mavi Marmara kalktı ölüme doğru.

Bazen bir şehrin esnafı, bazen bir köyün safi kalp çiftçileri kamyonlara dolduruldu, “toplu idamlık”lar olarak aylarca haber alınmadıklara mahpuslara götürüldü. Yeryüzünün en uzak köşelerinde aşkla şevkle hizmet eden isimsiz kahramanların gönüllerini inşa eden satırları yazmak için kimseden izin almadığı gibi, fikirlerini asla saklamadı, duruşuna hiçbir şekilde ayar çekmeye kalkmadı. Çünkü bir zalime zalim olduğunu söylememek, zalime zulüm olurdu.

Küfür içinde olanlara, küfürlerine imanmış gibi göstermek, en başta imanı küçümsemeye gelirdi ve küfrün kara perdesini iyice kapatmak anlamına gelirdi. Böylesi bir merhametsizlikten Said Nursî uzaktır, onu izleyenler de uzaktır.

Bu gerçeği, Said Nursî’nin bir zamanlar anıldığı ünvanla anılan “Hocaefendi” de gayet iyi bilirler. Asıl “müsbet hareket”, göğüslerinde Kâbe kadar hürmeti hak eden imanı, Uhud Dağı’nca inkâr edilmez büyüklükte İslam’ı taşıyan kardeşlerin birbirlerini kolayca harcamayacak kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını bilmekle başlar.

IHH da Gülen Hareketi de ve görevdeki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de bu toprakların medeniyet mirasını hakkıyla temsil eden o kocaman gönlün cisimleşmiş hâlidir. Gerektiğinde IHH gönüllüsü gömleğini de giydim şerefle, sırası geldiğinde Nur Talebesi kardeşlerimin kıtlık ve imkansızlıklar içinde kurduğu irfan sofralarına sevinçle oturdum. Var mı itirazı olan?

  13.06.2010

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut