Dostluk Akla Olmasa Bile Sadra Şifadır

Mona İslam

STEVE LOPEZ, Los Angeles Times yazarıdır. Yaşamının tek iyi tarafı, mesleğinde başarılı oluşudur. Aynı gazetede çalışan karısı ile ayrılmış, oğlu ile neredeyse hiç görüşmez olmuştur. Başarısız bir eş, başarısız bir baba, başarılı bir gazeteci. Modern dünyada böylesi çok bulunur.

Steve bir gün meydanda Bethoven heykeli altında keman çalan bir adam görür. Kemanın telleri kopuktur. Adam buna rağmen kemanı harikulade çalmaktadır. Bir evsiz, bir akıl hastası. Los Angeles’da 90 bin evsizden yalnızca biri. Nathaniel.

Steve Nathaniel’i ilginç bulur. Onun hakkında gazetede bir yazı yazmak ister. Araştırır. Onun şehrin ünlü bir müzik okuluna bir süre devam edip yarıda bıraktığını öğrenir. Nathaniel okulu neden bırakmıştır? Orası ancak çok yetenekli insanların kabul edildiği bir okuldur. Steve Nathaniel’i adım adım takibe başlar.

Nathaniel’in usta olduğu enstrümanın çello olduğunu öğrenir. Bunu gazetede yazar. Nathaniel’e yaşlı bir bayandan bir çello hediye gelir. Steve çelloyu Nathaniel’e götürecektir, ancak bunu onun sokaklardan kurtulması için bir vesile kılmak ister. Evsizlere bakım ve sağlık hizmeti verilen bir kuruma gelmesi için onu ikna eder. Yine de Nathaniel’i sokakta yatmamaya ikna edemez. Bu sırada öğrenir ki o bir şizofrendir. İlaç almayı reddetmektedir.

Birini sizce iyi olan bir yaşama zorlayabilir misiniz? Hasta olanı ilaç almaya… Sokakta kalana ev bulma gayretiniz ne kadar zorlayıcı olabilir? Onu bir apartmanda yaşamanın sokakta yaşamaktan iyi olduğuna nasıl ikna edersiniz? İyi nedir, kime göre? Steve Nathaniel’le dost olur, onunla sokakta yatar. Onun ardında sokaklarda dolaşırken bir sürü evsizle ve onların öyküleriyle karşılaşır. Ses kayıt cihazını çıkarır ve biteviye kaydeder. Sefil görünen insanların hiç de sefil olmayan, hayli ilgi çekici öykülerini kaydeder. Bir yazı dizisi hazırlar, ödül bile alır. Ama onun aklı kendi hayatında değil Nathaniel’in hayatındadır. Benliğinizi eritip “ben değil sen” diyebiliyorsanız, iki insan arasındaki yolun yarısını katetmişsiniz demektir. Kalan yarısı ise ötekinin elinizi tutmasına bağlıdır.

Bu dostluktan kim daha fazla faydalanmıştır bilinmez. Steve bomboş yaşantısına küfretmekten vaz geçer. Etrafındaki insanlara yardım etmeye çalışır. Hayatında ilk kez başkalarını umursamaya başlar. Belki de başkalarını umursamamız için başkalarının hikayesinin bizimkinden daha ilginç olduğunu fark etmemiz gerekir. Bir fark yaratmak ister. Birilerini kurtarmak. Bu mümkün müdür?

Steve için Nathaniel’i ilginç kılan şey onun hiçbir şeyi Nathaniel’in müziği sevdiği gibi sevememiş olmasıdır. Bunu eski karısına da söyler, bu kadının onu yeniden bırakıp gitmesine sebep olur. Ancak mühim olan bir şeyi aşk derecesinde sevemeseniz de, sevene hürmet edebilmeyi, hayranlık duyabilmeyi, imrenebilmeyi becermektir. Steve hiçbir şeye aşık olmaz, ama aşık olana aşık olur.

Nathaniel’i çello için bir özel öğretmenden ders almaya ikna eder. Bunun için bir apartman dairesinde kalması gereklidir. Buna da ikna olur Nathaniel. Nathaniel Steve’i tanrısı yapmıştır. O ne derse yapar. Ancak birini ne kadar tanrısal konuma oturtursak oturtalım, bize ancak bizim izin verdiğimiz miktarda yardım edebilir. İnsanlar hata yapar, Steve de. O bir tanrı değildir. Bu hatası parça parça topladığı Nathaniel’in yeniden dağılmasına yol açar.

Eski karısı ona vazgeçmesini söyler. “Los Angeles’i düzeltemezsin.” Steve Los Angeles’i düzeltemez belki, belki de şehir zaten tam da olması gerektiği gibidir, kim bilir? Ancak dostunu düzeltebilir. Onu ilaç almaya ikna edemese de, apartmanda yaşatmayı beceremese de dostunu terk etmeyecektir. Bazen dostlarımızı bizce doğru olan bir şeye zorlamak değil, sadece onların yanında sevgimizle bulunmak yapılacak en doğru şeydir. “Benim dediğimi yapmıyorsan giderim” demek ne denli dostluğa sığar. Bilemiyorum.

Eskiden mahallelerde deliler varmış, ben onları hiç görmedim. Derler ki herkes onlara dostluk gösterir, çocuklar onlara takılır, ama onları oldukları gibi kabul ederlermiş. Herkesi “düzeltmek” de bir modern dönem hastalığı olsa gerek. Sakatlar, deliler, bize benzemeyenler, toplumsal koşullara uymayanlar, bizim iyi dediklerimize iyi, kötü dediklerimize kötü demeyenler, bize zarar vermeseler de ya düzeltmenin ya bir yere kapatmanın, en hafifi kınanma ve istihzanın nesnesi olurlar. Yaşam biçimlerimiz öyle kırılgan ki sorgulanmalarına izin vermiyoruz bile. Biliyoruz ki iskambil şatolar gibi dokunulsa yerle bir olacak dünyalarımız. Bunun yerine kağıttan evlere gerçek muamelesi yapıyoruz. Bu oyunu topluca oynuyoruz. Oyuncu sayısı arttıkça muhayyel dünyamıza imanımız biatımız pekişiyor. Ardından da biri gelir ve ellerimizle inşa ettiğimiz dünyamıza dokunmaya kalkar diye, oyunu bozabilme ihtimali taşıyan herkesi bu dünyadan dışlıyoruz. Oysa bu “dünya” gerçek mi onu bile bilmiyoruz.

Filmin sonunu anlatmayacağım elbette. Ancak size dostluğun pek çok ilaçtan iyi tesir verdiğini söyleyebilirim. Ancak dostluğu ötekinin sizin bulunduğunuz noktaya gelmesi olarak algılamıyorsanız elbette. Ortada bir yerlerde buluşmasını bilenler için dostluk şifadır. Hem belki hakikatin tamamı bizim tarafımızda da olmayabilir. Emin miyiz? Ben değilim.

Not: Filmin adı: The Soloist (Virüoz), bir Joe Wright filmi, Jamie Foxx ve Robert Downey Jr. oynuyorlar.

  13.03.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut