RİSALE SAYFALARI arasında dolaşırken aldığım en büyük derslerden biri, hakikatin çok vecihleri ve çok renkleri olduğudur. Risale-i Nur’un tamamını anlama noktasında en önemli risalelerden biri olarak “Yirmidördüncü Söz”ün ‘ikinci dal’ı, konuya ‘esma-i hüsna’yı merkeze alarak ontolojik bir açıklama getiren ‘birinci dal’ ile birlikte doğrudan bu vâkıaya tahsis edilmiş olması, bu meselenin Risale-i Nur müellifinin dünyasındaki önemini anlatmaya kâfidir. Risale-i Nur’un olmazsa olmazı olarak İhlas ve Uhuvvet Risaleleri ise, bu gerçeğin hayatlarımıza nasıl aktarılacağının, ‘birlik içindeki çokluk’tan istifade ile nasıl ‘çokluk içinde birlik’e kavuşacağımızın talimi niteliğindedir.
Bediüzzaman’ın insanın hem aklını hem yüreğini beraberce büyüten ve genişleten bu dersi, öte yandan, onun ısrarla belirttiği bir vâkıanın; Risale-i Nur’un ‘ism-i Hakîm ve Rahîm’e beraberce mazhariyetinin de teyidi hükmündedir.
Bediüzzaman’ın “Yirmidördüncü Söz” gibi bir eserde ontolojik bir temele dayandırıp, İhlas ve Uhuvvet Risalesi gibi eserlerle nasıl yaşanacağını öğrettiği ve Lâhikalara yansıyan pratik hayat tecrübeleri ile de bilfiil gösterdiği bu dersi ‘Nur Talebelerinin hayat-ı içtimaiyesi’ ile karşılaştırdığımda ise, bir hüzün sarmalının içine düştüğümü hissediyorum. Bu meselenin bu kadar derin, bu kadar geniş ama bu kadar açık ve bu kadar yaşanılır surette sunulmuş olmasına karşılık, muhakkak ki İhlas Risalesi’nde dile gelen “Fakat herkeste nefis bulunur...” hakikatince olsa gerek, ‘Nur Talebelerinin hayat-ı içtimaiyesi’nde bu dersin dört dörtlük bir temsiline ne yazık ki rastlanamıyor.
Bediüzzaman’ın ‘birlik içinde çokluk’u hakikatin çok vecihleri ve renkleriyle açıklamayarak mü’min kalblerin ‘ittihad’ına zemin hazırlamasına karşılık, ‘hakikat benim’ veya ‘hakikati bir tek biz biliriz’ diyen bazı ellerin onun Risale-i Nur’unu hakikati başka bir vechiyle tutup başka bir rengiyle tanımış olanlara karşı âdeta bir silah, bir dışlama ve bertaraf etme âleti gibi kullanmaya tevessül edebildiğini görüyoruz. Hakikati kendi vechinden ve renginden bilen bir anlayış, hakikatin başka vechini ve rengini bilenleri hakikat dairesinin dışında biliyor ne yazık ki.
Mü’min kalbleri buluşturmaya adanmış risaleleri, mü’minleri tokatlamak için kullanmak... Hatta, Risale-i Nur adına konuşturmak istediği kalemini, böyle bir ismin kendisi için yazdığı üzere, ‘hasımlarının ellerini olgun başaklar gibi biçen’ bir mevzide konuşlandırmak... Bazı ellerden çıkan sonuç bu maalesef.
Risale-i Nur’un kuşatıcılığı bu kadar açıkken, İhlas Risalesi gibi tabir yerindeyse bu kuşatıcılığın ve uhuvvetin ‘ilmini’ yazmış bir risaleyi dahi ayrışmanın, husumetin ve kendisi gibi düşünmeyeni saffın dışına itmenin sebebi kılabilen bu kahrolası anlayış beni ziyadesiyle kahrediyor.
Halbuki, bırakalım bizim gibi düşünmeyen ehl-i Risale’den öte bizim gibi bakmayan mü’minleri; Risale-i Nur müellifinin yazdığı eserin mülhidlere karşı dahi dahi ‘tokat gibi’ kullanılmasına izni ve rızası olmadığını, onun bir mektubundan anlıyoruz. Bu mektubundaki, zihinlerimize ve yüreklerimize yer etmesi gereken, ama ne yazık ki pek de öne çıkıp hafızalara nakşolmamış satırlardan.
İlgili lâhika mektubunda, önce şunları söylüyor Bediüzzaman:
“... Yani, çocuklar gibi, dövüştükleri vakit, Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risale-i Nur, böyle muannit hasımlara karşı siper istimal edilmemeli.” |
Kendi konumunu veya görüşünü Risale-i Nur’u siper ederek savunmaya çalışma gibi bir tutumu yol edinenleri, üstelik bunu ‘muannit hasımlara karşı’ bile değil, kendi iman kardeşine karşı yapanları kesin bir vicdan muhasebesine çağırması gereken bu satırların ardından, zihinlere muhakkak nakşolması gereken şu sözleri söylüyor Bediüzzaman:
“Evet, Risale-i Nur’a ilişenler tokatlar yerler; yüzer vukuat şahittir. Fakat Risale-i Nur, tokatlarda istimal edilmez.. ve niyet ve kast ile tokatlar gelmez. Çünki: sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubudiyete münafidir. Bizler, bizlere zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur’da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz.” |
Mesnevî-i Nuriye’deki ‘niyete niyet’ bahsini de zihninin yedeğine alarak okunması gereken bu kısacık paragraf, irdelersek, en başta, “Risale-i Nur’u tokatlarda istimal edilmez” kesin hükmüyle, Risale-i Nur’u, onun bir risalesini, bir hakikatini, bir cümlesini ‘tokat için’ veya ‘tokat gibi’ kullanmanın yolunu açık ve kesin bir surette kesiyor. Bediüzzaman, ‘Risale-i Nur’a ilişenler’e ve ‘bizlere zulmedenler’e karşı dahi Risale-i Nur’un ‘tokatlarda’ istimaline böyle tavır koyarken aynı risaleleri iman kardeşlerine karşı tokat niyetine kullanmanın çirkinliği ve yanlışlığı aşikar surette görülüyor.
İkincisi, Risale-i Nur’un, ona ilişenlere ve onun talebelerine zulmedenlere karşı ‘tokat gibi’ işgörmesini niyet ve kasd etmeyi, ‘sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubudiyet’e ters görüyor Bediüzzaman.
Paragrafın tamamından anlıyoruz ki; Risale-i Nur’a ilişenler tokatlar yerler. Ama bu tokatları atan Nur Talebeleri değildir, ‘bizi himaye eden ve Risale-i Nur’da istihdam eden Rabbimiz’dir. Nur Talebeleri, Risale-i Nur’u ona ilişenleri tokatlamak için kullanamadıkları gibi, onlara tokat gelmesini kasd ve niyet de etmezler; “Yâ Rabbi, bizim için ona tokat vur” gibi bir yaklaşım, Bediüzzaman’a göre, ‘sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubudiyet’e münafidir. Risale-i Nur’a ilişenlere tokat gelse bile, bu Nur Talebeleri onlara tokat gelmesini kasd ve niyet ettikleri için değil, Cenab-ı Hak öyle murad ettiği içindir. Risale-i Nur Talebelerine düşen, “Risale-i Nur’a ilişenler tokatlar yerler” vâkıasına mukabil “Risale-i Nur tokatlarda istimal edilmez” sırrını yüreğine yerleştirmek; bir ilişme ve zulüm sözkonusu ise, dergâh-ı ilâhîye durumu arzetmektir. Allah dilerse mühlet verir, dilerse tokat vurur, dilerse hidayet nasip eder.
Bediüzzaman’ın ‘Risale-i Nur’a ilişenler’ ve Risale-i Nur’un müellifine ve talebelerine ‘zulmedenler’ için dahi “Risale-i Nur, tokatlarda istimal edilmez” kaydını unutmamak üzere hâfızamızın müstesna bir köşesine koyalım; ve hemen sonra elimizi vicdanımıza koyup şunu soralım: Müellifi Risale-i Nur’un ona ‘ilişenlere’ karşı dahi ‘tokat için’ ve ‘tokat gibi’ istimaline izin vermezken, Risale-i Nur’u Risale-i Nur’un bir noktada bizim gibi düşünmeyen veya hareket etmeyen başkaca talebelerine karşı tokat gibi kullanmak neyin nesidir?
Kardeşini Risale’yle tokatlamayı ‘hizmetkârlık’ bilenlerden istirhamımdır: Ellerini vicdanlarına, ilgili bahsi ise hafızalarına koyup bu soruyu muhakkak sorsunlar...