Osmanoğullarının sürgünü

Nuriye Çakmak

SÜRGÜN SÜREKLİ birşeydir evet. Sürenlerin bile hayal ettiğinden, beklediğinden uzun bir yoldur sürgün yolu ve en bitmez yolculuktur sürgün yolculuğu.

Hafızasını kaybeden insan toplulukları, kendilerini de bırakmışlardır koparıldıkları yerlerde. İzleri haince silinse bile, madde ellerinin ulaşamayacağı bir ruh kalmıştır elbet, isteksiz yolculardan geriye.

Sürgün asırlar üstü birşeydir. Asırların silemediği izler bırakmıştır, ki tarih boyunca hep ah'la anılmıştır. Yitirilmiş ne varsa, sürgün yolunda aranmalıdır.

Fakat bazen siz arama eğiliminde olmadan da duyumsarsınız bir sürgün ahını, fark etmezsiniz, hüznünüze siner. Zira bir İstanbul sokağından geçmek ve sürgünü hissetmemek mümkün müdür?

Hiç değil.

Her köşeden çok denklemli ve her açısı acı dolu bir bilinmez çıkıyor bu şehirde karşıma. Çözmeye yeltenmeye dahi mecal bırakmayan İstanbul ihanetleri arasından yürüyerek ulaşırsam bir ecdad yadigarına ve dayarsam sırtımı asırlık mirasa, nefes alan ruhumla ancak dayanırım bir güne daha uyanmaya.

Yedi iklime bahar taşıyan gül hamalıdır Osmanlı. Onunla şereflenir asırları toprak parçalarının. Hâlâ onun iziyle tanınır öterlerce uzaktaki “Osmanlıdaş”larımız.. Ne silinmez izler bırakmışlardır deriz, deriz de izlerin devamının nasıl silindiğini hiç bilmeyiz.

Arnavutkaldırımlı bir sokaktan geçerken, bir minare silüeti süslerken belki gökyüzünün bile çok sevdiği o manzarayı, gözümün nuru camilerinden hangisine gideyim bilemezken, ruhumu yanıma alır ve çökerim bir kuytuya.

Bir eski İstanbul sabahı düşlerim, kimbilir belki tebdil-i kıyafet bir şahane geçer, bir alim geçer medreseler deryasından süzülüp, öğrencilerinin küçük ayak sesleri ilişir belki kulağıma. Birbirine selam veren esnafın.. güne uyanışının uğultusuyla serinlerim bir çam altında. Çarşılar, camiler, bahçeler.

İstanbul güzel, hem de çok. Ama İstanbul’u İstanbul yapan Osmanlı değil midir? Şimdi hâlâ Osmanlıdan kalabilmiş bir İstanbulsa sadece elimizde kalan, kimse sormaz mı nerde bu Osmanoğulları? Hani İstanbul’un bekçi sevdalıları.

Bu yozlaşma, bu sokaklar dolusu ihanet ve çirkinlik. Göğe mi çekildi Osmanlının insan mirası?

Dünya dillerini anadili gibi bilen, mutlaka bir ince sanatla iştigal eden, sanatçı ruhlu ve ruhu sanatçı, insan olma sanatı ustası Osmanlının oğulları, yüzyıllarca üzerinde dünyaya hükmettiği öz toprağından gerçekten sürüldü.. Sözde Osmanoğulları’nı almadılar yeni kurdukları ülkeye. Nereye kurmuşlardı bu ülkeyi, insanları başka yerden taşıyıp yeni topraklar mı bulmuşlardı? Sormaya ne hacet, sadece ve sadece ihanet.

İlahi bir cezaydı, eminim; son Osmanoğulları sessizce ayrıldı bu diyardan. Bu ismi de onlar vermişti ya, soyadı kanunuyla. Soylarının adını onlar koyuyordu, tarihin adıyla oynuyorlardı. Osmanlı yoktu, oğulları da işte gidiyordu.

Onların çıktığı kapıdan çirkinlik girdi, yobazlık, ihanet girdi. Güzellik kendini kaybettiğinden olacak, incelik inceldiği yerden koptu ve bir inci gerdanlık gibi İstanbul sokaklarına dağıldı. Birkaç sevdalı buldu da onları, İstanbul’da biraz İstanbul kaldı.

O çarşılarda dolaşanlardan, medreselerde eğitim alanlardan, Osmanlıya şahitlik yapanlardan hiçbiri mi kalmadı bu sürgünde? Bu nasıl bir sürgündür ki, bir şehri sürdü peşinde. Dünyanın en güzel şehrini hem de.

Öyle olmasa böyle bozulur muydu İstanbul sokakları. Bir millet böyle bir değişime nasıl uğrardı? O dedelerin torunları bunlar mı? Hayır, bu sürgünde tüm Osmanlının sürüldüğünü varsaymak daha mantıklı, daha dayanılabilir.

Osmanoğullarını sürdüklerinden beri, bu şehre ruh bulmakta zorlandık. Belki asırlık bir cami avlusuna, belki binbir işli bir mezar taşına kazıdılar ruhlarını, bir yıkık çeşmenin üzerindeki mısralarda akıttılar. İstanbul ruhu Osmanlıdan kalabilen köşelerde saklandı. Ve onu aramayı hüner bildik kendimize. Bulmak, bu şehirde nefes almanın ödülü oldu.

Sokaklar cinnet geçirse de her gün ve hiç hak etmeyen adımları taşısa da İstanbul’un dertli kaldırımları, Osmanlının hatırınadır hâlâ kıyamete koşmayışı.

Ey millet, Osmanoğulları İstanbul’dan sessizce sürüldü. O gün bugün, İstanbul sürgündü. Bir sürgün şehrinde, tarihe sarılarak uyuyan kimsesiz çocuklardık bizse. İstanbul’un kaldırımlarını yorgan yaptık yalnızlığımıza ve boğazdan her geçişimizde bir damla kattık yaşımızdan, kurumasın diye ab-ı hayatımız.

Az dalgalansa deryamız, derdini sorardık, efkarını dinlerdik sahil saatleri boyunca. Bir asırlık sokak sonunda, ecdadı ziyarete gider, Fatiha’sız Fatih torunları için özür dilerdik, utanarak.

Biz sürgün çocuklarıyız, hiç büyümedik. İstanbul sürüldüğünden beri bekledik, neyi beklediğimizi bilmeden. Bunca kirlilikten sonra, döner mi İstanbul’a Osmanoğullarının İstanbullaşmış ruhları, ahları tuttu belki, ayrılırken burada bıraktıkları.

Bekleyecektik mecbur, zamansız bir zamanda açılınca zaman sayfaları, görmek için İstanbul’un fatihini bir aydınlık İstanbul sabahı.

Yıllarca İstanbul’u diledik Allah’tan, tam da içindeyken. Ve dileyecektik, son günümüz bitmeden.

Bize biraz İstanbul ver Rabbimiz, İslam’ın bol olduğu, medeniyetlere beşik, ilme rahle, sanata ruh, ruhlara neşe, güzelliklere incelik hediye eden, buram buram sahabe ruhu, ecdadın âlemlerin sevgilisine aşkıyla dolu izlerinden ver bize yeniden.

Osmanoğullarının bitmez sürgünü bitmeden.

Lütfen.

  09.08.2009

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut