BİR KAVANOZ ŞEKER AÇILSA DA YENSE

Mona İslam

“Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler arasında nice cennet bahçeleri var: Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. İş, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilmek-tir.”

BÖYLE DEMİŞ Faruk Yücel. Normalde bu sözü söyleyene maşallah denir, ancak bunu söyleyen on dört aydır kanserle boğuşan biri ise bin maşallah ve barekallah demek lazım…

Ben Faruk’la bir zaman evvel bir arkadaşımızın evinde tanıştım. Yeni evliydi ve çiçeği burnunda çift o zamana dek tek tek katıldıkları bekar evi sohbetlerine, arkadaş ziyaretlerine yeni yeni birlikte ve evli arkadaşlarını ziyaret ederek katılmaya alışıyorlardı. Biz oradaydık, ev sahibimiz İsmail ve eşi, ve kadim arkadaşlarımız Yusuf Armağan ve eşi de orada bulunuyorlardı. Çok sıcak, neşeli, güler yüzlü, esprili bir adamdı Faruk. Bizim çocuklara davranışları da çok açık belli ediyordu ki çocukları çok seviyordu. Ömerli’de çalıştığı günlerdi, göl kıyısında yaptığı okumaları, yazdığı yazıları anlatırdı. Sıkılıyordu orada; onun gibi cevval bir karakter tek başına bir odada, günde birkaç kişinin bile uğramadığı bir mekanda çalışmaya dayanamamıştı, sonunda ayrıldı.

Bizi evlerine davet etmişlerdi, eşimle şöyle konuştuğumuzu hatırlıyorum, “daha yeni evliler, biraz eskisinler gideriz, ikisi de çok tatlı insanlar.” Biz eskimelerini beklerken onlar büyük bir darbe ile savruldular, sadece birkaç aylık evliydiler, Faruk kansermiş hepimiz öğrendik.

İnsanın hiç inanası gelmiyor. Benden 7 yaş küçüktü mesela, yeni evliydi mesela, daha çocuğu bile olmamıştı, buna hiç zamanları olmamıştı ki, hayat doluydu mesela, hiç utanmadan söylüyorum ki çok yakışıklıydı mesela, ona ölüm nasıl değdi? Bugün öğlen kılınan onun cenazesi mi, şu çıtı pıtı kızın mı kocası ölmüş ardından ağlıyor, bu kadar yoğun acı, bu kadar dar zamanda, üst üste nasıl taşındı. “O kadar olacak şey değil” diyor insanın yüreği, ben kendi nasibime ilk kez ailemden olmayan birine bu kadar ağladım.

Yazmayı bırakmadı, belki hayata kalemi ile tutunuyordu Faruk, “kaç tane kelime kullanabilirim derdimi yazmaya ama daha çok küfrederim sanırsın, hatta daha neler sanırsın mesela…” diyordu. Kelimelere bir cankurtaran simidi gibi ihtiyacı vardı. Ama kelimeler kalbinden çıkacakken oyunbozanlık edip nefsine uğrarlar diye kaygısı vardı. “Depresif şeyler yazmak istemiyorum Tarık abi” diyordu eşime. Hayatın bu kadar zirvede olduğu bir yaşta başa gelenle hiç kolay değildi kelimeleri nefse uğratmadan ağızdan çıkarmak. Kelimler ilaçtı, kelimeler zehirdi. Onun ilaçları zaten zehirdi…

Hayata şöyle bakıyordu bir süredir. “KAVANOZUN İÇİ ŞEKER, TADI GÜZEL BİR SÜRÜ ŞEKER, KAPAĞI AÇILSA DA YENSE, BİR SÜRÜ ŞEKER, NE KÖTÜ..” Arzular ve yaşanmak istenenler daha güzel anlatılabilir miydi? Faruk yaşamak istiyordu…

Kulaç atıyordu dalgalı bir denizde, bir kulaç daha atsa karaya çıkacaktı, biliyordu, umudunu yitirmiyordu. Karaya çıkışı böyle oldu, hep şükretti, Allah ona istediği patikayı açtı, dilerim o patikanın sonunda cennete yürüyordur bu genç ve yağız delikanlı. Allah eşine ana babasına tüm arkadaşlarına sabır versin. Dilerim aradığı şekerler bir Hansel ve Gretel masalında olduğu gibi kocaman bir şekerden evle karşısına çıkar. Ve onu yine şükrederken işitiriz, “Ben bir kavanoz şeker istiyordum, Allah bana bir şekerden ev verdi…” diye.

Faruk Yücel şimdi çok sevdiği ve emek verdiği Gerçek Hayat’a yürüdü…

  09.06.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut