Narsist kentin yanan çocuğu

Ömür Öztürk*

ESKİ BİR İstanbul gerçeği... Zenon, oğlu II. Leon'u öldürtüp tahta oturdu. 491 yılında Zenon'un rahatsızlanıp komaya girmesi üzerine öldüğü ilan edildi. Canlı canlı bir taş lahit içine kapatıldı. Zenon'un bir süre sonra kendine geldiği, bağırıp çırpınarak öldüğü anlatılıyor.

Bizans’ta yaşanan bu tür olaylar "Bizans entrikaları" olarak siyasal litaratüre geçiyor.

Ve entrikanın o çarpıcı örneğini anımsatan yeni İstanbul gerçeği... Canlı canlı bir taş lahit içine kapatılmış, bir süre sonra kendine gelip bağırıp çağıran, hayatta olduğunu etrafa kanıtlamaya, böylelikle kurtulmaya çalışan birileri yok artık. Ama şehirde, belki de kökünü o entrikalardan alan inanılmaz bir narsizm rüzgarı var... İnanılmaz bir yok sayma eğilimi var. Karşı konulması güç bir yalnızlaştırma eylemi var. Canlı canlı taş lahite mahkum edilmiş birileri yok. Ama bu şehirde Zenon’un halini hiç aratmayacak kadar derdi paylaşılmamış, hayatı kaale alınmamış, umuduna el uzatılmamış insan var.

“Gözümün önünde bir çocuk yanarak öldü...” Bu tür bir cümle dünyanın neresinde duyulursa duyulsun, hangi lisanla söylenirse söylensin ıslak bir hüzün tattırır insana. Sonsuz bir acıdır bu ve herkes kendi payına düşen kesitini yaşar.

Bir yıl önce Gümüşpala Mahallesinde bir çocuk, öğle saatlerinde, araba hurdalarının arasında gezindi. Araba hurdalarından birisinin içerisine girdi ve kapıyı kapattı. Araba aniden tutuşmaya başladı ve çocuk kapıyı açamadı.

Bundan bir yıl önce Gümüşpala Mahallesinde bir baba, baktığı yerin, oğlunun bu dünyada son kez dokunduğu yer olduğunu bilemeden seyrediyordu yanan aracı... Gümüşpala’nın kalabalık yerlerinden biriydi aracın tutuştuğu yer. Bir aracın gözler önünde tutuşması bu kente aykırı gelmedi. Bu yüzden o sonsuz acıyı biri alıp bir diğerine verecek hep. Biri payına düşen kesitini bitiremeden, düşürmeye çalışacak bir diğerinin içine.

Bu şehirde umuduna el uzatılmamış insanlar ve yanan araçları balkonlarından seyreden insanlar yüz yüze bakamazlar bir türlü. Bilinmelidir... Hep bilinmelidir. Taştan bir lahitin içinde sıkışıp kalırsa biri, yumruğunu masaya vurup, “Bana yardım edin, size ihtiyacım var” demelidir. Bağırmalı, yalvarmalı, ağlamalı, yardım kaynağını övebilmelidir en azından. Teşekkürün en alasını etmelidir. Giderken arkasına da bakmalıdır üstelik. Dönüp dönüp bakmalıdır. Dönüp dönüp bakmalıdır... Taştan bir lahitin içinde hissederse biri kendisini, en azından kendinden utanmalıdır. Bu şehirden, sanayiden, makinalardan, şirketlerden, dosyalardan, kendisinin yerine birilerinin belirlediği tercihlerinden utanmalıdır. Taş lahitin içinde bulursa birisi kendisini, bu şehrin en amansız saatlerinin acemiliğinden bilmelidir keskin sızısını.

Taş lahitin içinden artık hiç çıkamayacağını çözen biri, yaşadığı o garip sessizliğin, herkesin onu görmesiyle yakıcı bir öfkeye dönüştüğünü bilmelidir. Herkesin onu gördüğünü bilmelidir. İyi bilmelidir. Yalvaramamak, birilerine göre, bu şehrin en büyük talihsizliklerinden biridir, en büyük kabiliyetsizliklerden biridir.

Durmadan bedenine çalışanlar, bedenine bakanlar, bedenine tapanlar, ondan arzu komutları bekleyenler, bir çocuk yanarken, biri sıkışmışken taş lahitin içerisine, yok sayarlar, aykırı bulmazlar, o etten oluşan bedenleriyle yürür geçerler... Bizlerse, adamsak eğer, o cümleyi alır, içimizi yakmasın diye birbirimize verir, ağlarız. O cümleyi birbirimizin yüreğine düşürür ağlarız: Narsist kentin yanan çocuğu... Narsist kentin içimizi yakan çocuğu... Narsist kentin içimizi alan çocuğu, diyerek...

  28.01.2009

© 2021 karakalem.net, Ömür Öztürk



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut