… other than us *

Fatih Kolbay*

ORHUN’UN O gün onlara yaşattığı sevinç gibi bir duygu seli yaşanmadı bu evde daha önce, hem de hiç yaşanmadı. Annesinin, ablasının ve babannesinin gözleri dolmuştu mutluluktan. Babası işten henüz dönmemişti. Tüm aile mutluluk ötesi bir gurur yaşıyordu sanki. O akşam, Orhun’un, Ankara’dan yurtdışı devlet bursu kazandığını, ABD’de doktora yapabileleceğini öğrendiği günkü sevinci daha uzun yıllar hafızalardaki yerini koruyacaktı belli ki. Babası da daha kapıdan girer girmez anlamıştı herkeste bir fevkaladelik olduğunu. Orhun fizik bölümü mezunuydu. Ankara’da fakültesini dereceyle bitirmiş, İstanbul’daki yüksek lisansını teorik astrofizik alanında yapmayı yeğlemişti. Üstelik bu zorlu dönemi de, öngörülen sürenin hemen hemen yarısı kadar bir zamanda jet hızıyla tamamlamıştı.

Yeni kıyafetler alındı Orhun’a, götüreceği eşyalar özenle tek tek tespit edildi, valizleri titizlikle hazırlandı. Daha önce ABD’ye gitmiş birkaç eşe dosta haber salındı. Batı Virginia’nın iklimi bile soruldu. Çünkü annesi Nuriye Hanım naftalin kokulu yüklükleri açıp çoktan kışlıkları çıkarmıştı. Ne kadar da tedbirliydi şu anneler. Ama bu vesileyle yıllardır yüzünün simgesi haline gelmiş olan o melankolik hüzün dağılmıştı. Her zaman çocuklarını onlardan daha fazla düşündüğünü söylemeye bilmem gerek var mıydı?

Orhun’u Amerika’ya yolcu etmek için adeta küçük bir kafile geldi Atatürk Havalimanı dış hatlar terminaline. Uçak kalkıncaya kadar sürekli birbirleriyle laflayan o kalabalık içinde, ne zamandır ortalıkta olmayan uzak akrabaları bile görmek mümkündü. Kimse belli etmemeye çalışıyordu ama, herkeste inanılmaz bir heyecan vardı. Oğluna tekrar tekrar Ayet-el Kürsi okumaktan Nuriye Hanım’ın dudakları kurumuştu. Ahbaplar, akrabalar son bir telaşla vatan millet devlet edebiyatına hız vermişlerdi. Orhun’un gurbet ellerde memleketini en iyi şekilde temsil edeceğinden kimsenin kuşkusu yoktu. Herkes birbirine, Orhun’un, zamanı gelince ülkesine dönüp, orada öğrendikleriyle kendi insanına ne gibi faydalı hizmetler verebileceğini anlatıyordu. Zavallı, heyecanından bunları dinleyecek durumda mıydı, onunla ilgilenen yoktu.

Orhun ABD’ye gittikten sonra evini sık sık aradı. Sağolsun hiç habersiz bırakmadı ailesini ve sevenlerini. Memleketinde Orhun’u tanıyan konu-komşu ahbap herkes onu soruyor, başarısı için dua ediyordu. Eski arkadaşları da onunla gurur duyduklarını söylüyorlardı.

Bulunduğu fakültede zekası ve çalışkanlığıyla çarçabuk hocalarının gözüne giren Orhun’un, üniversitesinde hızlı bir şekilde parlaması ve çalıştığı alanda dünyaya adını duyurması, hiç kimse için sürpriz olmadı. Soğuk füzyon sahasında elde edilen sonuçları yeniden formulize ederek, yarı iletkenleri süper iletkenlere dönüştürmek için kullanması inanılmaz bir buluştu. Bu yeni gelişme, dolaylı olarak, tamamen farklı bir alan olan fiberoptik teknolojisinin de önünü açmıştı. Orhun’un ismi ve başarıları, arada sırada ulusal basında da, çıkıyor, ve babasıyla annesinin gözlerindeki parıltıyı, görülmeye değer bir kıvanca dönüştürüyordu. Bir keresinde, bir Pazar sabahı erkenden teyzeleri aradı Konya’dan. Heyecandan titreyen sesiyle “Okudunuz mu, ‘Batıda gelecek vadeden akademisyenler’ haberinde, en başta yine Orhun’un adı geçiyor, yahu siz henüz kalkmadınız mı yoksa” diye serzenişte bulunuyordu kız kardeşine.

Orhun gittikten iki buçuk sene kadar sonra Temmuz ayı başında izne geldi. Herhalde izin meselesi ani oldu. Çünkü Orhun evi aradığında, “Uçağa binmeme dört saat kadar var” diyerek haber vermişti geleceğini. Hem şaşırmış, hem de çok sevinmişlerdi. Böyle bir sürpriz beklemiyorlardı kuşkusuz. Ama o kısa süre bile, bitmek bilmedi ev ahalisine.

Annesi, bakışlarıyla çocuklarının adeta röntgenini çekip analiz eden bir kadındı. Ters giden en ufak bir şey varsa, konuşmalarından, ses tonlarından, beden dilllerinden çıkartırdı mutlaka. Onun yanında ondan bir şey saklamak mümkün değildi.

- Orhun oğlum, bir sorun mu var , herşey yolunda diyorsun ama, biraz tadın kaçmış gibi. Bak, doğru söyle, ben anayım anlarım.

- Anacığım oradaki hocalarım oraya yerleşmemi, yani artık sürekli orada kalmamı istiyorlar. Senin anlayacağın o ülkeye hizmet etmemi istiyorlar. Ben giderken bunu planlamamıştım. Şimdi ise şaşkınım.

- Nasip oğlum, sen önce alnının akıyla tezini tamamla, doktoranı bitir, sonrasını o zaman düşünürsün.

- Güzel anacığım, doktoramı bitirmem için daha iki sene var. Bu süre içinde bunları düşünecek çok zamanım olacak. Kabul edersem maddi anlamda hiçbir sıkıntım kalmayacağına da söz veriyorlar.

- O halde neden böyle durgunsun, buradaki tatilini böyle asık suratla mı geçireceksin, haydi gülümse biraz artık. Bunca zaman sonra yüzünü gördüğümüze pişman olmayalım.

- Anacığım beni düşündüren mesele başka. Esas canımı sıkan, buradan giderken verdiğim sözler. Yani, ülkeme, milletime, devletime verdiğim sözler, hatta resmiyette kontratım bile var. Bu ülkenin imkanlarıyla beni oralara, birşeyler öğrenmeye gönderen bakanlık, zamanında dönmemem halinde yüklü bir tazminat ödememi öngörüyor. Ben o günkü burs haberinin heyecanıyla, gitmeden hemen önce, hiç düşünmeden her türlü şartın altına imza atmıştım. Çünkü döneceğimden emindim. Orada sürekli kalma ihtimali aklımın ucundan bile geçmemişti.

- Oğlum herşeyde bir hayır vardır. Sıkma canını, nasip, bakalım Mevla neyler neylerse güzel eyler. Sen bizi değil geleceğini düşün. Seni ben doğurdum, bilirim, sonunda en doğru kararı vereceğine inanıyorum.

Sayılı günler çabuk geçer misali Orhun da, izinini tamamladı ve tüm ailenin hasret dolu bakışlarını ardında değerli bir hazine gibi bırakarak çıktı evlerinin kapısından. Bu kez, kendisini yolcu etmek için, hiç kimsenin havalanına gelmesini istemedi. Kafa karışıklığı düzelmiş değildi. Dönüşte kendini bekleyen muammayı aşmak için ne yapması gerektiğini bilemez haldeydi.

Laboratuardaki ofisinin telefonunu arayan dekanlık sekreteri, Orhun’a bölüm başkanı Prof. Ephraim McCohen’in onu odasına çağırdığını söyledi. Kısa bir tereddüt geçirdi, Orhun. Asistanlarının araştırmalarını daima yerinde takip eden, yaptıkları her deneyi bizzat denetleyen hocasının, onunla her zamanki gibi, laboratuarda değil de, odasında konuşmak istemesine anlam verememişti.

- Orhun, seninle daha önce de ayaküstü konuşmuştuk ama, artık şu meseleyi ciddi olarak resmiyete dökelim diyorum. Çalışmandan çok memnun olduğumuzu biliyorsun. Hem başta ben, hem de bölümdeki diğer hocalar senin burada kalmanı istiyorlar, dün bunu bana açıkça ifade ettiler. Senin doktoranın bitimine şunun şurasında birkaç ay kaldı. Dönüş günün yaklaştıkça arkadaşların endişesi artıyor. Aniden ‘ben artık gidiyorum, hoşçakalın‘ demenden korkuyorlar. Yeni projelerimiz var. Bu işler sensiz olmaz. Ne diyorsun, kalır mısın? İstersen biraz düşün ama çok uzamasın.

- Hocam teklifiniz ve bana güvenmeniz gurur verici, ama ben buraya devlet bursuyla geldim. Doktora bitiminde dönmezsem yüklü bir tazminatım var.

- Sen para meselesine kafayı takma.

- Nasıl takmam hocam, az uz bir miktar değil ki.

- Orhun, Orhun, sen bizi hala tanıyamadın galiba, bizim için, çok para diye bir şey yoktur.

- Ephraim Hocam size saygım var, ama ne demek şimdi bu.

- Tazminatı biz hallederiz, demek.

- Nasıl olacak o iş?

- Sen evet dediğin anda, üniversitemizin mütevelli heyeti başkanını arayacağım ve sana kefil olduğumu söyleyeceğim, o kadar. Orhun, anlayamadıysan tekrar edeyim, bizim için çok para diye bir şey yoktur.

Hayırsever Musevi işadamı Aaron Shamiyr yıllardır Amerika’da vergi rekortmenleri listesinin üst sıralarından inmemiş biriydi. Ellisinden sonra hayır işlerine ağırlık verdiğini de bilmeyen yoktu. Aynı zamanda üniversitenin mütevelli heyeti başkanıydı. Finans piyasalarında para derdi olmayan neredeyse yegane işadamı oydu. Profesör Ephraim McCohen ve ekibi gibi birçok yüksek akademisyen grubunu maddeten destekliyordu.

Bu nedenle olsa gerek, ar-ge çalışmalarında görev alan öğretim üyeleri mali kaynak sorunu çekmiyorlardı. Aaron Shamiyr’in yanısıra, bu tür bilimsel araştırmaların sponsoru olmaya can atan, isim yapmış bir düzine firma, yardımlarının kabul edilmesi için sıra bekliyordu. Neden bu kadar istekliydiler, açıkçası kimse bilmiyordu.

Orhun, o zamana kadar sadece bir kez, bir toplantıda konuşma yaparken gördüğü mütevelli heyeti başkanıyla bir gün tanışmak zorunda kalacağını elbette tahmin edemezdi. Ama artık, hem bir nezaket, hem de prosedür gereği, yüzyüze görüşmeleri bir zorunluluk halini almıştı.

Karşısındakine biraz tepeden bakan ve bu tavrını gizlemeye gerek görmeyen Bay Shamiyr parmağıyla koltuğu göstererek ‘otur’ işareti yaptı.

-Evlat, herbiri değerli birer bilimadamı olan hocalarının tamamı senin burada devam etmeni istiyor. Biz de seninle hemşehri sayılırız, ne de olsa komşu toprakların insanlarıyız. Kudüs’le Ankara arası ne ki, bir kuş uçuşu. Biraz önce rektörlüğün muhasebe müdürüne kesin ödeme talimatını gönderdim.Yarın sabah ilk işimiz, ülkene tazminatını ödemek olacak. Bu sorun kafanı meşgul etmesin. Artık şunu bilesin ki, kimseye hiçbir borcun yok, tabii, bizden başka.

Orhun başkanın makam odasından çıktıktan sonra kendini bir garip hissetti. Nedenini çözemediği bir eziklik çökmüştü içine. O kelimeler kulaklarında çınlamaya başladı ve giderek yoğunlaşan bir uğultuya dönüştü. O sözlerin beynini kemirmesine, bir türlü engel olamıyordu.

"bizden başkasına…. bizden başkasına…… bizden başkasına…….bizden başka………. bizden……..”

Başkan bu son cümleyi söylerken bir miktar kısmıştı gözlerini. Çenesini yavaşça yukarı kaldırarak, bakışlarını da kaçırmıştı Orhun’dan. O anda dudaklarında, onurlu bir muhatabı rahatsız edebilecek hafif bir tebessüm belirdi. Tavrındaki inanılmaz değişimi farketmemek imkansızdı. Orhun’un kendisini tam olarak anladığından emin olmak ister gibi, son cümlesini, kelimelerinin üstüne basa basa tekrar etmişti.

Artık bizden başka hiç kimseye borcun yok.

“You are no longer indebted to anyone, other than us.”

“Artık--bizden başka--hiç kimseye borcun yok.”


Not-1: Başlık : * …………bizden başkası(na)

Not-2: Bu hikaye tamamiyle yaşanmış bir olaydan alınmıştır. İsimler farklıdır.

  30.12.2008

© 2021 karakalem.net, Fatih Kolbay



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut