*Bu sayfa, gündelik hayatın içinde yüzyüze geldiğimiz, bir ders ve ibret boyutu taşıyan olayları paylaşmak üzere tasarlanmıştır.

 Bir Rüya

ŞU ANDA iş yerindeyim ve odamda oturuyorum. Fonda Emma Shapplin’in harikulade sesini dinliyorum. Şarkılar beni çocukluğuma, Almanya’da geçirdiğim o güzel günlere götürüyor. Orada doğdum ve on üç yaşıma kadar annem, babam ve kız kardeşlerimle huzurlu bir şekilde yaşadım. Hayatımda bana okulu sevdiren ve öğrencileriyle gerçekten ilgilenen öğretmenler, atletizm müsabakaları, hepsi farklı ırklardan olmasına rağmen güzel arkadaşlıklar vardı. En büyük kaygılarım “acaba yarınki müsabakada derecem ne olacak” şeklindeydi. Düzenli sürdürülen bir hayatın yanında Türkiye’nin tatil beldelerinde geçirilen yaz tatilleri vardı bir de. Ne kadar eğlenceli geçiyordu her seferinde. Turumuz Alanya’dan başlardı, kıyıdaki birçok yere uğrayıp İstanbul’da son bulurdu yolculuk. Burada da bir iki hafta kaldıktan sonra yine Almanya’ ya dönerdik. Türkiye’yi gerçekten çok sevmiştik. Bir gün “dönelim mi” sorusu geldi ve hiç düşünmeden “evet” demiştik hepimiz. Bu cevap bir hata mıydı? Doğrusunu söylemek gerekirse, hala bilmiyorum.

İstanbul’a dönüşümüzle birlikte, gerçek hayatla karşı karşıya kalmıştım. O tatil beldelerindeki şirinliklerden eser yoktu kocaman İstanbul’da. Kendi ayaklarımın üstünde durmak zorundaydım artık. Ne kadar da zordu.. Yeni bir ülke, yeni bir kültür, yeni bir dil... Kısacası, genç bir kızın kendini kolayca kaybolmuş hissedebileceği yeni bir dünya. Cehennem gibi gelmişti bana okuldaki ilk gün. Sınıfta tamamen yabancıydım. Hiç kimse yardım elini uzatmıyordu. Hatta, bazı öğretmenlerim “nasıl olsa Türkçe bilmiyor, ne yazabilir ki?” şeklinde bir zihniyetle sınav kağıtlarımı okumadan düşük notlar veriyordu. Tükenmiştim ve hiçbir çıkış yolu göremiyordum. “Neden ben?” diye soruyordum kendime fakat bir türlü sorunun cevabını bulamıyordum. Yaşama sevincimi kaybetmiştim...

Yüzümde acı bir gülümsemeyle koltuğumda oturuyorum ve binlerce anı canlanıyor kafamda. Bir anne ve dört tane kız çocuğu. Hiçbiri dili bilmiyor ama hepsi de bu zorlu hayat mücadelesini vermek zorundaydı. Çok değil, sadece 3-4 ay sonra pes etmiştim. Hiçbir çıkış yolu yoktu ve yapabildiğim tek şey oturup ağlamaktı. Durum gitgide kötüleşiyordu. Evimi özlüyordum ve bu oyunu daha fazla oynamak istemiyordum. Almanya’ya tekrar dönmek için annemleri ikna etmeyi birçok kez denedim fakat burada kalmak konusunda kesin kararlıydılar. Bir taraftan bunu anlıyordum. Dört tane kız çocuğu olan bir baba için, kızlarının gözü önünde yoldan çıkmaları, ya da daha kötüsü, o kültürü benimseyip belki de bir alman ile evlenmeleri çok zordur. Bunları önlemek için bizi bu ülkeye getirmişlerdi. Fakat bizim duygularımız ne olacaktı? Bunlar neden göz ardı ediliyordu. Kendi babam tarafından bile terkedilmiş hissediyordum kendimi ve bize bunu yaptığı için ondan nefret ediyordum. Yapmak istediğim tek şey ölmekti. Kafamdan geçen tek çözüm buydu. Paradoks bir durumdu bu. Çünkü, bir tarafta bu tip şeylere izin vermeyen dinim vardı: Sadece Allah canımızı alabilirdi. Öteki tarafta ise kulağıma ölümü fısıldayan şeytan vardı. Allah korkumdan dolayı, canımı alması için yine O’na yalvarmakta buldum çareyi.

Aynı gece bunları düşünmekten yorgun düşmüş olan zihnim ve bedenim derin bir uykuya daldı ve hayat felsefemi değiştiren o rüyayı gördüm. Rüyamda uyuyordum, yüzümde acı bir ifade vardı. Mutsuz olduğum her halimden belliydi. Bir anda bana seslenen o inanılmaz güzel sesi duydum. Erkeksi, fakat bir o kadar da yumuşak bir sesti ve tarif edilemeyecek kadar güzeldi. Gözümü açtım ve daha önce hiç görmediğim bir ışık gördüm. Güneş’ten daha aydınlıktı fakat gözümü hiç rahatsız etmiyordu. Işık, karanlık olan geceyi bir anda gündüze çevirmişti. Ona yaklaşmak için hemen cama koşup açtım ve “Allah’ım, ne yapmalıyım?” diye sordum. “Bana ne zaman ihtiyacın olursa yanında olacağım” diye cevap vermişti. Bir anda bütün o acılar, hayatımı zorlaştıran düşünceler yok olmuştu. Artık biliyordum, bu dünyadaki her şey sadece bir sınavdı. Uyanmıştım. İnanılmazdı. Bütün vücudumu tarif edilemez bir mutluluk kaplamıştı...

Sevincimden doğru dürüst uyuyamamıştım. Bu rüyadan önce beynimi meşgul eden o kötü düşünceler geldi aklıma ve kendimden utandım. Nasıl bu kadar zayıf olabilmiştim? Fakat sonuç itibariyle sadece bir insandım ve yapabildiğim tek şey tevbe ile yine O’na dönmekti.

Bu rüyadan sonra hayatım tamamen değişti. Başlangıçta Türkçe’yi hiç bilmememe rağmen sınıfı teşekkürle geçtim. Hayata ve olaylara karşı olan bakış açım tamamen değişmişti. Yıllar sonra Goethe’nin “Faust” unu okudum. Özellikle Allah ve Şeytan arasındaki iddianın geçtiği “Prolog” kısmından çok etkilenmiştim. Şeytan istediği insanı yoldan çıkarabileceğinden nasıl da emindi. Yıllar önce ben de böyle bir ikileme düşmüştüm. Fakat artık biliyorum ki, Allah her yerde ve her zaman yanımızda. Sadece pes etmememiz ve mücadeleyi asla bırakmamamız gerekiyor...

  10.10.2002

© 2021 karakalem.net, Azra Aygün



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut