Bir Çağ Manifestosu: Ve’l-Asr

ALLAH EVVEL ve Ahir, Zahir ve Batın’dır. Zaman ve mekandan münezzehtir. Ama O bütün eşyayı hem zaman (Evvel-Ahir) hem de mekan (Zahir-Batin) itibariyle ihata etmiştir. Bunun içindir ki kainatta deveran eden zamanın her bir anı ve mekanının her bir parçası her daim onun tasarrufu altındadır.

Zaman da, mekan da, insan da Allah tarafından yaratılmıştır. Küçük bir kainat olan insan beden ve ruhtan, büyük bir insan olan kainat mekan ve zamandan yaratılmıştır. Zaman ve mekan hayatı çevreleyen surlardır. İnsanın bu surların dışına çıkabilmesi bedenin hayatından sıyrılıp ruhun hayatına miraç edebilmesi ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki insanlık tarihinden bu yana bedenin hayatından ruhun hayatına miraç etmek isteyen ve bu yönde gayret sarf eden başta peygamberler olmak üzere hayat ve insan üzerine düşünen, konuşan, yazan binlerce insanın ölüm ve hayatın kendisinden sonra en çok vurgu yaptığı tema hayatı bütünleyen zaman ve mekan ile bunların arasındaki ilişkidir.

Dehr/zaman, kainatın ezelden ebede kadar devam eden beka müddetinin ismidir. Kadimden bu yana hayatı ve ölümü tefekkür eden her insan zamanın insanın hayatındaki işlevini sorgulamıştır. Kimisi zamanı ömür adı altında bir sermaye görmüş ve onu hayırlı amellere vasıta yapmıştır. Kimisi zamanın yıpratıcılığına ve yozlaştırıcılığına vurgu yaparak eleştirel bir tavır sergilemiştir. Edebiyatın ve belagatın hüküm sürdüğü Mekke’de kafirler zamandan/dehrden şikayet ederdi. Bütün hadiseler ve musibetler gece ve gündüzden ibaret olan “dehr”e nispet edilirdi. Bunun için Peygamberimiz bir çok hadisinde bu kişileri uyarmıştır: "Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına!" diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah'ın kendisi dehr'dir." demiştir. Bir başka hadiste dehre sövenlere: "Allah Teâla Hazretleri şöyle dedi: "Ademoğlu, dehre söverek beni üzüyor. Halbuki ben dehrim. Emir benim elimde. Gece ve gündüzü ben çeviririm." şeklinde göndermede bulunmuştur.

İşte Asr Süresi, zamanın sorgulandığı, zaman zaman kendisinden şikayet edilen, zaman zaman kendine küfredilen böyle bir süreçte inzal olmuştur:

  1. Asra yemin ederim ki,

  2. İnsan gerçekten hüsrandadır.

  3. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

Sûrede asra yemin edilmesinin nedeni insanın hüsranda olduğuna ve bu hüsrandan dört özellik taşıyan kişilerin kurtulacağına dikkat çekmek içindir. O günlerde Sahabelerin dünyasında bu süre o kadar yer etmişti ki, iki sahabe birbiriyle görüştüğünde bu süreyi okumadan ayrılmazlardı. Gerçekten de bu süre insanın dünyasında öyle kuşatıcı ve ihya edici bir etkiye sahiptir ki İmam Şafi’ye göre

insan bu süre üzerinde derinlemesine düşündüğü takdirde yalnız bu süre bile onun hidayetine vesile olabilir.

Zamanın bir mekanı “dünya” 7 kıtaya, mekanın ruhu “zaman” 4 çağa bölünmüş. İnsanlar bir yerde demir çağını yaşarken, aynı anda bir başka yerde bakır çağını yaşamışlar. Bir yerde orta çağ yaşanırken bir başka yerde yeni çağ yaşanmış. Bu durum bize Asr Suresinde de ifade edildiği gibi zamanın ve mekanın nispeten göreceli, kişiden kişiye, milletten millete, devletten devlete değişebilen bir husus olduğunu daha en baştan hatırlatıyor.

Zaman denilince ilk elden akla asr, dehr, vakit, çağ, devir, hengam, gün, eyyam, gibi kavramlar geliyor.

Zaman herkes için farklı anlam ifade eder. Onun uzunluğu veya kısalığı, olumlu veya olumsuz etkileri ve çağrışımları kişiden kişiye değişir.

Her ne kadar “hayat yaşadığımız an” olsa da gerçekte hayatımızı çevreleyen zaman dediğimiz olgu dün, bu gün ve yarını içine alan döngüsel bir süreci anlatır. Bu anlamda Batılı insan için zaman kavramı lineerdir, yani geri dönüşü olmayan düz bir çizgidir. Mü’min açısından ise çevrimseldir. Yani günler, dolayısıyla zaman döner. Bazen müminler için, bazen kafirler için... Mü’minin hayatında zaman ezelden ebede, dünyadan ahirete doğru işleyen hesap günü ile tekrar tanzim edilen bir nesnedir. Bunun içindir ki mü’minin hayatında zamanaşımı diye bir kavram yoktur. Zaman Allah’ın insana verdiği en büyük nimettir. İnsanın her anının hesabı tutulur. Borç ve alacak, hak ve hukuk bunların niteliğine göre dünyada veya ahirette bir gün karşılığını bulacaktır.

Gaflet ve dalalet ehlinin hayatı, belki vücudu, belki kainatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve mekan onun nazarında ölmüştür; akıl alakadarlığıyla ona zulmetler, karanlıklar verir. Gelecek zaman inançsızlığı cihetiyle yine ölüdür.

Mümin için iman ezeldeki iman etme meylinin dillendirilerek ebede taşınmasıdır. Mümin için geçmiş ve gelecek zaman imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Şimdiki zaman gibi ruh ve kalbine, iman noktasında ulvi ve manevi, zevki ve vücudi nurlar verir.

Zaman kimisi için her yerde birden bulunabilme halinden bir mekana, bir anda birden fazla zamanda bulunmaktan bir zamana, ana geçebilmektir. Kimisi “bast-ı zaman" sırrıyla, çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç içindedir. Kimisi bir dakikada bir hatim indirir. Kimisi Aytmatov’da olduğu gibi “Gün var asra bedel” der. Kimisi “Gün akşamlıdır” der, her şeyin sonlu olduğunu, hiçbir şeyin ebedi olmadığını söyler. Kimisi “Gün var yılı besler, yıl var günü beslemez.” diyerek zamanının kah daralmasına, kah genişlemesine vurgu yapar. Kimisi içinde Alemlerin Efendisi Muhammed Mustafa (sav) yaşadığı için bir zaman dilimini “asr-ı saadet” olarak niteler. Kimisi deyriyyunluk eder, maddecileşir, materyalistleşir de her şeyin dehr (zaman) tarafından tayin edildiğini iddia ederek Allah’ın varlığını ve yaratıcılığını inkar eder. Kimisi Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” isimli şiirinde olduğu gibi “Billur bir avizedir Bursa’da zaman” der ama yine de “Ne içindeyim zamanının; ne de büsbütün dışında.” itirafında bulunur.

Kavramların iç dünyamızdaki karşılıkları üzerine kafa yoran Rasim Özdenören “Aile” öyküsünde zamanın seyyallığını işler.

Borges’te zaman bir saplantıdır. Ne yaparsa yapsın, o girdaptan kurtulamaz. Onun “Zaman’a Yeni bir Yalanlama” isimli yazısı tam bir zaman manifestosu niteliğindedir. O sürekli zamanda ve uzamda bir simetriden bahseder. Ona göre zamanın simetrik bir karşılığı olduğu gibi, şiirsel bir karşılığı da vardır. Onun için “Şatoları yerle bir eden zaman dizeleri zenginleştirir.” der. “Bellek Funes” adlı hikayesinde zamanın insan üzerindeki zenginleştirici özelliğini anlatır: “Hatırlıyorum onu, elinde koyu renk bir çarkıfelek çiçeğiyle hatırlıyorum. Elindeki çiçeği şimdiye kadar hiç kimsenin, bir ömür boyu sabahın şafağından akşamınkine kadar bakmış da olsa, görmediği gibi görürdü... Zamanı her an doğru bilmek çeşidinden tuhaflıkları varmış.” (Hayaller ve Hikayeler- 96). Alef’teki “Öteki Ölüm” öyküsü zaman üzerine bir fantezidir.

Tanpınarların, Özdenörenlerin, Borgeslerin hayatını geçirdiği kainat zaman ve mekandan yaratılmış. Güzel mekanlar var Kabe ve Mescid-i Aksa gibi... Güzel zamanlar var kandiller ve Cuma vakitleri gibi. İnsan mekan ve zamanla kuşatılmış. İnsanlar basitleştikçe mekan merkezli düşünmeye başlar. Mekan merkezli düşündükçe daha fazla basitleşirler. Fakat zaman ve mekanı bir bütün olarak algıladığı takdirde insan sürekli yenilenir, değişir, dönüşür. Örneğin Kabe’yi binlerce yıldır bütün varlıkların hac mevsiminde cem olduğu bir mekan olarak düşündüğünde bulunduğu zamandan ve mekandan uruç ederek bir başka zamanda ve mekanda yaşamaya başlar insan. İşte insan ancak böyle bir zaman ve mekan algısı ile kendini yenileyebilir ve zamanın ve mekanın yıpratıcılığına ve eskiticiliğine karşı böyle direnebilir.

İnsanı eskitebilen zaman seyyal, insanı yıpratabilen mekan seyyardır. Zamanda ruhi bir akış, mekanda ise cismani bir intikal söz konusudur. Bu anlamda zaman başı ve sonu mücerret bir kavramdır. Zamanın hareketini keşfetmek hayatı anlamakta ve anlamlandırmakta temel unsurlardır. Zamanın statikliği (durağanlığı) ve dinamikliği (hareketi) insanın en çok yaşı üzerinde belirgindir. Çocukluk yılları çoğu kere mekana bağlılık arzettiğinden zaman yavaş işliyormuş gibi bir his verir insana. Oysa yaş ilerledikçe kişinin mekanla mücadelesi ve bağı artar. Bu da kişide zamanın çabuk işlediği hissini uyandırır.

Zamanın hızını mekan, dolayısıyla hareket belirler. İnsan ne kadar durağan ise zaman o kadar yavaş işler. Keza ne kadar hareket halinde ise o kadar da hızlı işler. Bu anlamda mekan ne kadar dar ise zaman o kadar genişler. Hapishane de mekan dar olduğu için insanın hareket alanı daralır. Bu insan zihninde zamanının ne kadar zor geçtiği fikrini uyandırır. Keza hastalık zamanında yatağa bağlı kalan kişi için de zaman çok yavaş işler.

Zaman bir kandildir; mekanı aydınlatır, mekana anlam katar. Ahiret mekandan çok bir zamanı imgeler. Mahşer günü yani hesap günü ahirette kurulur.

Kur’an zamanla ve mekanla mukayyet değildir. Zaman ve mekan onun üzerinde belirleyici değildir. Tam tersine o zaman ve mekan üzerinde belirleyicidir. Bunun içindir ki zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmekte, yeryüzü genişletilmektedir.

İnsan zaman ve mekan içinde bir denge kurabildiği müddetçe Bediüzzaman (zamanın en bedisi/güzeli) olabilir. Risale müellifi böyle bir dengeyi tutturabildiği için hem Bediiüzzaman, hem de Said Nursi olabilmiştir. O zamanın ve mekanın çocuğudur. Adı:Bediüzzaman’dır ki zamanın bedisi anlamına gelir. Soyadı: Nursi’dir. Nurs Bediüzzaman’ın doğdu köyün/mekanın adıdır.

Sözün burasında; Asr Suresinde asra yemin edildiği kadar da vardır. Zira eskiden insanlar kendilerine ibnüzzaman (zamanın oğlu) gibi mütevazi isimler seçerken, şimdilerde kibirlerinden “İstanbul Çocuğu” veya “Anadolu Çocuğu” olmakla övünüyorlar.

Başta da söylediğimiz gibi küçük bir kainat olan insan beden ve ruhtan yaratılmış. Büyük bir insan olan kainat mekan ve zamandan. Bu denklemde beden mekanı, ruh zamanı temsil eder. Buradan bakıldığında beden ile mekan, zaman ile ruh arasında cüz’iyet-külliyet ilişkisi vardır. Beden minerallerden, mekan maddelerden oluşmuştur. İkisinin de fizik aleminde bir hacmi ve ağırlığı vardır. Öte yandan zaman ile ruh arasında da bir ilişki vardır. Bildiğimiz anlamda her ikisinin de fizik alemde hacim ve ağırlığı yoktur. Beden mekanın bir parçası, mekan bedenin dekorudur. Ruh zamanın bir parçası, zaman ruhun dekorudur. Beden mekana göre, ruh da zamana göre daha şeffaftır. Bunun içindir ki nasıl ki hakiki imanı elde eden insan kainata meydan okuyabilirse, hakiki imanı elde eden ruh da bedene, mekana ve zamana meydan okuyabilir.

Beden ile ruh birbiri ile ters orantılıdır. Beden genişledikçe ruh daralır. Beden ruh aleyhine kalınlaşır. Ruh beden aleyhine şeffaflaşır. Bir an için bir kabı beden, içindeki suyu da ruh olarak kabul edelim. Kabın boyutları ne kadar genişlerse, içindeki suyun o kap içinde kapladığı nispi hacim o kadar azalacaktır. Tersi durumda; yani kabın boyutları ne kadar küçülürse nispi olarak ruh da o kadar büyüyecektir. Misalden de anlaşılacağı üzere bedendeki kesafet arttıkça ruhtaki letafet azalmaktadır. Beden ne kadar incelse, zayıflasa ruhta o kadar kemale ermektedir. Bazı önemli hastalık ve arazlar geçiren çocuklara baktığınızda ancak kemal sahibi ihtiyarlarda görülebilecek bir olgunluk okunur yüzlerinde. Beden zaman ve mekan tarafından zahiren yıpratıldıkça, eskidikçe ruh daha bir dengeye varır.

Beden mekanla sınırlıdır, ama ruh zamanla sınırlı değildir. Bazen beden ruhu, bazen de ruh bedeni sınırlar.

Mekan bedenle doğru orantılıdır. Beden genişledikçe mekanın hacmi artar.

Ruh zamanla doğru orantılıdır. Ruh çoğaldıkça birden çok zamanda ve mekanda yaşayabilme mümkün olabilir. Ruh daraldıkça tayy-ı mekan ve bast-ı zaman ortadan kalkar.

Şimdi yaşadığımız çağ bir ruh çağı değildir. Bu çağ beden çağıdır. Bu çağ zaman çağı değildir. Bu çağ mekan çağıdır. Artık bu çağda zamana tapan dehriyyun çıkmıyor, çıkmayacak da. Bu çağda beden ruha, mekan zamana meydan okumaktadır. Egemenlik kayıtsız şartsız beden ve mekanındır. “Sizin dünyanızı genişletiyoruz” meallindeki ayetle, “Ahirzamanda zaman hızla akacak” mealindeki hadis bu egemenliğin işaretlerini vermektedir. Mekan genişlemekte, zaman mekana ayak uydurabilmek için hızını artırmakta, kendisini azaltıp yıpratmaktadır. İnsan 25. saati aramakta, genişleyen mekanın etkisini zamanı bir saat daha artırarak kapatmaya çalışmaktadır.

Şimdi beden ruh aleyhine, mekan zaman aleyhine genişlemektedir. Bedenler görenek belası ile bin bir renge bürünerek kalınlaşmakta, şeffaf bir varlık olan ruh şeffaflığını kaybedip bedenin rengini alarak bedende kaybolup gitmektedir. Beden rengarenk iken, ruh rengini ve dokusunu kaybetmektedir. Şehirler evlerle, evler eşyalarla, insanlar envai çeşit yemekle genişlemekte, ruh eşyaların bir kenarında, evin eşiğinde, şehrin varoşlarında donup kalmaktadır. Mekan genişlemekte, zaman daralmakta, beden genişlemekte, ruh daralmaktadır. Peygamberin (sav) ahirzamanda ümmeti için korktuğu şey gerçekleşmekte, ümmetin semiz, şişman erkekleri artmakta, öte yandan ruhlar alabildiğine yoksullaşmakta, zayıflamaktadır. Mekanlar villalarla, plazalarla zenginleşmekte, zaman faize tutulmuş bir servet gibi yitip gitmektedir.

Şimdi ruh gerçekte harabe bir ev olan bedenin katına inmekte, zaman mekanı kuşatmaya çalışmaktadır. Böylece zaman mekana, ruh bedene teslim olmakta, teslim-i ruh etmektedir. Beden maddiyatla beslenirken ruh maneviyatını yitirmekte, kendini bedene feda etmektedir. İbnüzzamaların, (zamanın çocuğu) Bediüzzamanların çağı geride kalmakta, mekanının veled-i zinaları mankenler arzı endam etmektedir.

Şimdi ruh bedeni, zaman mekanı yakalamanın peşindedir. Zamanın çoğu otobüslerde geçmekte, uzak uzak şehirlerden çok çok uzak olan evlere giderken ömür geçip gitmektedir.

Bu çağda insanlar tarafından içinde ölmek için koca koca evler yapılmakta, o evleri yapmak için günde 10-12 saat bilfiil ömür sermayesinden israf edilmektedir. Ömrümüz yollarda geçmekte, evlerimize geldiğimizde televizyonlarımızın başında ölebilecek kadar bir zaman kalmaktadır bize. Ruhlar yorgundur, bedenler ruha nispeten dinçtir. Oysa peygamber (sav) 1400 yıl önce uyarmıştır insanı: “Mümin bedenen yorgun, ruhen dinçtir.” Bu çağ dinç ve güzel bedenlerin ve mekanların, yorgun ve eskimiş ruhların ve zamanların çağıdır. Çünkü zaman ömrünü mekanda eskiterek tamamlamakta, ruh bedende kemale eremeden sönüp gitmektedir. Bunun için bu çağ ‘hızlı yaşa, genç öl. Cesedin yakışıklı olsun’ denilen bir çağdır.

Bu çağ ruhtan değil, bedenden doğmuştur. Bu çağ zamandan değil, mekandan doğmuştur. Bu çağ ruh çağı değil, beden çağıdır. Bu çağ yorum çağı değil, görüntü çağıdır. Bu çağ marketlerin ve plazaların çağıdır. Marketlerde bin bir çeşit nimete mana-i ismi ile nazar edip, ihtiyacı olmadığı bir çok şeye baka baka aşinalık kesb edip onları ihtiyaç haline getiren bir çağdır. Bu çağ nefsin galeyana geldiği, nefsani arzuların cisimleştirildiği, arzular için varlıkların fıtratlarına müdahale edildiği, insanların varlığı kendi istediği şekle getirdiği bir çağdır. Bu çağ Peygamberin bir defa dahi tadına bakmadığı, bunun için İmam-ı Şafi’nin “Peygamberin tadına bakmadığı bir şeyi ben nasıl yiyebilirim?” diyerek ömrü boyunca kendini yemekten men ettiği yuvarlak karpuz nimetinin nefislerin doymak nedir bilmeyen hazlarını tatmin etmek için dikdörtgen şeklinde üretildiği bir çağdır. Bu çağ ruhun iptal edilerek, mekanın arzulara uydurulduğu çağdır. Bu çağ bedenin ruha, mekanın zamana meydan okuduğu çağdır

Bu çağ ruh çağı değil, beden çağıdır. Bu çağ yorum çağı değil, görüntü çağıdır. İşte büyük şehirlerde saatlerimizi yitirdiğimiz, vakitlerimizi kaybettiğimiz otobüs yolculukları... Ağır işleyen trafikte otobüslerin pencerelerinden panayır yerlerini andıran caddelere bakarken çeşit çeşit elbiselerle arz-ı endam eden kadın ve erkekler... Kendini beğendirmek arzusuyla bazen az, bazen çok giyinen kadın ve erkekler… Gerçekte mekanının belirlediği, ama insanların hemen çoğuna göre zamanın belirlediğini zannettiği moda... Bu çağ modaların çağıdır.

Bu çağ zaman öldürme çağıdır. Bu çağda mekan zamanı zaptetmektedir. Bu çağda ömürler gaspedilmektedir. Günler kısaldıkça kısalmaktadır. İnsan kendi kıyametine doğru nefes nefese koşmaktadır. Gökten yere bırakılan bir nesnenin hızı yere yaklaştıkça nasıl biraz daha artarsa ulvi latifelerini yitirerek imanın göğünden düşen insanın kıyamet saati de hızla kara toprağa doğru düşmektedir. Ölümün saati hiç olmadığından daha hızlı işlemektedir. İnsan kendi kıyametine zamanı öldüre öldüre yaklaşmaktadır. Zamane insanı ailesiyle ve sevdikleriyle beraber olmayı vakit kaybetmek olarak değerlendirdiği için zamanının büyük kısmını alışveriş ve eğlence merkezlerinde geçirerek öldürmektedir.

Bu çağ vaktin nakte dönüştürülmeye çalışıldığı bir çağdır. Plazalarda zamanın satılarak villa ve köşk gibi mekanların satın alındığı bir çağdır. Vaktin mekanla nakde çevrilmeye çalışılarak ömürlerin heder edildiği bir çağdır.

Bu çağ fena ve faniliğin kol gezdiği bir çağdır. Yarın endişesinin beka endişesinin önüne geçtiği bir çağdır. Senesi bir saniye gibi geçen, hayatı hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olan çağdır. Zamane insanı kendi içinde miraca yükselerek beka alemi içine girmek istememektedir.

Bu çağ zavallı insanların şehirlere hapsedildiği bir çağdır. Değil mi ki şehirde yaşayanlar, gerçekte Allah yolunda hapsedilmiş kimselerdir. Zira her insan zaman ve mekanın birleştiği yerde iman etmek üzere halk edilmiştir. Oysa bu çağda onu imansızlığa mahkum eden o kadar çok engel vardır ki. Çünkü şehirler öyle bir dizayn edilmiştir ki hemen bir çok şey insanı dünyaya çağırmaktadır. O da dünyanın sesine doğru gelirken fenayı görmektedir aslında. Bu durumu görüp bir süre dirense de bir gün o mekanın bütünlediği görenek belasının pençesine düşmektedir. Gıdalarına ihtikâr yapılmakta, ihtiyaçları olan şeylerin fiyatları yükseltilmektedir. Bu çağ her şeyin bedelinin yüksek olduğu, her şeyin faizinin olduğu bir çağdır. Bu çağ muhabbetlerin pahalıya satıldığı, üstelik faizlerinin çok yüksek ayarlandığı bir çağdır.

Bu çağ zamana ve mekana hakim olma çağıdır. Bu çağ bir üstünlük ve imtiyaz arama çağıdır. Bu çağ “Ben bilirim, ben yaparım, ben bana ve sana hakimim” diyen insanlarla doludur. Bu çağ kendilerinden şahitlik istenmediği halde kendilerini pazarlamak için şahitlikte bulunan insanlarla doludur. Onlar ihanet içindedirler. Onlar kendilerine ve kainata ihanet etmektedirler. 0nlara itimat edilemez. Onlar bilgi, onlar duygu oburluğu içindedirler. Onlar Mevlana’yı Mesnevi ile değil, pilav ile hatırlarlar. Onların aralarında bu oburluk yüzünden şişmanlık zuhûr eder. Onlar gerçekten hüsrandadır. Onlar gerçekten “Ancak iman edip iyi ameller işleyen” kişilerden değildirler. Onlar “Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden kişiler”den değildir.

Evet şimdi mekandan zamana, bedenden ruha miraç vakti... Şimdi iman edip şu zamanın ve mekanın farkına varıp orada iyi ameller işleyeme, zamanının ve mekanının yıpratıcılığına karşı, insanı sürekli dünyaya çağıran dünyanın faniliklerine karşı birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme çağıdır.

Bu çağ aslında zamana ve mekana yemin edilebilecek kadar değerli bir çağdır.

Bu çağ aslında hepimizin mekanının cennet, zamanın asr-ı saadet olabileceği bir çağdır.

Bu çağ aslında asr-ı saadet, bu çağ aslında ve’l-asr çağıdır.

  14.04.2008

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut