Biz bu kavgada yokuz

İKİ GRUP arkadaş bir zaman bir partiden siyasete girmişlerdi. Beraber çalıştılar, koştular, nice vakitler, paralar harcadılar. Tüm bu koşuşturmaları sırasında bize hiçbir şey danışmadıkları gibi, bizim de hiçbir müdahalemiz olmadı. Buraya kadar her şey normaldi. Ta ki bu arkadaşlar bir koltuğa talip olup aralarında kavga çıkana kadar. Neticede oturulacak tek bir koltuk vardı. Ve bir tarafın fedakârlık yapması gerekiyordu. Ama iki grup da bu koltuk için koşmuşlar, var güçleriyle çalışmışlar, para harcamışlar, bu uğurda pek çok şeyden geçmişlerdi. İkisi de fedakârlıkta bulunmayınca aralarında rekabet başladı. Bizde siyaset pek dürüstçe yapılmadığı ve kazanan da kaybeden de medeni ilişkilerini devam ettiremedikleri için kavgaya tutuştular.

Tabii ki biz bu iki arkadaşımızın kavgasına üzüldük ve aralarını yapmaya çalıştık, fakat o kadar gerilmişlerdi ki neredeyse vahiy inse barışmamaya azmetmişlerdi. Elimizden geleni yaptıktan sonra biz de artık ilişkilerin kilitlendiğine kanaat getirip bu işin peşini bırakmıştık. Biz onların kavgalarını bıraktık ama onlar bizi bu işin içine çekmekten bir türlü bıkmadılar.

Zira bu iki arkadaşımız da birbirlerini yenmeye uğraşıyor ve her şeye bu nazarla bakıyorlardı. Önce her iki grup ta bizim kendilerini tuttuğumuzu yaymaya başladılar. Hâlbuki biz tüm arkadaşlarımızla kardeştik. Aralarındaki kavgaya da hiçbir dahlimiz yoktu.

Sonra ayrı ayrı her iki grup da diğer gruba karşı tavır almamızı istediler. Mesela sohbetlerimizde elbaşı olarak gördükleri kişileri görmek istemiyorlardı. Hatta işi “o gelirse ben gelmem” noktasına kadar getirdiler.

Böyle bir zulüm karşısında kalp kanlı yaşlar dökmesin de ne yapsın?

Bu olayın değişik versiyonlarını o kadar çok yaşıyoruz ki!

Bir bayan arkadaşımız ile bir erkek arkadaşımızın kendi talepleri üzerine tanışmalarına vesile oluyoruz. İzdivaçlarından sonra mutlu anlarında bizi ne kadar andıklarını bilmiyoruz ama; aralarında bir kavga olunca ya suç bizde oluyor veya iki taraf da bu kavgada kendilerini tutup, diğerini dışlamamızı istiyor.

Bulunduğumuz gruplarda da öyle!

İnsanlar balayı yaşarken sizi hatırlamaz, ama kavgaya tutuştuklarında mutlaka bir taraf olmanızı isterler.

Yok kardeşim ben sizin iç çekişmelerinize taraf olmayacağım. Koskoca adamlarsınız. Oturup İhlas Risalelerini on defa, yüz defa, bin defa okuyun kavga etmeyin. Siz enaniyetlerinizden vazgeçemiyorsunuz, sen ben kavgası yapıyorsunuz; sonra da bizlere “Ya bendensin, ya da ondan” diyorsunuz.

Kusura bakmayın biz şahıslardan yana değiliz. Hele kavgadan yana hiç değiliz.

Ben ki bana çok tepelerden yapılan pek çok zulmü sırf kavga çıkmasın, sırf “mukabele-i bilmisil zalimanesine düşmeyelim” diye ahrete bırakmışım. Şimdi kalkıp da kimse beni ve Anadolu’daki pek çok samimi arkadaşlarımızı şucu, bucu diye suçlamasın.

Anadolu’nun çeşitli yerlerinde arkadaşlarımızın daveti üzerine verdiğim “Risale-i Nur Okuma Metodları” adlı seminerlerin de ismindeki anlam haricinde başka hiçbir kastı yoktur. Aksini iddia eden arkadaşlarımız bu seminerlere katılan yüzlerce arkadaşımızla konuşabilir.

Ben de her zaman bu seminerlerde Risaleye muhalif bir şey söylemişsem uyarılmayı bizzat istemişimdir. Hiçbirimiz hatadan arınmış insanlar değiliz. Benim düşüncelerimde de yanlışlar olabilir.

Risaleye talebe olmak, bu iki/dört saatlik seminerlerde birkaç kelimeyi önüne ve sonuna bakmadan cımbızla çekerek orada burada konuşmak; bir takım heyetlere getirerek bu seminerlere engel olmaya çalışmak değil; bizzat benimle görüşmektir.

Ben her zaman söylemişim: Yanlışta ısrar etmem. Bana yanlışımı gösteren arkadaşıma her zaman dua etmişim. Yeter ki gaye bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olsun!

Ancak kocaman kocaman ağabeylerimizin birkaç cümleyi cımbızlayarak benimle hiç konuşmadan orada burada konuşmaları ve bir yerlere şikayet etmeleri; hele kendi kavgalarına bizleri alet etmeleri hiç şık düşmüyor. Bu işin bir de ahreti var.

Geçen hafta İzmir, Kula, Tire, Menemen, Aliağa, Dikili taraflarında 4 seminer verdik; 5 yerde derslere katıldık. Buralarda arkadaşlarımızla çok samimi Risale müzakerelerinde bulunduk. Manisa’da gündüz Arapça ve tercümesinden takip edilen müzakereli İşarat’ül İ’caz dersine hayran oldum.

Kula’da genç bayan arkadaşlarımızın hizmet verdikleri Kültür Merkezi beni çok etkiledi. Kızlarımızın o harika döşenmiş, heryerin bayan elinden çıktığı belli olan Merkezlerindeki şevkleri bana da heyecan verdi. Başka bir yerde bayanların kurup, kendilerinin idare ettikleri ve bayanlara yönelik hizmetlerin yapıldığı böyle bir hizmet merkezinin olduğunu bilmiyorum. İnşallah bu Kula örneği her bölgemize güzel bir misal olur.

Bu arada İzmir’deki arkadaşlarımızla 4 saat boyunca dişe diş, kana kan yaptığımız müzakereli seminerimizin de tadına doyamadım. Ve oradaki arkadaşlarımızdan pek çok şey öğrendim. Böyle müdakkik, ihlaslı ağabeylerimizin varlığı beni de heyecanlandırıyor.

Tire’ye ise memleketime bu kadar yakın olmasına rağmen ilk defa gittim. Oradaki mübarek yaşlı ağabeylerimizin o manevi havası beni çok etkiledi. Hizmetten başka bir şey düşünmeyen o arkadaşlarımızın yanında; tepelerde görülen birilerinin dedikodu ve kavgalarla nasıl da bu insanlara layık olmadıklarını görmek içimde birşeyleri acıttı doğrusu. Bugün ne için olursa olsun, koltuk, makam, şuraya buraya seçilme, maddi manevi etki kavgası verenleri Tire’ye, Risaleye hayatlarını veren, her şeylerini bu uğurda feda eden arkadaşlarımızı görmeye çağırıyorum.

Hepimiz sık sık Tire’ye uğrayıp, yirmi yıldır sabah namazlarını dershanede kılan, beraber tesbihatlarını yapıp, bir saatlik dersten sonra işlerine dağılan o yaşlı ağabeylerimizin ellerini öpüp dualarını isteyelim. Ve hiçbir kavganın yanında olmayıp, sadece Risale’nin ve küçüğüne büyüğüne bakmadan hakk’ın yanında olacağımıza söz verelim. Zira biz;

“Muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok.” Varlıklarını husumet üzerine kuranları da sadece Celal olan Rabbimiz’e havale ediyoruz.

  30.01.2008

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut