SAİD NURSİ bizi, Yirmiikinci Sözün İkinci Makamının Üçüncü Lem’a’sı’ndan şu akıp giden kâinata bakmaya, ondaki hayat sahiplerini okumaya davet ediyor. Birinci Lem’a’da bahsedilen iki kısım Tevhidin ikincisi bu bölümde örneklendirilir. Yani Üçüncü Lem’a’da biz; “her şey üstünde sikke-i kudretini ve hatem-i Rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmenin insan ve zîhayat özelindeki örneği ile karşılaşırız:
Kâinat benim insani duygularımı geliştirmek için yaratılmıştır. Her şey sadece tüm varlığıyla beni terbiye etmek için var edilmiştir. Ben tüm varlığa bu nazarla bakmalı, bu terbiye ve terakki açısından ilişki kurmalıyım. İnsan kâinatın en güzel ve en anlamlı meyvesidir. Tüm varlık âlemi bu meyveyi olgunlaştırmak için var.
İnsaniyetimizi geliştirmek, onu parlatmak için eşya ile anlam ilişkileri kurmalıyız. Bu anlam ilişkisinin şifreleri de vahiy, akıl, kalp, ruh ve gönüldür. Risaleler bizi durmadan kâinata davet eder. Varlığı okumaya, onunla bir anlam ilişkisi kurmaya çağırır. Kainattan faydalanmamızı sadece madde boyutunda tutmayıp, manasını da okumamızı, mesajlarını da fark etmemizi ister.
Kâinatın ifade ettiği tüm manalar aslında çekirdek olarak insanda da gizli. Böylelikle insan kendi varlığıyla da bir kâinat ağacı, bir çekirdektir. Çekirdek tüm varlığın anlamı ile, kabiliyetlerinin kodları ile yüklüdür. “Enva-ı âlemin ekser numunelerini câmidir.”
Kâinattaki tüm anlamlar insan denilen bu damlada toplanmıştır. İnsan kendisine yüklenen duyguları, cihazları ile varlığa bakabilir, onları açmayı bilirse her şeyin hakiki mahiyetini, gerçekliğini kavrayabilir. İnsanın kendisi hem bir sırdır, hem de tüm sırları çözebilecek anahtarları bünyesinde saklar.
“İnsan bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla çözülmüş bir katredir.” Bu katre biziz. Bizim tüm varlığımız, ruhumuz, bedenimiz, aklımız, gönlümüz; her şeyimiz. Biz tüm kâinatı temsil eden, Yaratıcının bu derece önem verdiği, bu derece sevdiği ve kendisine muhatap ettiği varlıklarız.
Okyanusun taşıdığı tüm özellikler öz olarak bir katrede de vardır. İnsan ile kâinat arasındaki özellikler de okyanus-su misali gibidir. Kâinatın temsil ettiği esma-i İlahiye okyanussa, insanın tezahür ettiği esma-i İlahiye de damladır.
Bu arada Allah’ın ilmi okyanus, bizimki damla tarzındaki bir değerlendirme, bir kıyas ise yanlıştır. Kâinat, İnsan kıyasında ikisi de yaratılmıştır. Oysa ancak aynı cinsten olanlar birbirleriyle kıyaslanabilirler. Yaratılanlar birbirleriyle kıyaslanabilirler ama yaratanla yaratılan kıyaslanamazlar. Yaratan karşısında yaratılanın tüm özellikleri sıfırdır. Çünkü tüm o özellikler yaratılan cinsindendir. Yaratılanların özellikleridir.
Enfusî tefekkürün, marifetullah’ın başlangıç noktası da budur…
Risale-i nur daima bize kendimizi tanımayı telkin eder. Ancak bunu direkt söylemez. Çünkü doğrudan doğruya ifade edilen hakikatlerin algılanış biçimleri, hakikatin kendisi ile doğru orantılı olmaya biliyor çoğu zaman. Risaleler bizi bu yönde terbiye ederler.
Hani bir kursa gidersiniz, oradaki öğretmenler anlatıp anlatıp geçerler. Derslerini yapmış olmakla vazifelerinin bittiğini düşünür, öğrencilerin alıp almadıklarını önemsemezler. Bir başka kursta ise öğreticinin verdiği, öğrencinin algılaması ile beraber yürütülür. Konular anlatıldı geçti, diye düşünülmez. Dinleyenler sürekli takip edilerek algılayış biçimleri ortaya koyulur. Neyi alıp, neyi almadıkları yakalanır. Öğrenilmiş olanlar ve öğrenilmesi gerekip de zorlanılan konular dönüp dönüp, her fırsatta tekrar ele alınırlar. Böylece alınan yeni bilgilerin yerleşmesi, öğrenilemeyenlerin de öğrenme safhasına çıkması için gayret gösterilir. İşte Risalelerin iman eğitimi, terbiyesi, metodu da bu ikincisi gibidir. Risalelerde “Ben şu konuyu anlatayım, mesuliyetten kurtulayım, okuyanlar da ne yaparlarsa yapsınlar” tavrı yoktur. Risalelerin sayfalarında biz tüm kâinata, tüm varlığımıza tatbik edebileceğimiz bir usul ile karşılaşırız. Pasif değil, her an düşünen, her an yeni formüller bulan, hayatın içinden keşiflerde bulunan, hakikatler arasında bağlantılar kurup yeni hakikatlere ulaşan talebeler olmaya davet ediliriz.
Mevcut vücut verilmiş olandır. Halk etmek ile ilgilidir. Yaratanı gösterir. Bir Yaratanın eliyle vücut verildiğini ihsas eder. Tek başına vücut ise secular bir kelimedir. Vücut vereni değil, sadece kendisini gösterir. Bizi her an var eden, vücut veren, vücudumuzu en güzel şekilde, hatta bizim nasıllığını algılayış biçimimizin çok ötesinde devam ettiren; bir ânımızı mükemmel bir şekilde ötekine bağlayan ancak Yaratıcı olabilir. Ehadiyet ve Vahidiyet tecellilerine muhatap olarak Rabbi tanımak, ancak tüm varlıkta O’nun izlerini okumak, anlamak ve anlamlandırmakla mümkündür.
Aklın evhamda boğulması; delilsiz, malzemsiz, safsata bir düşünceye düşmektir. Günümüz insanının aklı delilsiz pek çok şeyi pervasızca söyleyebiliyor. Halbuki biraz üzerinde düşünebilsek varlığımız bile delilsiz sözlerimizi, iddialarımızı reddedecek. Kâinat kudretin bir kelimesidir. Biz onu anlamlandırınca ruhlanır, canlanır.
Bütün kâinatın, mevcudatın mesajlarını kalb-i beşer algılayabilecek bir donanımda yaratılmış. Kalbimizi modern hayatın safsataları peşinde koşarak değil, bizim için yaratılan mesajları avlama peşinde koşarsak hakiki insan olabiliriz.
1 Yirmiikinci Sözün İkinci Makamının Üçüncü Lem’a’sı’ndan
© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi