İbda-inşa dengesi

BUGÜNLERDE DİLİNİN ucundan düşen ‘mahalle baskısı’ tabirinin (sui)istimaliyle gündeme oturan Prof. Dr. Şerif Mardin, “Modern Türkiye’de Din ve Değişim” üstbaşlığını taşıyan “Bediüzzaman Said Nursî Olayı” kitabının yayınlandığı dönemde de dile getirdiği bir görüşten dolayı özellikle dindar entellektüellerin gündemine oturmuştu. Prof. Mardin’in bu kitabında dile getirdiği, Bediüzzaman Said Nursî’ye ‘Newton mekanizmi’ne mensubiyet atfeden görüş, ‘İslâmcı entellektüeller’ tarafından bir anda neredeyse sorgusuz bir kabul görüverdi.

Dikkat edilirse, ‘neredeyse sorgusuz’ bu kabul için, ‘nedense’ istifhamını düşmüyorum bir önceki cümlemde. Zira, bu neredeyse sorgusuz kabulün açıkça anlaşılabilir psikolojik/zihinsel tercihleri vardı ‘İslâmcı entellektüeller’ açısından. Bediüzzaman’a âlem görüşü itibarıyla ‘Newtonculuk’ ve ‘mekanizm’ atfeden bir yaklaşım, kuantum mekaniğinin ‘Dr. Kuantum’lar üretecek kadar yaygın şekilde konuşulur olduğu bir zamanda Said Nursî’yi ve Risale-i Nur’u ‘zamanının çocuğu’ ‘modern bir ürün,’ dolayısıyla postmodernitenin konuşulur olduğu bir zaman diliminde ‘zamanı geçmiş’ ‘arkaik’ bir eser haline getiriyordu.

Dolayısıyla, vicdanlarına bir türlü doğrulatamadıkları ‘Risale-i Nur’a karşı biganelik’ inadına, başka her türlü esere dikkat sarfederken Risale’ye tepeden bakma ısrarına bir mazeret bulabilirlerdi: Eh, okumuyorum kardeşim! O modern zamana mağlup bir dindar zihnin vakti geçmiş kitabı zaten! Bak, nasıl da kaba pozitivizme yenilmiş, nasıl da Newton mekanizminin sınırları içerisine sıkışmış! Kuantum mekaniğini, Heidenger prensibini, Schrödinger’in kedisini kavramak varken, sırası mı şimdi Risale okumanın!

Risale-i Nur’a karşı kimileyin ‘küstahlık’ düzeyine varan bir tavır sergileyebilen mâlûm entellektüel câmianın Şerif Mardin’in kitabından kapıp devşirdikleri ‘Newton mekanizmi’ söylemi, bizim gibi Risale’ye özel bir muhabbet duyan fikir erbabında bir karşıt söylem de geliştirmişti bu arada...

Kuantum fiziğine dair, ‘amatör’ düzeyde de olsa bir ilgimiz, pozitivizmden çok çekmiş bir ümmetin evlatları olarak daha üniversite yıllarından itibaren, vardı. Daha 1982 yılında, çok sevgili Suad Alkan ağabeyimizin yaptığı ve çok az anlaşılan iki önemli söyleşi çekmişti bu alana ilk önce dikkatlerimizi. Boğaziçi Üniversitesi’nden iki önemli isimle, fizikçi Prof. Dr. Fikret Kortel ve felsefeci Prof. Dr. Yalçın Koç’la yapılan ve ardarda yayınlanan bu iki söyleşi (onsekiz yaşında imişiz bu söyleşileri okuduğumuzda) sosyal bilimler öğrenimi görüyor dahi olsak, bilim felsefesine ve kuantum fiziğine dair kitaplara, makalelere dikkat eder hale getirmişti bizi... Schrödinger’in ‘zihin’ ve ‘madde’ üzerine iki kitapçığının biraraya getirildiği, yirmi küsur sene sonra aklımda “Mind and Matter” olarak kalmış kitabını, The Rise of New Physics’i, bunun gibi bir dizi kitabı ve bir o kadar bilimsel makale ve haberi İngilizcemizin el verdiği kadarıyla okumuş, Hatta, bir sosyal bilimler öğrencisi olarak bana ait olduğuna kimsenin inanamadığı “Bilimcilik Yargılanıyor” gibi yazılar yazmıştık bu vesileyle...

Hem, “Tahavvülat-ı Zerrat” bahsini, müellifinin onun zeyli olarak da tanımladığı “sırr-ı Kayyumiyet” bahsini, “Yirmidördüncü Mektub”u da seneler süren bir mütalaa ile müzakere etmişliğin tadı da vardı damağımızda. Bediüzzaman’a ‘Newton mekaniği’ yaftası yapıştırma yönündeki her teşebbüsün bizden alacağı ayrıntılı bir cevap vardı artık: “Tahavvülat-ı Zerrat bahsini okudun mu? Sırr-ı Kayyumiyet bahsiyle ilgili bir mütalaanız var mı? Tahavvülat-ı zerrat bahsinde önce ‘hâlıkiyet,’ sonra ‘hallâkiyet’ten söz edilmesi hakkındaki görüşünüz nedir? Bediüzzaman’ın o çok sevdiği ve ısrarla kullandığı Zât-ı Hayy-ı Kayyûm kavramlaştırması size neyi çağrıştırıyor? ‘Yirmidördüncü Mektub’un ‘ikinci makam’ını nasıl buldunuz? ‘İkinci Şua’dan, ‘Dördüncü Şua’dan çıkarımınız nedir?”

Bununla birlikte, bir ‘sistem düşünürü’ ve bir ‘denge insanı’ olarak tanıdığımız Bediüzzaman’ın ‘tahavvülat-ı zerrat’ kavramlaştırmasında da görüleceği üzere, Newtoniyen bakış ile kuantum bakışını buluşturan bir noktada olduğunu kavramak da zor değildi. Bediüzzaman ne onu ‘modern’ize etmek isteyen birilerinin yakıştırdığı gibi bir ‘Newtoncu’ idi, ne onu ‘postmodern’ize etmek isteyenlerin yakıştırdığı gibi ‘kuantum’cu. ‘Tahavvülât-ı zerrât’ tamlaması dahi, onun durduğu orta noktanın ifadesiydi. Kâinat, Cenab-ı Hakk’ın yaratıcılığın hem inşa, hem ibda suretinde tecelli ettiği bir meşherdi. Atomüstü düzeyden bakan ‘inşa,’ atomaltı düzeyden bakan ‘ibda’ suretinde bir varediş görürdü kâinatta. Aslolan ise, ikisini birden görebilmekti. İnşa-ibda dengesine sahip olabilmekti.

Bizi bir gıll u gîşın ortasına düşüren verimsiz münaza(r)alardan kopup kaçtığım bir diyarda bir mecliste faziletli bir ilim ehlinden bir kez daha ‘Bediüzzaman ve Newton mekaniği’ muhabbetini duyunca, vaktiyle ziyadesiyle hemhal olduğumuz bu mübaheseleri hatırladım birden. Bu arada, geçmişte ‘kuantum’culara bir parça ağırlık vererek, Newton’un hakkını bir parça yediğimizi de düşündüm. “Hocam” dedim muhterem zâta, “Bediüzzaman, kâinata ne Newtoncu bir gözle bakıyor, ne kuantumcu bir gözle. İbda-inşa dengesi içinde bakıyor. Newton’un durduğu yerden bakarsan ‘inşa’ görürsün; kuantumcuların durduğu yerden bakarsan ‘ibda’ görürsün. Ama Bediüzzaman’ı bir zülcenaheyn olarak görüyorum. İki ucu birleştirebilmiş, iki açıdan da bakan bir çift-kanatlı olarak.”

Bu sohbetin üzerinden neredeyse bir ay geçti. Ama ahdim vardı, 1111.karakalem.net için sıla-i rahim dönüşü yeniden yazmaya başladığımda ilk işim bu hususa değineyim.

Yazmış oldum işte.

Mütebaki yazılar için dua bekliyorum...

  28.09.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut