AKLEDEN KALBİ parçalayıp insanı kalbsiz ve kalp bir akla mahkum eden hâzır medeniyetin bayraklaştırdığı şiarlardan biridir IQ. Kısaca bu kelimeyle özetlenen zekâ seviyesi, şu çağın içinde, insanların konumunu belirler. Çocukluktan başlayarak, ‘zekâ’ üzerine konuşulur sürekli. “Bu çocuk çok zeki.” “Filanca müthiş adam. IQ’su kesin 150’nin üstündedir.” “Adam tam bir deha.”
En belirgin özelliklerinden biri rasyonalizm olan bir medeniyetin zekâyı ve dolayısıyla IQ’yu böylesine kutsaması herhalde normaldir. Hatta, şu veya bu seviyede bu medeniyetin tâliminden geçen insanlar olarak bizim için de durum farklı sayılmaz. Ehl-i din içinde dahi, genelde, zekilere ayrıcalıklı bir muamele uygulanır. Nerede ve ne kadar verimli kullanıldığı bir yana, zekâ baş-göz üstünde tutulur.
Bir ilâhî nimet ve ihsan olarak zekânın elbette şükür gerektirmesi bir yana, gelin görün ki, hem ‘en iyi’ olmak için ‘en zeki’ olmak gerekmiyor; hem de en zeki olanlar başka bazı alanlarda olabildiğince gabi kalabiliyor.
Bu iki durumun ilkine örnek, Einstein olsa gerektir. Yüzyılın belki en önemli, en ziyade çığır açan bilim adamı olan Einstein, IQ’ya vurduğunuzda kesinlikle ‘süper zeka’ değildir; ve bir dergi mülâkatından tanıdığım bir ‘süper zeka’ ise, Einstein gibi kâinatın derinliklerinde yol almak yerine, vaktini zeka bulmacaları hazırlamakla geçirmektedir. Bildiğim bir başka ‘süper zeka’nın yapıp ettiği ise, söylenen sözleri tersinden tekrar edebilmektir. ‘Süper zeka’sını söylenen telefon numaralarını akılda tutarak ‘telefon rehberi’ seviyesine indirenler de vardır. IQ’su vasat veya vasatın az üstünde birileri dikkat ve sabır ile çok ciddi yönlerde ilerlerken, ‘süper zeka’lığına esir olup ucuz zeka gösterileri ile ömür tüketen zavallılar vardır. Halbuki, söylediğiniz sözü, cümleniz biter bitmez tersinden tekrarlayan bir zeka kaç kuruş eder? İstanbul telefon rehberini bir okuyuşta ezberlemekle iştigal eden bir süper zeka gerçekten akıllı biri midir?
Dahası, zekâsını böyle ‘lağv,’ yani ‘boş’ şeyler peşinde harcayanların ötesinde; onu ‘kizb,’ yani yalan uğruna harcayan dehalar da vardır. Sonuçta, “Bir kapı menteşesinin ustası varsa da, bir istiridyenin ondan çok daha mükemmel olan mafsallarının Ustası yoktur” hükmüne ulaşan Darvin, IQ’su 160 olsa ne yazar? Marx, Engels, Freud gibi dehalar, son tahlilde, acaba kaç para eder?
Bütün bunlar gösteriyor ki, zekâ veya deha, kendi başına bir hiçtir. Onu değerli kılan, ne yönde kullanıldığıdır. Boş şeyler veya küfür yolunda kullanılan bir zekâ başa bela olurken, ancak istikamet yolunda, imanî bir çizgide kullanılan zekâlar değerlidir.
Ki, burada da, zekânın kendi başına çok fazla bir kıymeti yoktur. Duygularla dengelenmeyen ve zenginleşmeyen bir zekâ kurudur, tatsızdır. Çok derin meseleleri çözen kelamcıların çok daha avamî kalan bazı mutasavvıflar kadar etkili olamamasının; ama o müthiş zekâsına rağmen bir mutasavvıfa mürid olan mütekellimler bulunmasının sırrı budur.
Risale-i Nur müellifinin “Onüçüncü Şua”da yer alan bir mektupta Nur Talebelerini tarif ederken ‘tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatap’ ifadesini kullanması, işte bu açıdan manidardır. Bu sıralamada ‘şefkatli kardeş’liğin ‘zeki muhatap’lıktan önce gelmesi elbette anlamlıdır. Ve aslolan, hem ‘şefkatli kardeş’ hem de ‘zeki muhatap’ olmaktır. (Daha Münazarat’ın yazıldığı yıllarda ‘nur-u kalb nur-u fikri mezc’ diye özetlenen; Mesnevî’de ‘akıl-kalb ittifakı’ diye ifade olunan bir kıvam noktasıdır bu.)
Bu çerçevede, ‘şefkatli kardeş’lerin elbette ‘zeki muhatap’ da olma çabasını sarfetmeleri gereğine inanıyor; ama bilhassa yalnız ‘zeki muhatap’ kalanların dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Tek başına ‘zeki muhatap’ olmak kurtarmıyor. Bilakis, ‘şefkatli kardeş’liğin ihmale uğradığı bir ‘zeki muhatap’lıktan yalnız ve yalnız tenkit çıkıyor; taltif de çıkmıyor, tesanüd de…
Risale-i Nur dairesinde yetişmiş çok kabiliyetlerin orada burada heder oluyor veya kendilerini heder ediyor olmalarını bu hususla kesinlikle ilgili buluyorum.
Ve bu akıl-kalb, zeka-duygu dengesi kaç asır sonra modernlerin de aklına gelmiş ki, IQ’nun yanına bir de EQ eklemişler. EQ, yani ‘emotion quotient,’ yani duygu katsayısı veya seviyesi. Türkçe’ye tercümesinde tercih edilen ifadesiyle, ‘duygusal zeka.’
Evet, IQ’muzu düşürmeyelim. Ama lütfen dikkat: IQ zenginliği bizi EQ fakirliğine sevketmesin.
Kısacası, hem zeki hem de şefkatli olmak o kadar zor, ama öylesine önemli ve büyük bir iş ki…