Neyi taşıyoruz..

KARINCALAR RIZKLARINI, bulutlar yağmurları taşır.
Yollar insanları, ağaçlar meyve ve yaprakları..
Ayaklar bedenleri, sütunlar binaları taşır..

İnsan, gelişen teknolojiyle pek çok şeyi taşımaz artık.
Neyi taşıyacağını şaşırır, olur olmadık şeyleri yüklenir sırtına ve öylece sürdürür hayatını.
Başkalarının veballerini taşıyabilir örneğin.. Yetimlerin âhını, hakkında gıybet ettiği kimselerin hakkını. Yüklenir de yüklenir..
Ruh bunalır, sıkılır, feryat eder..”Mutsuzum, eziliyorum” diye haykırır..Ama çok kişiye kulak verip, kendi ruhuna kulak asmayan kimse başka seslerle bastırır yine bu feryatları.

Ruh incedir, latiftir..Dünyanın pek çok yükünü kaldırabilecek güçte değildir.
Ama ruhuna merhamet etmeyince insan, ona bin bir çeşit yük yüklemeye devam edebilir..

Çok zaman, çok yerde dil işler, akıl şuraya buraya saklanmak ister. Çünkü sürekli konuşmak meylinde olan insan, düşüncelerini teğet geçer ve kaynağı bilinmeyen uzun sohbetler içinde kaybolur..
Konuşmak, sürekli konuşmak..Olanı biteni anlatıp durmak ve dinlemek.
Birinin hayatından bir parça haberdar olup karşıdakini başka birinin yaşadıklarından giydiklerinden, gezdiği yerlerden haberdar etmek..

Günlük muhabbetlere somut bir kılıf giydirmeye çalıştığımda hayalimde şunlar canlanıyor:
Dünyevî sorumluluklardan, sorumsuzluklardan yorulmuş bedene bir çeşit laf taşıyıcılığı yaptırmak ve belini büktükçe bükmek.
Taşıdığının ne olduğunu bile ölçüp tartmamak..

ABD’deki bir istatistik, ne kadar taşıyıcı olduğumuzun güzel bir örneği.
Bir doktordan memnun olmayan bir hasta, o doktorun “kötü” gördüğü vasıflarını ortalama 28 kişiye anlatıyormuş..Bu 28 kişi de bu bilgileri başkalarıyla paylaşınca “kara haber” tez duyuluyormuş…
Hem de Amerikalıların dost-komşu diyebilecekleri en fazla 2-3 kişi olmasına rağmen bu haberler böylece yayılıyormuş..
Türkiye’de ise bu istatistik yani kara haberin iletildiği ortalama kişi sayısı 200-300’e yaklaşıyormuş..

Sözleri ordan buraya taşıyor, çoğu zaman fark etmeden gıybet denizinin kürekçileri oluyoruz..
Neyi taşıdığımızı fark etmeden, dur-durak bilmeden konuştuğumuz vakitler az değil..
Hem bu sohbetler gülün özleyeceği bülbül nağmeleri gibi hoş değil..
Duyduğumuz her şeyi anlatma gibi bir mecburiyetimiz varmış gibi hissetmemiz acaba nefsin farklı bir tuzağı olabilir mi?..
Başkalarının hayatlarını, yaptıkları hataları, giydikleri kıyafetleri neden diğerleri için bunca önem taşıyor anlamak mümkün değil..

İnsanlar arasındaki iletişim tarifsiz derecede anlamsızlaşmaya başlamış. Maalesef çoğu kimseler, bükülmüş belleriyle, ısrarla, birbirlerinin hatalarını-suçlarını-iyilerini-kötülerini sırtlanıp, neyi taşıdığını bilmeden, nereye gittiğini unutarak, düz yolda sendeleyerek yürümeye devam ediyorlar..

Aslında çok başka şeylerin taşıyıcılığını yapabilir insan.
Örneğin, güzel bir sohbette söylenmiş sözleri bir emanet bilerek, gittiği yerlere bu güzel bu hikmetli sözleri taşıyabilir. Güzel davranışları oradan oraya taşıyabilir.

Sevgiyi, inanan kardeşlerine olan muhabbetini taşıdıkça yüreği hafifleşir..
Yüklerinden kurtulur.
Ruhun ağırlıklar altında ezilmesinden ve yüklerinden kurtulur..

Neyi taşıdığımızı biz belirliyoruz aslında..
Ve ne taşıdığımızla orantılı olarak gelişiyor yaşadıklarımız. Mutluluklarımız yahut içinden çıkamadığımız sorunlarımız.
Üzerimizdeki yükleri tevbe ile gerilerde bırakıp, güzellikleri sırtlanmak, hakikati taşıyan güzel kalpler olabilmek duası ile !..

  06.05.2006

© 2021 karakalem.net, Rabia Nazik Kaya



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut